Şeâir kelimesi şiar, şaîre kelimesinin çoğuludur. Lugat manası; “ayırıcı özellik, nişan, alâmet” demektir. Istılahî manasına gelince; icrâ ve tatbîki, Devlet-i İslâmiye’ye âid olan farz-ı kifâye ve sünnet-i kifâye nev’inden olan emirlere, Şeair-i İslamiye denir. Bunlar, hukûk-u âmmeye taalluk eden ahkâm cinsindendir.
Evamir-i İlahiyye iki kısma ayrılır:
Bir Kısmı: Şahsî farzlar ve şahsî sünnetlerdir ki; her şahıs bu emirleri yerine getirmekle mükelleftir.
Diğer Kısmı: Cemiyet-i İslamiyenin yerine getirmekle mükellef oldukları farz ve sünnetlerdir. Mesela; cenazenin yıkanması, techiz ve tekfini, cenaze namazının kılınması, cenazenin tedfini farz-ı kifayedir; ezan okumak, sünnet-i kifayedir. Müslümanlardan bir taife bu vazifeyi yerine getirse, bütün Müslümanlar mes’uliyetten kurtulur. Aksi takdirde bütün Müslümanlar mes’ul olur. İşte farz-ı kifaye ve sünnet-i kifaye nev’inden olan bu emirlere Şeair-i İslamiye denir. Kur’an-ı Mu’cizu’l-Beyan’ın birkaç ayet-i kerimesinde bu tabir kullanılmıştır. Mesela; Hac Suresi’nin 36. ayet-i kerimesinde Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:
وَالْبُدْنَ جَعَلْنَاهَا لَكُمْ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِ
“Biz, büyük baş hayvanları da sizin için Ellah'ın (dininin) işaretlerinden (kurban) kıldık.”[1]
Kurban kesmek, cumhûra göre sünnet-i kifayedir. Bu sebeble Şeâir-i İslamiyye’den kabul edilmiştir. Yine Hac Sûresi’nin 32. âyet-i kerimesinde ise şöyle buyrulur:
وَمَنْ يُعَظِّمْ شَعَٓائِرَ اللّٰهِ فَاِنَّهَا مِنْ تَقْوَى الْقُلُوبِ
“(Her kim Ellah'ın) farz-ı kifaye ve sünnet-i kifaye olan (hükümlerine tazimde bulunursa, şüphesiz bu, kalblerin takvâsındandır.)”[2]
Demek şeairi ihya etmek, kalblerin takvasındandır. Yani kâmil ve hakîkî bir imanın, ihlas, samimiyet ve sadakatın bir ifâdesi, bir göstergesidir.
Ramazân ayında tutulan oruç, şeâir-i İslamiyedendir. Yani İslâm, nişanlarından ve alametlerindendir. Her ne kadar oruç tutmak, farz-ı ayndır. Ancak umûmî manada oruç ibadetinin tatbikini sağlamak, oruç tutmayanları cezalandırmak ise, farz-ı kifayedir. Ramazân-ı Şerîf gelince, Devlet-i İslamiye, çarşı-pazarda yemek ve içmeyi yasaklar. Dâhil-i İslâm’da yaşayan ve zımmî sayılan Yahûdî ve Hıristiyanlar’a da -Ramazân ayı boyunca- dışarda, aşikâre yemek ve içmeyi yasaklar.
İşte Ramazân ayı boyunca İslam memleketinin her tarafında yemek ve içmek yasaklandığından bu hâl ve vaziyet, İslâm şiârı sayılmaktadır. Ramazân ayı geldiğinde bu emr-i İlahiye imtisâl etmek, umûm milletler tarafından mecbûrî olduğundan Ramazan ayında edâ edilen oruç ibadeti, İslâm’ın bir alâmeti kabûl edilmiştir. Bu emr-i İlâhî’nin tatbîki, Devlet-i İslâmiye’ye aiddir, O’nun vazîfesidir. O da bu emri, umûm milleti mecbur hâle getirerek yerine getirir. Yani, onlara oruç tutturur. İşte memleketin her tarafında bu ibâdet tatbîk edildiğinden; bu hâl, İslâm alâmeti ve sembolü olarak görünür.
Hülasa: Şeair-i İslamiyye, hukuk-u amme olup, cem’iyyete âid bir ubûdiyyettir. Ramazan orucu tutulmadığı takdirde, Devlet-i İslamiyyenin müdahale hakkı bulunmaktadır. İslamiyet’in en büyük alametlerinden olan namaz, bahusus cemaatle kılnan namazlar, oruç, hac, zekât gibi ibadetler, hem şahsî bir haktır, hem umuma taalluk eden bir haktır. Mesela; namaz kılmak, şahsa farz-ı ayn ise de namaz kılmayanları tesbit edip cezalandırmak, devlete farz-ı kifayedir. Zekat vermek, şahsa farz-ı ayn ise de zekat vermeyenleri cezalandırmak, devlete farz-ı kifayedir. Hacca gitmek, şahsa farz-ı ayn ise de her sene, Müslümanlara hac ibadetini yaptırmak, bu hususta manileri bertaraf etmek, devlete farz-ı kifayedir.
(Heybil Yayınlarından “Orucun Hikmetleri” adlı eserden alınmıştır.)
[1] Hac, 22:36.
[2] Hac, 22:32. Ayrıca “şeâir” kelimesi, Bakara, 2:158; Maide, 4:2; ayet-i kerimelerinde geçmektedir.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |