Resul-i Ekrem (asm)’a (Şöyle baksan, -yani risâleti cihetiyle-) O Zat’ı (bir bürhân-ı Hak,) Hakk’ın bürhânı olarak göreceksin. Evet, O Zât (asm), Hakk’ın bürhânı olduğunu bütün dünyaya ilan etti. Her asırda toprak olarak yeryüzünün yarısı, O’nun ümmetinin eline geçti. Nüfûs olarak da nev-i beşerin beşte biri, O’na îmân ve itâat ederek O’nun Dîn’ini kabul etti.
Kezâ O’nu, Risâlet ve teblîğ cihetiyle (bir sirâc-ı hakîkat,) hakîkatin bir lambası olarak göreceksin. O Zat, bir lamba gibi hakîkatı izhâr eder, gösterir. Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, O Zat-ı Ekrem (asm)’ı umum nev-i beşere şöyle takdim eder:
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙ وَدَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ بِاِذْنِه۪ وَسِرَاجًا مُن۪يرًا وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَضْلًا كَب۪يرًا وَلَا تُطِعِ الْكَافِر۪ينَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَدَعْ اَذٰيهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا
“Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şâhid, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ellah'ın izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik). Ellah'tan büyük bir lütfa ereceklerini müminlere müjdele. Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Onların eziyetlerine aldırma. Ellah'a güvenip dayan, vekîl olarak Ellah yeter.”[1]
Kezâ O’nu, Risâlet ve teblîğ cihetiyle (bir şems-i hidâyet,) hidâyetin güneşi olarak göreceksin. Güneş gibi âşikâre hidâyet yollarını gösterir; beşeri, ona davet eder.
Kezâ O’nu, Risâlet ve teblîğ cihetiyle (bir vesîle-i saâdet) olarak (görürsün.) O Zat (asm), saâdet-i ebediyenin açılmasına bir vasıta oldu. Risâlet cihetiyle dünyanın kapısını açtı. Ubûdiyet cihetiyle de âhiretin kapısını açtı. Demek O Zat-ı Ekrem (asm), hem hakkın bürhânıdır, hem hakikatın lambasıdır, hem hidayetin güneşidir, hem de dünya ve ahiret saadetinin vesilesidir.
Peki, O Zât-ı Ekrem (asm), mezkûr dört vazîfeyi yaptığına ve bu hususta muvaffak olduğuna dâir delîl ve bürhân nedir? Şudur: (İşte bak! Nasıl berk-i hâtıf) kapıp götüren ve göz kamaştıran şimşek (gibi onun nûru, şarktan garbı tuttu.) Risâletiyle, getirdiği nûr ile birdenbire, def'aten doğudan batıya kadar bütün dünyayı sardı, kapladı ve ma’nen de mağlûb etti. (Ve nısf-ı Arz) toprak olarak Küre-i Arz’ın yarısı, ümmet-i Muhammed tarafından fethedilerek onların eline geçti. (ve hums-u beşer,) her asırda nüfûs i’tibâriyle beşerin beşte biri, Dîn-i Mübîn-i İslam’a îmân ve itâat etti. (onun hediye-i hidâyetini kabul edip hırz-ı can etti.) Hırz-ı can; canının kalesi demektir. Yani, bu ümmet, O Zât’ın hediye-i hidayetine, canıyla, ruhuyla sâhib çıktı; bu davayı yıkmaya ve söndürmeye çalışanlara karşı kale gibi engel oldu; ehl-i dalâletten ve ehl-i nifâktan gelen bütün tehlikeleri bertaraf etti; kendini bu ulvî davâ için kale yaptı. Veya Dîn-i İslam’ı, kendine bir kale gibi yaptı. Onun içine sığındı. Kendini onun sayesinde maddî ve ma’nevî tehlikelerden kurtardı. Dîn-i Mübîn-i İslam, değil sadece ins ve cin taifesi için, belki bütün kâinât, bütün mevcûdât için bir “kale-i arziye-i semâviye” oldu.
Resûl-i Ekrem (asm), tevhîd ve haşir hakîkatini bütün âleme ilan ettiği için, mezkûr evsâf ile muttasıf oldu. Böylece O Zat (asm), bir şems-i hidâyet ve hakîkat oldu. Şirki, bütün dünyada izâle etti. Her asırda nev’-i beşerin beşte biri, hediye-i hidâyetini kabul edip hırz-ı cân etti. O Zât’ın bütün bu mu'cizevî muvaffakiyetleri, Kur’ân’ın “Kelâmullâh” olduğunun delîli ve isbatıdır. Öyleyse O da Resûlullâh’tır.
(Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki; böyle bir Zât’ın bütün davalarının esâsı olan لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ ’ı, bütün merâtibiyle beraber kabul etmesin?) Bu cümle, şöyle ince bir manayı ifâde ediyor: Yani, “Ey nefis ve Şeytân! Sizin elinizde hangi delîl ve hüccet vardır ki; ona istinâd ederek böyle her davası müdellel ve müberhen olan bir Zât’a ve O’nun getirdiklerine îmân etmiyorsunuz, tevhidden i’râz ediyorsunuz, dalâlet yollarını tercîh ediyorsunuz. Şunu kat’iyyen bilin ki; bütün dalâlet yolları çıkmaza gider, isbatı mümkün değildir. Zîrâ şirk ve küfür, nefy olduğundan, isbât edilemez. Öyleyse ey nefis ve Şeytân! Size ne oluyor? Neyinize güveniyorsunuz? Niçin tevhîd dairesine yanaşmıyorsunuz?”
(Heybil Yayınlarından “Evsaf-ı Muhammediye” adlı eserden alınmıştır.)
[1] Ahzab, 33:45-48.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |