tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Öyle bir bela ve musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, masumları da yakar. Biliniz ki, Ellah’ın azabı şiddetlidir.
(Enfal, 8/25)
Hadîs-i Şeriflerden
İçerisinde Ellah'ın anıldığı bir evle Ellah'ın anılmadığı bir evin farkı diri ile ölünün farkı gibidir.
(Müslim, Müsafirin, 211)
Dualardan
Ya İlâhî! Hadd-i bülûğumuzdan bu zamâna kadar işlediğimiz büyük ve küçük bütün günâhlardan ciddî pişmanlık tevfîk eyleyip, bundan böyle ömrümüzün devâmınca salâh-ı hâl ve a’mâl-i haseneye muvaffakiyetle rızâ-yi âliyeni tahsîle muvaffak buyur.
(Hacı Hulusi Bey)
Vecîze
Üç günden fazla bir mü'min, diğer bir mü'mine küsmemek İslâmiyet emrediyor.
Sözler
RESULULLAH (SAV)’İN ÖNEMLİ İKİ VASFI

RESULULLAH (SAV)’İN ÖNEMLİ İKİ VASFI

16.08.2024

Alemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed (asm)’ın iki önemli vasfı vardır. Bunlar:

1. Saadet-i ebediyenin muhbiri ve müjdecisi

2. Rahmet-i bî-nihayenin kaşifi ve ilancısı

Evet, Resûl-i Ekrem (asm), saadet-i ebediyenin muhbiridir. Yani, O Zat (asm), bütün mevcûdâta, bütün insanlara, bütün cinlere, bütün meleklere, bütün canlılara, bütün cansızlara hitâben, “Bu âlem, harâb olduktan sonra âhiret sûretinde tekrar diriltilecek ve cin ve ins, eğer davayı kaybetmezse Cennet’e layık mevcudat-ı âlemle beraber ebedî bir saâdete nâil olacaktır.” diye bir Fermân-ı Ahkem’e istinâd ederek haber vermiştir. Yani hayat, yalnız bu dünya hayatına münhasır değildir. Başka bir diyarda bir âlem daha vardır. Orada ebedî bir hayat ve bâkî bir saâdet vardır. Burada ölüm var, orada yoktur. İşte O Zat-ı Ekrem (asm), Kur’an lisanıyla umum nev-i beşeri böyle bir âleme davet eder. Gelecek ayet-i kerîme bu manayı ifade eder:

وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِ

âyet-i kerîmesi sırrınca; “(Ellâhu Teâlâ,) sizleri (selâmet diyarına) Cennet âlemine, nice ebedî nimetlere sâhib olan ve içinde bulunacak zâtlar ile meleklerin birbirine selâm vererek rahmet okuyacakları ebedî ikâmetgâha veyahut selam cennetine (davet ediyor.) İçinde hastalık, belâ, musîbet, ihtiyarlık, yorgunluk, ayıb, kusûr, elem, keder, ölüm, kısaca insanı mahzûn edecek ve korkutacak hiçbir hâlin bulunmadığı bir saâdet mahalline sizleri davet ediyor. Öyle bir saâdete kavuşmaya vesîle olacak vazîfeleri, îmân ve ubûdiyyeti sizlere emrediyor.”[1]

Hem Resûl-i Ekrem (asm), bir saâdet-i ebediyyenin müjdecisidir. Yani O Zat (asm), “Ben, Mi’râc gecesinde maddî gözlerimle o bâkî âlemi ve Cennet saadetini gördüm.” diyerek bütün ins ve cinne saâdet-i ebediyenin müjdesini getirdi. Demek O, böyle bir âlemden hem doğru olarak haber veriyor, hem onu keşfediyor. Evet, Resûl-i Ekrem (asm), Mi’râc gecesinde o bâkî âleme girdi. Ellâh, daha evvelde de bu âlemi O’na göstermişti. Fakat maddî gözle görmemişti. İşte bu gecede maddî gözüyle de gördü. “Herkes oraya namzeddir, davetlidir. Fakat şartlarını yerine getirenler, imtihanı kazananlar, ancak o memlekete, o dar-ı saâdete gireceklerdir.” müjdesini verdi. Demek bu fânî âlemden başka, bâkî bir âlem vardır ve ehl-i îmân, kat’î olarak o saâdet-i ebediyeye mazhar olacaktır.

Hem Resul-i Ekrem (asm), nihayetsiz, sonsuz bir rahmeti keşfeden ve onu ilan eden bir Zât’tır. Zira “saâdet-i ebediyye” ve “cemâlullâh” nimeti o rahmetin tecellîsinden akıp geliyor. “Ey tâife-i cin ve beşer! Gelin, evvelâ bana kulak verin. Daha sonra bana ve benim size getirdiklerime îmân edip amel-i sâlih işleyin ki; o iki azîm nimete nâil olup müşerref olasınız.” diye bütün ins ve cinne Kur'an ile hitâb ediyor; bu hakîkati onlara ilan ediyor. “Hem o, öyle bir memlekettir ki; orada sâdece rahmet ve saâdet vardır, hiç kahr yoktur.” diye insanları ve cinleri o ebedî saâdeti kazanmaya teşvîk ediyor. “Hem orada Cenâb-ı Hak (cc), bir daha size kızmaz, sizden ebeden râzı olur.” diye ins ve cinni, en büyük nimet ve en yüksek mertebe ile müjdeliyor. İşte Kur'an, şu âyetiyle böyle bir saadeti ve müjdeyi, ehl-i imana va’d sûretinde haber veriyor:

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

“(Ellâhu Teâlâ, îmân etmiş olan erkeklere ve kadınlara, içinde ebedî olarak kalıcılar olmak üzere altlarından ırmaklar akan Cennet’ler ve Adn) ikâmet (Cennetleri’nde pâk ikâmetgâhlar, meskenler, köşk ve saraylar va’d buyurmuştur. Ellâhu Teâlâ tarafından olan bir rızâ ise,) Cennet ni’metlerinden (daha büyüktür. İşte bu,) şu beyân olunan ni’metlere nâil olmak ve korkulan şeylerin cümlesinden emîn olmak, (en büyük kurtuluştur.) İnsân için, bundan daha büyük bir mertebe olamaz. Hakîkî necât da budur.”[2]

Demek insan, îmân nimeti sayesinde Cennet ve Cemâlullah ile müşerref olur; O Zât-ı Akdes’in rızâ ve rıdvanına nâil olur. Tecelliyyât-ı kahriyyeden kurtulur. İşte O Zât-ı Ekrem (asm), böyle nihâyetsiz bir rahmeti keşfetti ve bunu beşere ilan etti. Hem “Çalışın, o sonsuz rahmete kavuşun.” dedi. Peki, o rahmete kavuşmak mümkün müdür veya yolu nedir? Evet, hem mümkün olduğunu, hem de oraya ne ile ve hangi yolla gidileceğini mezkûr âyet-i kerîme, bütün ins ve cin taifesine ilan etti. Bu ise, sağlam ve metin bir îmânı elde etmektir.

 

(Heybil Yayınlarından “Evsaf-ı Muhammediye” adlı eserden alınmıştır.)

 


[1] Yûnus, 10:25.

[2] Tevbe, 9:72.

Bu yazi 1176 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.272 sn. deSen
↑ Yukarı