Sanki bu dünya, bir hilkat hükûmetidir. Bu hükûmet, Fenn-i Hikmet’i bir elçi olarak insan kervanına gönderir. Fenn-i Hikmet de o kervana şu soruları tevcîh eder:
“Ey insanlar! Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Vazîfeniz nedir? Reîsiniz, seyyidiniz ve hatîbiniz kimdir?”
Bu sualler, beşer kervanına sorulunca; Cenâb-ı Hak, Resûl-i Ekrem (asm)’ı bütün Benî Âdem ve âlem namına resûl olarak gönderdi; O da Fermân-ı İlâhî olan Kur'an ile bütün o sualleri muknî ve tam doğru olarak şöyle cevablandırdı:
- Nereden geliyorsunuz?
- Biz bütün mevcûdât, kudret-i İlâhiyye ile itibârî olan adem âleminden kalkarak ezel canibinden yola çıkıp geliyoruz. Hayr-ı mahz olan vücûd ve ziyâ âlemine uğradıktan ve bir müddet bekledikten sonra yolculuğumuz, ebed tarafına devâm edecektir. Her şeyin, ilm-i İlâhî’de bir vücûdu olduğundan, adem-i mutlak, adem-ı sırf yoktur.
- Nereye gidiyorsunuz?
- Ebed memleketine, Cennet ve Cehennem tarafına gidiyoruz. Asıl i’tibâriyle biz, Cennet’in yolcusuyuz. Zîrâ Rabbimiz, bizi Cennet’e da’vet etmektedir.[1]
- Sultanınız kimdir?
- Ellâh’tır.
- Hatîbiniz kimdir?
- Resûl-i Ekrem (asm)’dır.
- Ne için gelmişsiniz? Vazîfeniz nedir?
- Resûl-i Ekrem (asm), mezkûr suallere cevab verdikten sonra, devamla şöyle buyurdu: “Biz nev’-i beşer, bütün mevcûdât arasından seçilmişiz. En yüksek bir rütbede ve ahsen-i takvîmde yaratılmışız. Emânet-i kübrâ gibi ma’nevî büyük bir yükü hamletmişiz. Aslî vazîfemiz, Rabbimize karşı ubûdiyyettir.
Emânet nedir? Enedir! Ene ile Kur’ân’ın bütün emr u nehyi ile mükellef kılınmışız. Demek vahiy ile bize teblîğ edilen teklîfî bütün emirler ve nehiyler emânettir. Teklîfin muhâtabı, sadece insan ile cindir. Diğer mevcûdâtta teklîf yoktur. Onların tâbi olduğu kânûn, Tekvînî Şerîat’tır.
Cenâb-ı Hak, bu fânî dünya imtihanında, dar-ı bekâdaki saâdetimizi te’mîn etmek için, bize bir ticâret imkânını vermiş; re’su’l-mal olarak da zaman ve kâbiliyyet vermiştir. Biz de bize takdîr edilen zaman içinde bu kâbiliyyetleri neşv u nemâ etmek, geliştirmek suretiyle o bâkî saâdeti kazanmak ile mükellef kılınmışız. Demek biz, o saâdet-i ebediyyeyi kazanmak için bu dünyaya gönderilmişiz.
Evet, şu kâinat, bir hükûmet gibidir. Bu kâinat nizâmı, ezel canibinde kurulmuştur. Kâinatta her şey hikmetlidir. Abes, lüzumsuz ve faidesiz hiçbir şey yoktur. Benî Âdem, bu âleme teşrîf ettiğinde, âlem, bir saray gibi tamamlanmış; padişahını ve reîsini bekliyordu. İşte insan, o zaman yaratıldı ve muvakkat olan âlem sarayına davet edildi. Bu sarayın tabanı ve zemini hükmünde olan Küre-i Arz, nebâtâtla, eşcarla, hayvânâtla, dağlarla, denizlerle, ırmaklarla şenlenmişti. Bu sarayın tavanı olan gökler ise, Güneş’ler, Ay’lar, yıldızlarla süslenmişti. Yer ve gök, melekler, rûhanîler ve cinler gibi münâsib sekenelerle doldurulmuştu. İşte saray-ı âlemin bütün müştemilâtı tamamlandıktan sonra, eşref-i mahlûkât olan insan, en son yaratıldı ve bu saraya reîs olarak gönderildi. Şu insanlık kafilesinin reisi ve seyyidi ise, Muhammed-i Arabî (asm)’dır. O Zat-ı Ekrem (asm), kıyamete kadar gelecek umum nev-i beşerin peygamberidir. Cenab-ı Hak, bu konuda şöyle buyurur:
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعًاۨ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۖ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Ey Resûlüm de ki: Ey insanlar! Muhakkak, ben kesin olarak cümlenize Ellah tarafından gönderilmiş Peygamberim. Öyle bir Ellah ki, semâvât ve Arz’ın bütün mülkü O’nundur. Ondan başka İlâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. Ey insanlar! Öyle ise Ellah’a ve O’nun Nebîy-yi Ümmî olan Resûlüne îmân edin ki, O Resûl de Ellah’a ve O’nun indirdiği bütün semâvî kitâblara ve suhuflara îmân ediyor. Ve siz, O Nebîy-yi Ümmî’ye îmân etmekle berâber O’na tâbi’ olun ki hidâyete eresiniz.”[2]
(Heybil Yayınlarından “Evsaf-ı Muhammediye” adlı eserden alınmıştır.)
[1] Yûnus, 10:25.
[2] A’raf, 7:158.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |