tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
(Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalaya dursun. Yakında bilecekler.) Dünya ve ahirette başlarına ne gibi felâketlerin geleceğini anlayacaklar; küfür ve isyanlarının dehşetli âkibetine kavuşacaklardır.
(Hicr, 15/3)
Hadîs-i Şeriflerden
Akşam ve sabah İhlas, Nas ve Felak surelerini üçer sefer oku. Bunlar, her türlü fenalık ve gelebilecek zararlara karşı sana kafi gelir.
(Ebu Davud, Edeb, 101)
Dualardan
Ya İlâhî! Tekmil işlerimizin sonunu hayr eyle. Dünyada zelîl olmaktan, ahirette azabtan koru. Ey yardımı bol olan Rabbimiz! Senin yardımın ziyade âli ve boldur. Her türlü noksanlardan berisin.
(Hacı Hulusi Bey)
Vecîze
İhtiyaç san'ata ve merak ilme ve sıkıntı vesait-i sefahete hocalık edip talime başlarlar.
Sünuhat
ORUÇ, ŞÜKRÜN ANAHTARIDIR

ORUÇ, ŞÜKRÜN ANAHTARIDIR

29.03.2024

Ellah’a şükretmek, üç şartı yerine getirmekle olur.

Birincisi: Gelen nimetleri doğrudan doğruya Ellah’dan bilmek,

İkincisi: O nimetlerin kıymetini takdir etmek,

Üçüncüsü: O nimetlere kendi ihtiyacını hissetmektir.

Şükür için gerekli olan mezkûr üç şart ise, ancak oruç vasıtasıyla tahakkuk eder. Çünkü oruçlu adam, yeme-içmeden kesilip, ihtiyacı olduğu halde hiçbir nimeti ağzına götüremediği zaman, İlahî bir yasak olduğunu düşünmekle şükre girer. İnsan, ne kadar zalim olursa olsun, oruç tuttuğu zaman, İlahî bir emirle yiyip-içtiğini ve İlahî bir yasakla yeme-içmeden kesildiğini anlar. İşte o İlahî izni ve İlahî yasağı düşünmek, şükürdür.

Oruç tutan mü’min, ni’mette in’amı; in’amda Mün’imi bulmakla şükreder. Namazda da şükür vardır; ama şükrün en bâriz görüldüğü ibadet, oruçtur. İnsanın eli, ayağı, gözü, kulağı birer nimettir. Ama insan, kendisine verilen nimetlerin kadrini tam anlayamıyor. Ne zamanki insanın kuvve-i zaikası durur, midesi çalışmazsa, işte o zaman kendisine verilen nimetlerin kadrini anlamaya başlar. Konuşan ve imanı telaffuz eden dil, ancak oruç tutmakla şükre girer. Kuvve-i zaikanın merkezi dil olduğu gibi, telaffuz etme cihetiyle maddeten şükreden yine dildir.

Oruç, şükrün anahtarıdır. Öyleyse oruç tutmakla şükür kapısından girelim. Oruç tuttuğumuz zaman, nimetlere olan ihtiyacımızı hisseder, o nimetlerin kıymetini takdir eder, gelen nimetleri doğrudan doğruya Ellah’dan biliriz. Bu sayede bütün âlemin nimet-i İlahiyyelerle dolu olduğunu görürüz. İşte o zaman, hakiki manada her şeyi Ellah’a verir, cüz’î şükürden, küllî şükre gireriz. Oruç tutan adam, “Madem bu nimetleri yiyemiyorum; öyleyse bu nimetler benim değildir. Madem bu nimetler benim değildir; öyleyse su, toprak, hava, Güneş, yıldızlar, cemadat, nebatat, hayvanat, kısaca hiçbir şey benim değildir” demek suretiyle اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ der, küllî bir şükür kapısını açar.

İnsan, oruç tutmadığı zaman, “Bu ni’metlerin kıymeti nedir?” bilmiyor, anlamıyor. İftâr vakti gelince, oruç vasıtasıyla akşama kadar aç kalan bir insanın nazarında, kuru bir parça arpa ekmeği, dünyanın en lezzetli ve en kıymetli ni’meti olur.

Evet, oruç tutan herkes, ister istemez fıtrî olarak o ni’metlerin kıymetini takdîr eder ve onların sahibine teşekkür eder. Bilmeyerek, gâfilce veya lafta değil; gerçekten bunu idrâk ederek o ni’metlerin kıymetini şuûrla anlar, bilir. İşte ehl-i imana bu şuûru kazandıran, oruç ibadetidir. Evet, tok olan bir insanın nazarında kuru bir ekmeğin değeri anlaşılmıyor. Genelde en değerli yemek, et kabul edilir. Halbuki kuru bir ekmek, oruçlu bir kimse için iftar vaktinde en büyük bir ni’mettir. Fakat oruç tutmayan, karnı tok olan bir adam, haddini aşar ve bunun yüksek ni’metiyet cihetini anlamaz.

Sadece dil ile teşekkür etmek, şükür sayılır mı? Evet, bu da şükür sayılır. Ancak hakîkî ve kâmil manada bir şükür değildir. Asıl şükür, nimeti vereni bulmak, O’na minnetdar olmak, O’nun emri ve izni dairesinde hareket etmektir. Sana bir nimet geldiği zaman, evvela düşüneceksin, sana gönderilen nimetin asıl sahibini bulacaksın.

İşte Ramazan’daki oruç vasıtasıyla her ferd-i insan, aczini anlar. Şayet Ellah’ın yardımı, tevfik ve inayeti olmazsa hiçbir nimeti elde etmeye gücü olmadığını derkeder. Fakrını anlar, nimetlere olan ihtiyacını hisseder. Böylece şükrün ne demek olduğunu bilir. Akşam olup sofra-i nimetten istifade edince, asıl nimet sahibi olan Ellah’a şükreder. “Eğer bu nimet benim olsaydı, yerdim. Bu nimetleri yiyemediğime göre, bu nimetler benim değildir” der. Bu nimetlerin asıllarının bulunduğu ebedî bir âleme ve ebedî nimet eden Zat’a iştiyak duyar. İnsan, gafil olduğundan, bir parça kuru ekmeğin, bir ağaçtaki meyvenin ve kendisine gelen maaşın değerini bilmez. Gafil insan, ancak oruç tutmakla bütün bu nimetlerin kadrini ve kıymetini anlamaya başlar.

Açlık, insana ârız olan bir beladır, bir imtihandır. İnsanı israftan men’ eder, iktisada alıştırır. O halde كُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُوا “Yiyin, için; fakat israf etmeyin”[1] ayetinin sırrına riâyet ederek yiyip içelim. İsraftan kaçınmak çok zor olduğu için, en güzeli oruç tutmaktır. Nefis tok olduğu zaman, hemen ifsadat peşinde koşar. Ama nefis, açlıkla terbiye edildiği zaman biraz da olsa durur. 

Demek hediye-i rahmet olan nimetleri sana veren Zat’a gerçek manada şükürle mukabele etmek, ancak oruç tutmakla olur. Çünkü şükür, o nimetlere olan şiddet-i ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Bu ihtiyaç ise ancak oruçla hissedilir. Oruç tutan adam, hiçbir şeye sahib olmadığını anlamakla beraber kendisine gelen her rızkın üzerinde Mün’im-i Hakiki’nin elini görür. Ramazan’da oruç tutmakla muntazam bir ordu hükmüne geçen ehl-i iman, şiddet-i ihtiyacından dolayı bir kuru ekmeği, dünya ve mafiha kıymetinde görmekle, gerçek şükrün mikyasının oruç olduğunu derk eder.

 

(Heybil Yayınlarından “Orucun Hikmetleri” adlı eserden alınmıştır.)  

 


[1] A’raf, 7:31.

 

Bu yazi 978 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.211 sn. deSen
↑ Yukarı