Kur’an, Kelamullah olması hasebiyle ezelîdir, ebedîdir. İçinde mezkûr hâdiseler ise -hâşa- bazılarının vehmettikleri gibi yalnızca sebeb-i nüzule hâs olup sonraki zamanlar için yalnızca kıssadan bir hisseden ibaret değildir. Belki Kuran hayydır, diridir. Her bir asırdaki, her bir insana, her bir hâdiseye nazar eder ve bizzat onları muhatab alarak konuşur. Aksi halde Kur’an belli bir zamana münhasır kalarak bazı mülhidlerin dediği gibi
أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ [النحل: 24]
“Geçmiş kavimlerin satırları” hükmüne girerdi. Bu itikad ve inançtan Ellah’a sığınırız. Madem böyledir. Biz dahi, nazar-ı dikkatleri celb eden iki hâdise-i mühimmeyi dinleyelim:
Birinci Mesele:
Sure-i Feth'in ahirindeki ayetlerin sebeb-i nüzulü olan meşhur rüya-yı Nebevîdir. Şöyle ki:
Resulullah’a (sav) rüyasında Mekke’ye girdiği ve Kâbe’yi tavaf ettiği gösterildi. Peygamberlere gösterilen rüyalar vahiy mesabesinde olduğuna binaen Medine’den çıkmadan bu rüyasını ashabına anlattı. Ve Kâbe’yi tavaf etmek üzere yola çıktılar. Mekke’ye yakın “seniyyetü’l mürar” denilen mevki’e geldiklerinde Resulullah’ın (asm) devesi “Kusva”, ilerlemesini durdurdu ve yere çöktü. Bunu gören ashab “Resulullah’ın devesi inad etti gitmiyor” dediklerinde, Resulullah (asm) onlara cevaben “Ne inad etti, ne de bu devenin böyle bir ahlakı vardır! Belki -Ebrehenin ordusundaki- fili durduran kim ise bu deveyi habsederek gitmesine mâni olan da O’dur” buyurdu. Bu işarete rağmen beraberlerinde bulunan ashabın tamamı kendilerine anlatılan rüyanın tabirinin bu yıl çıkacağına inanıyordu ve öyle anlamışlardı. Sonrasında meşhur kıssa-yı Hudeybiye’de cereyan eden olaylar gerçekleşip bu sene umre yapamayacakları kesinleşince, seneye iade etmek üzere geri dönmeye karar verdiler. Ancak sahabîlerin kalblerinde bir ukde kalmıştı. Resulullah’ın (asm) rüyası nasıl gerçekleşmemiş olabilirdi? Öyle ki, Ömer (ra) dayanamayıp Resulullah’ın (asm) yanına geldi ve “Yâ Resulellah! Sen bize Beytullah’a gelerek tavaf edeceğimizi haber vermedin mi?” dedi. Bunun Üzerine Resulullah (asm) cevaben “Evet tavaf edeceğimizi haber verdim, lakin senin bu yıl tavaf edeceğin hakkında bir şey söyledim mi?” deyince; Hz Ömer: “Hayır Ya Resulellah” diye cevab verdi. Resulullah (asm) ise tekrar ederek “Ey Ömer! Sen buraya geleceksin ve tavaf edeceksin” buyurdular. Bunun üzerine Medine’ye döndükleri hengamda Resulullah (asm) devesinin üstünde iken Fetih suresi nâzil oldu. Vahyin ağırlığından deve yere çöktü. Sonrasında ise bu müjdeli vahyi bizzat Resulullah (asm) gür sadâsı ile sahabelere okudu. Kalblerindeki ukde ve şübhe dağıldı. İşte o surenin son kısmında Ellah şöyle buyuruyor:
لَقَدْ صَدَقَ اللَّهُ رَسُولَهُ الرُّؤْيَا بِالْحَقِّ ۖ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ إِنْ شَاءَ اللَّهُ آمِنِينَ مُحَلِّقِينَ رُءُوسَكُمْ وَمُقَصِّرِينَ لَا تَخَافُونَ ۖ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذَٰلِكَ فَتْحًا قَرِيبًا [الفتح: 27]
Kasem olsun ki Ellah u Tealâ resulüne gösterdiği rüyanın hak olduğunu tasdik etti. Meşîet ve irâde-i ilahî ile (sağ kalanlarınız gelecek sene) muhakkak, havfınız olmayıp emin olduğunuz ve dahi bazılarınız saçlarını kısaltıp bazılarınız ise saçlarını tam olarak kestikleri bir halde Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Ellah u Teâlâ (onun tehirinde ve geciktirilmesinde olan hikmetinden) sizin bilmediğinizi bilip, (Mekke’ye duhulünüzden mukaddem olarak) feth-i Mekke’nin dışında, size karib bir fethi (sulh-u Hudeybiye ve feth-i Hayberi) musahhar kıldı. (Tâ ki binler hikmetlerinden birisi olarak müminler bu tehir ve ğamdan bir mikdar ferahlansınlar) [Fetih: 27]
İkinci İbretlik Mesele:
Ca’fer-i Sâdık’tan (ra) rivayetle, Hz. Nûh (as) ve kavmine gelen azab hakkında buyurdu ki:
Hz. Nuh (as) -kavmini uzun yıllar tevhide davet ettiği halde muvaffak olamayıp, vahiy ile kavminin iman etmeyeceği kendisine bildirilince- Rabbinden kavmi üzerine azab inzal etmesini taleb ve sual eyledi. Ellah (cc), O’na hurma ağacı çekirdeğini alarak ekmesini, bu ağaç büyüyüp meyve verip meyvesinden yenildikten sonra kavmini helak edeceğini ve onlar üzerine azab inzal edeceğini vahyetti. Hz. Nuh (as) emrolunduğu üzere çekirdeği ekti ve Ellah’ın kendisine vahyetmiş olduğu vaîdi kavmine ihbar eyledi, anlattı. Vaktâ ki ekilmiş olan çekirdek büyüyüp ağaç olup meyve verince Nuh (as), o ağacın meyvelerinden topladı. Kendisi ekl eylediği gibi ashabına dahi yedirdi. Bunun üzerine kavmi, kendilerine ihbar edilmiş olan vaîdi tahattur ederek “Ey Nuh! Va’d etmiş olduğun va’de ne oldu?” dediler. Nuh (as) dahi Rabbine dua ederek Rabbinin va’detmiş olduğunu kendisinden sual etti. Ellah (cc) ise, tekrar bir hurma çekirdeği alarak ikinci defa ğars yani ekmesini ve bunun neticesinde ağaç büyüyüp meyve verdikte, kendisinden ekl edilip yenilmesinin akabinde kavmine azab indireceğini vahyetti.
Hz. Nuh (as) da kendisine vahyolunanı kavmine aynen nakletti. Bunun üzerine ashabı üç fırkaya ayrıldılar. Bir kısım Hz. Nuh’un (as) -haşa- yalan söylediği vartasına düşerek neticede irtidad edip dinden çıktılar. Diğer bir kısım ise irtidad kadar ileri gitmeseler de kalblerinde nifak yerleşti ve münafıklardan oldular. Ahir kısım ise Hz. Nuh (as) ile beraber sabitu’l-kadem oldular.
Nuh (as) ikinci defa çekirdeği ekip ağaç büyüdükten sonra hem kendisi o ağaçtan yiyip ashabına dahi yedirince, ashabı yine va’dolunan azabı sual ettiler. Hz. Nuh (as) rabbine dua etti. Ellah (cc) ise aynı emri üçüncü defa yerine getirmesini yani bir çekirdek daha ekmesini, ancak bu ağaç büyüyüp meyvesinden yenildikten sonra azab inzal edeceğini vahyetti.
Bunun üzerine irtidad etmeyerek kalan iki kısım (sabit olanlar ve münafıklar) yine üç fırkaya ayrıldılar. Bir kısım irtidad etti. Diğer bir kısım münafık oldu ve son kısım yine sabit kaldı. Bu hadise aynı şekilde on defa tekrar etti. Ve her seferinde baki kalan kısmın üçte ikisi ya irtidad etti, ya münafık oldu. Onuncu defanın sonunda Hz. Nuh’un mümin olan has ashabından bazıları yanına gelerek şöyle dediler: “Ey Ellah’ın (cc) nebisi! Sen bize va’dettiğin şeyi yapsan da yapmasan da sen sâdıklardan olup irsal edilen nebilerden bir nebisin. Senin hakkında hiçbir şekilde şübhe duymuyoruz. Ancak keşke bize vadetmiş olduğun bu azab artık tahakkuk etseydi. -Daha fazla bekleyecek gücümüz kalmadı-” derler. Bu kavli zikrettikleri esnada Ellah (cc) Nuh’un (as) kavli ile va’detmiş olduğu azabı tahakkuk ettirir. Ve kalan hâs ashabını sabırlarından dolayı gemiye bindirip kurtararak keder ve üzüntüyü onlardan giderir.
Evet hangi ehl-i basîret Kur’an’da icmalen ehâdîs ve kutub-u târihiyede mufassal kat’î olarak anlatılan bu meselelere nazar ederse kendine bakan vechesini görebilir.
فَاعْتَبِرُوا يَا أُولِي الْأَبْصَارِ [الحشر: 24]
“Ey basiret sahibleri ibretle nazar ediniz”
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | ![]() |
Gönder |