Resul-i Ekrem (sav)’ın şahsiyet-i maneviyesi üç temsil ile izah edilebilir:
Birinci Temsil: Küre-i Arz’ı, belki kâinatı bir mescide benzetmiştir. Bu teşbîhe göre; Mekke bir mihrâb, Medîne bir minber, Resûl-i Ekrem (asm) bir hatîb, Kur'an-ı Mu’cizü’l-Beyân ise bir hutbe-i ezeliyyedir. Bu âlemin ve bütün ins ve cinnin reîsi ve seyyidi olan O Habîb-i Rabbi’l-Âlemîn ise, zaman i’tibâriyle ezelden ebede kadar, mekân cihetiyle de ferşten Arş’a kadar bütün mevcûdât ve mahlûkâtı arkasına alıp, namaz kılıyor ve Rabbine;اَلْاَمَانَ اْلاَمَانَ خَلِّصْنَا مِنَ النَّارِ diyerek duâ ve niyazda bulunuyor. Hem O Zat-ı Ekrem (asm), bin bir ism-i İlâhî’yi şefâatçi ederek yalvarıyor. Bin bir isim ise, اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ âyet-i kerimesinden çıkıyor. O Zât-ı Ekrem (asm), namazda اِهْدِنَا diyor. Yani, “Yâ Rabbi! Bizi doğru yola, Cennet’e kavuştur, götür.” Kâfir de olsa bütün âlem, Cennet’e gitmeyi ister. Kâfirlerin affını istemek yasaktır. Ancak onların hidâyetini Ellâh’tan istemek câizdir. اِهْدِنَا cümlesi, üç manayı ifâde eder:
1. Kâfirse, îmânı nasîb et, hidâyete kavuştur.
2. Müslüman ise, îmânını takviye et, hidâyette sâbit kıl.
3. Îmânında sâbit ise, kalb fütûhâtını nasîb et.
İşte Resûl-i Ekrem (asm), bu gibi ulvî manaları tazammun eden bir namazı kıldırıyor; böylece âleme imam oluyor.
İkinci Temsil: O Zât-ı Ekrem (asm), bir halka-i zikrin serzâkiridir, لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ diyor, mazi ve müstakbel tarafında saf tutan umûm enbiya, ahyâr, ebrâr ve sıddıkîn taifesi de O’nun söylediği kelimeyi söyleyip O’nu tasdîk ediyor.
Evet, O Zât-ı Ekrem’in saltanat-ı ma’neviyye-i nûrâniyye-i külliyesine bak ki; günde beş vakit namazda kâinâtta bir halka-i kübrâ teşekkül eder. O Zat-ı Ekrem (asm), manen o halkanın imâmı olur; bütün kâinât, arkasında saf tutup namaz kılar.
Demek namaz, şu kâinâtın aslî bir ibâdetidir. Şu âlemin hülâsası ise, dört kelimeden ibâret olan şu kelimât-ı mübârekedir ki; bunlara lisan-ı Kur’an’da “bâkiyât-ı sâlihât” denilir.[1] Bu kelimat şunlardır:
سُبْحَانَ اللّٰهِ وَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَ اللّٰهُ اَكْبَرُ وَ لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللّٰهِ الْعَلِىِّ الْعَظ۪يمِ
Beş farz namazın tesbîhâtında, bu kelimât-ı mübâreke tekrar edilir. Bütün peygamberler de namaz kılar ve bu mübârek kelimeleri tekrar eder.
Üçüncü Temsil: Şu kâinâtın yaradılışı, bir ağaç gibidir. Bütün enbiyânın hakîkatini tazammun eden Hakîkat-i Muhammediyye (asm), o ağacın çekirdeğidir. Bütün kâinât, o çekirdekten çıkmıştır. O çekirdek, neşv u nemâ bulup teşâub ederek dal budak salmıştır. Meselâ; Küre-i Arz, o dallardan birisidir. Artık diğer dalları, siz kıyâs edebilirsiniz. Kezâ o çekirdek gelişti, filiz verdi, güçlendi, yaprak ve çiçek açtı, meyve verdi. Böylece kâinât ağacı, bir bütün olarak o çekirdekten yaratılmış oldu. Bu ağacın kökü, Arş-ı A’lâ’da; dal ve budağı, bütün âlemi ihâta etmiş; semeredâr meyveleri ise, bütün enbiya ve evliyâlardır.
Hakîkat-i Muhammediyye (asm), âlemin her tarafına sirâyet etmiştir. Kâinât ağacının her tarafında o hakîkat mevcuddur. Kâinâtta, o hakîkati taşımayan hiç bir zerre yoktur. Çünkü ondan yaratılmıştır.
Evet, şu kâinât, O Zât-ı Ekrem (asm)’ın maddî ve manevî şahsiyetinden meydana gelmiştir. Netîcede şu âlem, maddeten O’nun maddî vücudunda toplandığı gibi; ma’nen de hakîkat-i vahiy olan Kur'an’da toplanmıştır. Yani, Kur'an, şu âlemin manasını ders vermekle O’nun ma’nevî cihetini tarif etmiştir. Tabir-i diğerle; kâinât bir kitab ise, Kur'an, onun bir tecüme-i ezeliyesidir. O hâlde ister maddesi olsun, ister manası olsun, şu kâinât, O Zat-ı Ekrem’in maddî ve ma’nevî şahsiyetinden ayrılamaz, O’nsuz düşünülemez, O’nunla mezcolmuştur. Öyleyse O Zat (asm), bütün kâinâtın, bahusus enbiya ve evliyanın re’si ve reisi, seyyidi ve efendisi, mürşidi ve üstadıdır.
Bütün peygamberlerin kökü, Hakîkat-i Muhammediyye’ye dayanıyor. O ağacın en büyük ve en mükemmel meyveleri peygamberlerdir. Peygamberler içerisinde de en büyük ve en mükemmel meyve, cesed-i Nebevî (asm)’dır. Dolayısıyla diğer evliyâlardır. Meyve olan O’nun cesed-i mübareki ayrıdır; hakîkati de ayrıdır. Yani biri maddîdir, diğeri manevîdir. Bu azîm hakîkati aklen tarif etmek, mümkün değildir.
Hülâsa: Resûl-i Ekrem (asm)’ın hakîkati, kâinâtın çekirdeğidir. Bütün dünya, o çekirdekten çıkıyor. Bu hakîkati, aklen isbat etmek ve tartmak mümkün değildir. O, bütün kâinâtın imamıdır. Kâinât, O’nun arkasında namaz kılıyor. Mabud-u Bilhakk’ın dergâhında elçimiz olan O Zat-ı Ekrem (asm), bütün mevcudatın ibadet ve taatlerini, tesbih ve tahmidlerini, tekbir ve tehlillerini, dua ve niyazlarını, arzu ve isteklerini dergah-ı İlahîye arzediyor. Hem O, ellerini semaya açarak Rabbinden bekâ ve likâ istiyor. “Bizi ve şu âlemi yok etme! Bizi, cemâlullah nimetiyle müşerref buyur, rızana nâil eyle.” diye münâcâtta bulunuyor. Sağ cenahta bulunan bütün peygamberler ve sol cenahta bulunan bütün evliyâlar, صَدَقْتَ وَبِالْحَقِّ نَطَقْتَ “Doğru söyledin ve hakkı konuştun.” diyerek, O Zât-ı Ekrem (sav)’i tasdîk ediyorlar.
Elbette mezkûr îzâhâttan da vâzıhan anlaşıldı ki; hiçbir vehim, hiçbir vesvese, hiçbir şübhe, böyle gâyet derecede kuvvetli ve râsih delîl ve hüccetlerle isbât ve te’yîd edilen Hakîkat-i Muhammediyye’ye ve Risâlet-i Ahmediyye’ye zerre kadar parmak karıştıramaz, o müddeâyı sarsamaz, ona şek ve şübhe îrâs edemez. Âmennâ!
(Heybil Yayınlarından “Evsaf-ı Muhammediye” adlı eserden alınmıştır.)
[1] Kehf, 18:46.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |