فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَشَه۪يقٌ
“(Kendi irâdeleriyle şekâvete düşmüş olanlar,) dünyâda iken îmân ve ubûdiyetten istinkâf etmek sûretiyle şekâvete dûçâr olan bedbahtlar, (ateştedirler.) Küfür ve inkârları sebebiyle dünyâda ma’nevî bir ateş, onların kalblerini ma’nen yaktığı gibi dâr-ı âhirette dahî maddî ve hakîkî bir Cehennem’e atılacak, cismânî ve rûhânî azâb ve elem çekeceklerdir. (Onlar için orada) o Cehennem ateşi içinde (zefîr ve şehîk vardır.)”[1]
خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ
“Kendi irâdeleriyle şirk ve küfür yolunu ihtiyâr etmekle şekâvete düşenler, (orada) o Cehennem’de (gökler ve yer devâm ettikçe ebedî olarak kalacaklardır.) Onlar, Cehennem’den asla çıkmayacaklardır. “(Rabbinin dilediği müstesnâ. Şübhe yok ki senin Rabbin, dilediğini hakkıyla yapandır.) Binâenaleyh Ellâh, şakîlere de Cehennem’de ebediyyen azâb etmeğe kâdirdir. Buna i’tirâza hiç kimsenin salâhiyyeti yoktur. O Kadîr-i Hakîm, bütün kâinâtta hikmet ve kudretinin gereğine göre tasarrufta bulunur, lâyık olanları da çeşit çeşit azâblar ile cezâlandırır.”[2]
Ba’zıları, bu âyet-i kerîmede geçen اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَ “(Rabbinin dilediği müstesnâ.)” ifâdesinden Cehennem’in ebedî olmadığı manasını çıkarmak gibi bir yanlışa düşmüşlerdir. Müfessirîn-i izâm, onların bu hatalarını şöyle tashîh etmişlerdir:
Âyet-i kerîmede geçen istisnâ;
1. Ya kudret-i İlahiyedendir. Yani, kudret-i İlâhiye noktasında düşünüldüğünde; Cenâb-ı Hakk dilerse, kâfirleri hiç Cehennem’e koymaz; dilerse, onları usât-ı mü’minîn gibi Cehennem’de muvakkaten cezalandırır, sonra Cennet’e koyar; dilerse, Cehennem’de ebedi habseder. O’nun kudreti elbette her şeye kâfidir. Fakat O Alîm-i Kadîr, bütün semavi kitabların, enbiya ve mürselînin lisanıyla kâfirlerin Cehennem’de ebedî kalacaklarını va’dettiği ve hulfu’l-vaîd hakkında muhal olduğu için elbette vaîdini yerine getirecek, kâfirleri Cehennem’de ebedî bir sûrette ta’zîb edecektir.
2. Veya istisna, hulûddandır. Bu durumda müstesnâ olanlar, ehl-i îmânın fâsıklarıdır. Zîrâ ehl-i îmândan olan fasıklar, her ne kadar Cehennem’e gireceklerse de günâhları mikdârı ceza çektikten sonra îmânları sebebiyle Cehennem’den çıkıp Cennet’e gireceklerdir. Şu hâlde âyet-i kerîmede geçen “şakî” ta’bîri, hem kâfire hem de mü’min fâsıka şâmildir. Demek şakîler (bedbahtlar), iki kısımdır:
Bir kısmı: Kâfir olanlardır ki bunların; Cehennem’de ebediyyen kalacakları, birçok âyetle beyân buyurulmuştur.
Diğer kısmı ise, mü’min oldukları hâlde günâhkâr olanlardır ki bunların; Cehennem’deki azâbları sonsuz olmadığından Cenâb-ı Hakk, dilediği zamân onları Cehennem’den çıkaracaktır. Bu mevzu, ileride delilleriyle beraber izah ve isbat edilecektir.
3. Veya istisnâ; kâfirlerin Cehennem ateşiyle ebedî muazzeb olmalarındandır. Bu durumda müstesnâ olan, ateş dışındaki bir şeyle muazzeb olmaktır. Zira kâfirler, ateşle muazzeb oldukları gibi soğukla, tabaka-i zemherîrle ve sâir envâ-ı azâbla dahî muazzeb olacaklardır. Bu manaya göre, âyetteki istisnâ, ateş azâbından olup müstesnâ olanlar ise kâfirlerdir. Buna nazaran âyet-i kerîmenin ma’nâsı şöyle olur:
“Ehl-i şekâvet, Cehennem ateşinde ebedî bulunurlar. İllâ şol zamân müstesnâdır ki; o zamânda onlar, ateşin gayrı azâbla muazzeb olmak için ateşten çıkarlar.”
Cehennem ehli olan kafirlerden her birisinin, Cehennem’de kendisine mahsûs bir yeri vardır. O kimse, orada ebedî olarak kalır ve ateşle ta’zîb olunur. Bir de kafirlerin, Cehennem içinde envâ çeşit azâb ile tâ’zib edilmek için götürüldükleri muvakkat yerler mevcûddur. Ehl-i Cehennem, bu yerlerde ebedî kalmazlar. Tekrar Cehennem’deki asıl yerlerine, ateşe sevk edilirler. Dolayısıyla ehl-i Cehennem, Cehennem’de ebedî kaldığı halde nârda, ateşte ebedî kalmaz. Bazen başka bir nev’ azabla ta’zîb olunması için ateşten çıkarılır, sonra tekrar asıl yerine getirilir ve orada ateşle tazib olunmaya devam edilir. Bu mevzu, ileride tafsîlâtlı bir sûrette izah edilecektir.
Evet Cehennem’deki azab, tek bir minvâl üzere, yani sadece ateşle değildir.[3] Kahhâr-ı Zülcelâl, mücrimleri, bazen zemherîrle azablandırır. Bazen yılan ve akreblerle onlara azab verir. Bazen köpekleri onlara musallat eder. Bazen onları sarp tepelere tırmandırır.[4] Bazen yüksek kayalardan aşağı atar. Ve hâkezâ Cehennem’de çeşit çeşit cezalar vardır. Bu mevzu da ileride tafsîlâtlı bir sûrette izah edilecektir.
4. Yahut istisnâ; ehl-i Cehennem’in çirkin sadâlarındandır. Buna nazaran âyet-i kerîmenin ma’nâsı şöyle olur:
“Ehl-i Cehennem için çirkin sadâlar ve merkebler gibi anırmak vardır. İllâ şol kimseler müstesnâdır ki; meşîet-i İlâhiyye, onların çirkin sadâ ile bağırmamalarına taalluk ederse, onlar bağırıp çağırmazlar.”
(Semendel Yayınlarından “Dar-ı Şekavet Cehennem” adlı eserden alınmıştır.)
[1] Hûd, 11:106.
[2] Hûd, 11:107.
[3] İbrahim, 14:17, Sad, 38:56-58.
[4] Cin, 72:17; Müdessir, 74:17, Beled, 90:11.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |