فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَشَه۪يقٌ
“(Kendi irâdeleriyle şekâvete düşmüş olanlar,) dünyâda iken îmân ve ubûdiyetten istinkâf etmek sûretiyle şekâvete dûçâr olan bedbahtlar, (ateştedirler.) Küfür ve inkârları sebebiyle dünyâda ma’nevî bir ateş, onların kalblerini ma’nen yaktığı gibi dâr-ı âhirette dahî maddî ve hakîkî bir Cehennem’e atılacak, cismânî ve rûhânî azâb ve elem çekeceklerdir. (Onlar için orada) o Cehennem ateşi içinde (zefîr ve şehîk vardır.) Zefîr; nefes vermek, şehîk ise nefes almaktır. Zefîr, merkebin nefesini dışarıya verirken çıkardığı sese denir. Şehîk ise, merkebin nefes alırken, nefesini içeri çekerken çıkardığı sese denir. Tabir-i diğerle, zefir, himârın evvelki keskin savtıdır, şehîk sonraki ince sadasıdır. Buna göre âyetin manası: “Şol şirk ü isyanla şakî olanlar için, Cehennem ateşinin elemiyle mukaddem şedîd savtla çağırmak, sonra ince sada ile nâle etmek vardır.”[1] Ehl-i Cehennem; gâm ve kederlerinden böyle münker bir ses çıkarırlar. Bir diğer ma’nâ şöyledir: ‘Cehennem, böyle münker ve mühîb bir sadâ çıkarır. O sadâ, Cehennem’in gayz ve galeyânından neş’et eden bir sestir ki; Cehennem, ehl-i Cehennem’i o savtla kendisine celbeder.’ ”[2]
خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ
“Kendi irâdeleriyle şirk ve küfür yolunu ihtiyâr etmekle şekâvete düşenler, (orada) o Cehennem’de (gökler ve yer devâm ettikçe ebedî olarak kalacaklardır.) Onlar, Cehennem’den asla çıkmayacaklardır. “(Rabbinin dilediği müstesnâ. Şübhe yok ki senin Rabbin, dilediğini hakkıyla yapandır.) Binâenaleyh Ellâh, şakîlere de Cehennem’de ebediyyen azâb etmeğe kâdirdir. Buna i’tirâza hiç kimsenin salâhiyyeti yoktur. O Kadîr-i Hakîm, bütün kâinâtta hikmet ve kudretinin gereğine göre tasarrufta bulunur, lâyık olanları da çeşit çeşit azâblar ile cezâlandırır.”[3]
Ba’zıları, bu âyet-i kerîmede geçenمَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ “gökler ve yer devâm ettikçe” ifâdesinden Cehennem’in ebedî olmadığını düşünmek gibi bir hatâya düşmüşlerdir. Müfessirîn-i izâm, onların bu görüşlerine şöyle cevâb vermişlerdir:
مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ “ gökler ve yer devâm ettikçe” ifâdesine gelince; Arablar, ebedî olan bir şeyi semâvât ve Arz’ın devâmına teşbîh ettiklerinden, âyet-i celîle, onların bu teşbihleri üzerine inzâl olmuştur.
Evet, bu ve buna benzer ifâdeler, Arablar tarafından kullanılan ifâdeler olup bir şeyin nihâyetini değil, bilâkis “ebediliğini” bildirir. Zîrâ Arabçada sonu gelmeyen bir şeyi ifâde etmek için bu ifâdeden başka “Gece karârıp etrâfı örtmeye devâm ettiği sürece”, “Gece ve gündüz birbirini ta’kîb ettikçe”, “Denizde su var oldukça”, “Dağ yerinde durdukça” gibi ifâdeler de kullanılır. Mütekellim-i Ezelî, Kur’ân’ın ilk muhâtabı olan Arab Kavmi’ne Cehennem’in ebedîliğini bildirmek için onların dillerindeki ifâdelerini kullanmıştır. Dolayısıyla mezkûr âyetteki “ gökler ve yer devâm ettikçe” ifâdesinden hareketle Cehennem’in ebedî olmadığını düşünmek yanlıştır.
Veya Semâvât ve Arz’dan murâd; âhiretin Semâvât’ı ve Arz’ıdır. Bu ma’nâya nazaran, teşbîhe hâcet yoktur. Zîrâ âhiret, ebedî olduğundan Semâvât’ı ve Arz’ı dahî ebedîdir. Gelecek âyet-i kerîme, bu hakîkati ifâde etmektedir:
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ
“Yer başka bir yere, gökler de başka göklere tebdîl edildiği gün…”[4]
Bu âyet-i kerîmede, kıyâmetle berâber dünyâ düzeninin tamâmen bozulup göklerin
ve yerin âhirette başka göklere ve yere dönüşeceği ifâde edilmektedir.
(Semendel Yayınlarından “Dar-ı Şekavet Cehennem” adlı eserden alınmıştır.)
[1] Mevâkib Tefsîri.
[2] Hûd, 11:106.
[3] Hûd, 11:107.
[4] İbrahîm, 14:48
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |