tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Öyle bir bela ve musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, masumları da yakar. Biliniz ki, Ellah’ın azabı şiddetlidir.
(Enfal, 8/25)
Hadîs-i Şeriflerden
İçerisinde Ellah'ın anıldığı bir evle Ellah'ın anılmadığı bir evin farkı diri ile ölünün farkı gibidir.
(Müslim, Müsafirin, 211)
Dualardan
Ya İlâhî! Hadd-i bülûğumuzdan bu zamâna kadar işlediğimiz büyük ve küçük bütün günâhlardan ciddî pişmanlık tevfîk eyleyip, bundan böyle ömrümüzün devâmınca salâh-ı hâl ve a’mâl-i haseneye muvaffakiyetle rızâ-yi âliyeni tahsîle muvaffak buyur.
(Hacı Hulusi Bey)
Vecîze
Üç günden fazla bir mü'min, diğer bir mü'mine küsmemek İslâmiyet emrediyor.
Sözler
HAZRET-İ MUHAMMED (ASM)’IN İKİ MÜHİM SIFATI

HAZRET-İ MUHAMMED (ASM)’IN İKİ MÜHİM SIFATI

23.08.2024

1. Saltanat-ı rubûbiyyetin mehâsininin dellâlı, seyircisi.

2. Künûz-u esmâ-i İlâhiyye’nin keşşâfı, göstericisi.

Evet, O Zat-ı Ekrem (asm), saltanat-ı rubûbiyyetin mehâsininin ilan edicisi ve şu kâinât çapındaki saltanatın güzelliklerinin seyircisidir. Yani, hem o güzellikleri bütün beşere ilan edip söyler; hem de evvelâ kendisi kabul edip seyreder. Şu âleme dikkat edildiği zaman, elbette böyle muntazam ve muazzam bir memleket ve saltanat, zarureten bir tarif ve ilan edici, bir seyirci ister. İşte o tarif ve ilan edici, seyirci Resûl-i Ekrem (asm)’dır. O Zât-ı Ekrem (asm), şu âlemin Hâlık’ının Fermân’ını eline alır. Onunla şu saltanatın azametini ve haşmetini, şu rububiyyetin güzelliğini ve kemâlini tarif edip ilan eder ve herkesi seyre davet eder.

Saltanat-ı rubûbiyyet; Ellâh’ın, bu âlemde zerreden Arş’a kadar her şeyi ve her mahlûku terbiye etmesi, kemâline kavuşturması demektir. Evet, Ellâh, her şeyi yavaş yavaş terbiye edip kemâline kavuşturuyor.

Evet, Cenâb-ı Hakk’ın, şu haşmetli ve azametli saltanatı yaratmasındaki maksad ve gayesi, kendisini bin bir isim ve sıfatla tanıttırmak ve sevdirmektir. Bu tanıttırmak ve sevdirmek vazifesini, O Zât’ı Ekrem (asm)’a yaptırmak için, O’nu resûl ve elçi olarak gönderiyor. Eline de Kur'an-ı Mu’cizü’l-Beyân’ı veriyor. O da bu Fermân ile Rabbini bin bir isim ve sıfatla tanıttırıyor ve sevdiriyor. Demek O Zât’ı Ekrem (asm), bir muallim, bir dellâl, bir müderris, bir mürebbîdir. Kur'an ile şu âlemin manasını herkese ders veriyor.

Bu kâinâtta bir tekâmül kânûnu vardır. İnsan, hayvan, nebât, Güneş, Ay, yıldız, gece, gündüz, kış, yaz, hâsılı her şey, o kânûna tâbi tutulmuş; kemâline kavuşmak için ona bir hareket ve kâbiliyyet verilmiştir. Bu saltanat-ı rububiyyetin hadsiz mehâsini ve güzellikleri vardır. İşte o Zât (asm), hem bu tekâmülü ders veriyor, hem de bu saltanatın güzelliklerini ilan ediyor. Kur'an, gelecek âyet-i kerîme ile bu kâinâttaki saltanat-ı İlâhiyye’yi şöyle ilan ediyor:

اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثًاۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

Muhakkak sizin Rabbiniz, O Ellâhu Teâlâ’dır ki; gökleri ve yeri altı günde, yâni altı devirde yarattı. Sonra bir pâdişâhın tahtından memleketini idâre etmesi misâli, Arş-ı Rubûbiyyetinde hükmedip, gece ve gündüzü iki ip gibi çevirerek âlemi ona takıp gösterdi. Gece ve gündüzü birbiri üstüne örter de onlar birbirini sür’atle kovalarlar. Bunlar, bir nizam içerisinde birbirini takib ederler. Ve Ellâhu Teâlâ, Güneş, Ay ve yıldızları emrine musahhar oldukları halde halk etmiştir. Yaratma, kanun koyup o kanunlarla âlemi ve insanları idare etme yetkisi, yalnız ve yalnız Ellah’a aiddir. Şüphe yok ki, âlemlerin Rabbi olan Ellahu Teâlâ, pek yücedir. Rubûbiyetinde, icadatında ve icraatında şerîki yoktur, şerîk ve muînlere muhtaç değildir.[1]

İşte Resûl-i Ekrem (asm), böyle bir saltanatın mehâsininin hem dellâlıdır. Yani, bütün insanlara ilan ediyor, teblîğ ediyor. Hem de böyle bir saltanatın mehâsinini kendisi seyrediyor.

Hem O Zât (asm), esmâ-i İlâhiyye’nin hazinelerini keşfeden ve gösteren bir Resûl, bir Nebî’dir. Bu kâinât, vücûduyla Zât-ı Akdes-i İlâhiyye’yi gösterdiği gibi; O’nun bin bir isim sâhibi olduğunu da gösterir. Çünkü tevhîd hakîkati, sadece tevhîd-i Zât’tan ibâret değildir. Kur'an’ın bize ta’lîm ettiği tevhîd-i hakîkî, beş mertebeye ayrılır. Şöyle ki:

1. Tevhîd-i Zât,

2. Tevhîd-i şuûn,

3. Tevhîd-i sıfât,

4. Tevhîd-i esmâ,

5. Tevhîd-i ef’âldir.

Bir insan, bu mertebelerin hangisini kabul etmezse, müşrik olur.

Evet, bin bir ism-i İlâhî, kâinâtta gizli birer hazîne gibidir. Kur’an’a ve Cevşenü’l-Kebîr’e baktığımız zaman, Cenâb-ı Hakk’ın bin bir ism-i şerîfini görebiliriz. Yani, Kur’ân ve Cevşenü’l-Kebîr, bütün esmâyı tarif ediyor.

Demek şu kâinâtta ve insanda, her bir ism-i İlâhî, bir hazîne gibi mahfîdir, gizlidir, saklıdır. İşte O Zât-ı Ekrem (asm), mahfî olan o manevî hazîneleri, künûz-u mahfiyye (gizli hazineler) olan o esmâ-i İlâhiyye’yi Kur’ân vasıtasıyla hem keşfeder, hem de gösterir.

 

(Heybil Yayınlarından “Evsaf-ı Muhammediye” adlı eserden alınmıştır.)

 

 


[1] A’raf, 7:54

Bu yazi 726 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.777 sn. deSen
↑ Yukarı