tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Ey insanlar! (Siz, ekseriyetle dünya hayatını ahiret hayatına tercih ediyorsunuz. Halbuki ahiret, dünyadan daha hayırlıdır ve devamlıdır.) Ahiret hayatı ebedidir. Ehl-i iman hakkında cismani ve ruhani saadetleri camidir. Dünya hayatı ise fanidir. Elem ve kederden hali değildir.
(A’la, 87/16-17)
Hadîs-i Şeriflerden
İnsanlara merhamet etmeyen kimseye Ellah da merhamet etmez.
(Buhari, Edeb 18)
Dualardan
Feya Rabbî, ya Hâlıkî, ya Mâlikî! Seni çağırmakta hüccetin hacetimdir. Sana yaptığım dualarda uddetim fâkatimdir. Vesilem fıkdan-ı hile ve fakrimdir. Hazinem aczimdir. Re's-ül malım, emellerimdir. Şefiim, Habibin (Aleyhissalâtü Vesselâm) ve rahmetindir. Afveyle, mağfiret eyle ve merhamet eyle yâ Ellah yâ Rahman yâ Rahîm! Âmîn!
(Mesnevi-i Nuriye)
Vecîze
Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.
Mektûbat
TILSIM-I KÂİNATI KEŞFEDEN KUR’AN

TILSIM-I KÂİNATI KEŞFEDEN KUR’AN

26.07.2024

Tılsım-ı kâinâtı, ancak hikmet-i Kur’ân açmıştır. Bu iş, beşerin gücünün hâricidir. Kezâ haşr-i cismânî hakkında her ne kadar diğer semâvî kitablarda bilgi varsa da çok azdır; bu mes’eleden gâyet mücmel olarak bahsedilmiştir. Evet, semâvî kitablarda kıyametin kopması, diriliş, haşir meydanı, Cennet, Cehennem gibi ahvâl-i âhiret hakkında mufassal bilgi yoktur. Fakat Kur'an, bu konular hakkında gâyet tafsîlat vermiş; bu konuları vuzuha kavuşturmuştur. Bu da gösterir ki; önceki semâvî dinler, bir nev’i vekîl olarak teblîğât yaptılar; beşeri irşâd ederek gelip geçtiler. Öyleyse manaca derin ve küllî ve muhît ve ele aldığı konular hakkında tafsîlât veren, lafızca da mu’ciz bir Kitabı, sadece amelî veya i’tikâdî mezheblerin ihtilâfına hasretmeye kimsenin hakkı yoktur. Hâşâ bin kere hâşâ, böyle bir Kelâm-ı Kadîm, dar bir çerçeveye mahkûm edilemez. Ulemâ arasındaki bu nev’i ihtilâflar, teferruattır, asıl değildir. O hâlde Kur'an’ın davası pek yüksek, pek ulvî, pek azîmdir. Kur'an’da müttefekun aleyh olan ilmî mes’eleler çoktur. Muhkemât-ı Kur’âniyye gibi. Bu konular, asıldır, muhkemdir, ana mesâildir, müttefektır, bunlarda kil u kâle mahal yoktur. Geri kalan müteşâbihât-ı Kur’âniyye ise, muhkemâtın ışığında ve mîzânında onlara bakılır.

Evet, Kur'an’ın ana davası ve maksadı dörttür:

1. Tevhîd,

2. Haşir,

3. Nübüvvet,

4. İbâdet ve adâlettir.

Hadîs’in davası da budur. Bâhusûs Kur'an, “İnsan ve kâinât nedir, nereden geliyor, nereye gidiyor, niçin gelmiş?” gibi suallere tam ve doğru cevab veriyor. Kur’ân, kıyametin kopması,  haşr-i cismânî, Cennet ve Cehennem gibi konularda gâyet mufassal bilgi veriyor. Kezâ tevhîd hakîkatini, melâike hakîkatini mufassalan haber veriyor. Amelî konular ise, şâyet bu nev’i âyetler  bir araya getirilse, belki bir cüz’ kadar olur. Dolayısıyla amele dâir mes’eleler de mufassalan Kur'an’da yer almaktadır. Bunları yapsak, kurtuluruz.

İnsan, iki şerîate tâbidir.

Biri: Şerîat-i Tekvîniyye’dir ki; insanın cesediyle, ondaki harekât ve faaliyetlerle alakalı fıtrî kanunlardır. İnsan, bundan mes’ûl değildir; burada olup bitenle mükellef tutulmamıştır. Zîrâ burada onun irâdesi yoktur ve bu Şerîat, irâdesinin dışında cereyân etmektedir. Ancak cesedi ona bir emânet olarak verildiğinden, Şerîat çerçevesinde sadece onu korumak ile mükellef kılınmıştır.

Diğeri: Şerîat-i Teklîfiyye’dir ki; Kur’ân’ın emr u nehyi olup insan, bununla mükelleftir. Kur’ân, emr u nehiy hususunda bütün insanları ve cinleri muhâtab ve mükellef tutmuş; bu noktada onları imtihana tâbi kılmıştır. Demek Kur'an-ı Mu’cizü’l-Beyân, hem ins ve cinnin, hem de bütün mahlûkâtın Kitab’ıdır.

Evet, O, tılsım-ı âlemi açan mukaddes, semâvî bir kütübhanedir. Akl-ı beşer ile açılması mümkün olmayan hakîkatleri açmış. Nev’-i beşeri ve sel gibi akan âlemi, büyük bir felâket olan zevâl ve firâktan, fena ve ademden kurtarmış. Herkes ve her şeyin, dar-ı bekâda ebedî kalacağını, ehl-i îmânın ise bâkî bir saâdete nâil olacağını va’d ve müjde sûretinde haber vermiş. Ehl-i şirk ve küfrü de i’dâm-ı ebedîye dûçâr ve Cehennem gibi bir cezaya mahkûm olacağını vaîd sûretinde i’lân etmiştir.

Demek âlemdeki bu akım, illâ bir yere akar ve o karargâhta karar kılar. İşte o karargâh, Cennet ve Cehennem’dir.

Maalesef zihnimiz, malayanî şeylerle meşgûl olduğu için, Kur'an’ın bu yüksek hakîkatlerini ve hikmetini düşünemiyoruz. Ömür, fuzûlî şeylerle geçiyor. Ellâh, bizi muhâfaza etsin! Öyleyse akıllı mü’min, tevhîdin hakîkatiyle meşgul olur. Nazarını, doğrudan doğruya hikmet-i Kur’âniyye’ye çevirir. Dar-ı ahiretteki bâkî memleketi için sa’yeder. Cennet ve Cehennem’i asla unutmaz. Cennet’in vücûdu, onu şevke getirip a’mâl-ı sâlihaya sevkeder. Cehennem’in vücûdu ise, onu korkutup günahlardan uzaklaştırır. O hâlde ey mü’min! Dikkat et! Namaz, oruç, hac, zekât gibi evâmir-i İlâhiyye’ye riâyet et. Kebâirden şiddetle sakın! Unutma ki; Cennet, müttakîler için hazırlanmıştır. İşte Kur’ân, bu gibi esâsâtı ders veriyor. Demek evâmire imtisâl eden, nevâhîden ictinâb eden kurtulur, Cennet’e girer. Yalnız doğru ve sağlam bir i’tikâd şarttır.

 

(Heybil Yayınlarından “Evsaf-ı Muhammediye” adlı eserden alınmıştır.)

 

Bu yazi 931 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.219 sn. deSen
↑ Yukarı