tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
(Yeryüzünde kibirli bir halde yürüme. Şüphe yok ki, sen ne yeri yarabilirsin) öyle bir kuvvete sahip değilsin (ve ne de boyca dağlara yetişebilirsin.) Artık bu kadar büyüklük taslamak sana yakışır mı?
(İsra, 17/37)
Hadîs-i Şeriflerden
Müslüman ölülere sövmeyin, ayıplarını söylemeyin. Çünkü onlar, ahirete götürdükleri iyi veya fena amellerinin sonuçlarıyla başbaşadırlar.
(Buhari, Cenaiz, 97)
Dualardan
Yâ Rabbî ve yâ Rabb-es Semavati Ve-l Aradîn! Yâ Hâlıkî ve yâ Hâlık-ı Külli Şey! Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilatıyla ve bütün mahlukatı bütün keyfiyatıyla teshir eden kudretinin ve iradetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi bana müsahhar eyle! Ve matlubumu bana müsahhar kıl! Kur'ana ve imana hizmet için, insanların kalblerini Risale-i Nur'a müsahhar yap! Ve bana ve ihvanıma iman-ı kâmil ve hüsn-ü hâtime ver. Hazret-i Musa Aleyhisselâm'a denizi ve Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm'a ateşi ve Hazret-i Davud Aleyhisselâm'a dağı, demiri ve Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'a cinni ve insi ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a Şems ve Kamer'i teshir ettiğin gibi, Risale-i Nur'a kalbleri ve akılları müsahhar kıl!.. Ve beni ve Risale-i Nur talebelerini, nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve Cehennem ateşinden muhafaza eyle ve Cennet-ül Firdevs'te mes'ud kıl! Âmîn, Âmîn, Âmîn.
(Lem'alar)
Vecîze
Der-akab zeval ile acılanan mülâkatlar, keder ve meraka değmez. İştiyaka hiç lâyık değildir. Çünki zeval-i lezzet, elem olduğu gibi; zeval-i lezzetin tasavvuru dahi bir elemdir.
Sözler
EHL-İ CENNET’İN DİĞER BİR HALİ

EHL-İ CENNET’İN DİĞER BİR HALİ

05.01.2024

مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلٰى رَفْرَفٍ خُضْرٍ وَعَبْقَرِيٍّ حِسَانٍۚ

“Ehl-i cennet, yeşil ve renkli döşekler üzerinde uzandıkları, gayet nefîs ve acîb koltuklar ve yastıklara yaslandıkları ve gayet güzel ve münakkaş halılar üzerinde oturdukları halde telezzüz ederler.”[1]

Ayet-i kerimede geçen  رَفْرَفٍkelimesi, döşek, yastık veyahut halı gibi yerdeki sergilerdir. Veyahut çadırların yanlarıdır. Bazen bu kelime, geniş elbise hakkında da kullanılır. Burada yastık manasında olsa daha güzeldir. Evvelki iki cennette, ehl-i cennetin  “furuş” (yataklar ve döşekler) üzerine yaslanmalarından bahsedilirken, burada ise refrefe yaslanılması, evvelki cennetlerin veya o iki cennet ehli olan mukarreblerin derecelerinin daha yüksek olduğuna işarettir.

عَبْقَرِيٍّ Abkar’a mensub demektir. Abkar, cinlerin yaşadığına inanılan efsanevî bir yerin adıdır. Acib şeyler oraya isnad edilir. عَبْقَرِيٍّ güya insanlar tarafından yapılmamış, öyle acib bir yerde imal edilmiş şeyler demektir. Her acib şeye, عَبْقَرِيٍّ denir. Yani ehl-i cennet, cennette çok acib ve güzel sergiler üzerine otururlar. Evet, bu iki cennetteki sergiler, çok acib ve çok güzeldirler. Ancak evvelki cennetlerdeki mefruşat,  daha yüksektir. Onların içi istebrak yani kalın ipek kumaştandı. Dışı ise sündüs denilen ince ipekten idi. Bu ise, acib bir halı veya yastık veyahut koltuk cinsidir. Biz, bu dünyevi aklımızla onları ancak yeşil bir halı veya yeşil bir yastık veyahut yeşil bir koltuk olarak düşünebiliriz. Daha ilerisini idrak edemiyoruz. Zaten idrak edemiyeceğimiz kadar acib ve güzel olduğundan, Ellahu Teala onlar için عَبْقَرِيٍّ tabirini kullanmıştır.

Veyaعَبْقَرِيٍّ  kelimesi, Yemen Bölgesinde bulunan Abkar kasabasına mensup demektir. Orada son derece güzel, nakışlı halı ve kilimler dokunur. Yüce Ellah, bu nakışlı sergileri anlatmak suretiyle, o iki cennetin sergilerinin keyfiyetini zihnimize yaklaştırdı.

Acaba her bir ehl-i cennete semavat ve arz genişliğinde bir cennetin verildiği, o cennetlerin bağ ve bahçelerle, çeşme ve pınarlarla, kasr ve saraylarla tezyin edildiği, pek çok mücevheratla işlenen her bir kasrın pek çok hadim ve gılmanlarla şenlendiği, o sarayların tabanına yeşil sergiler serildiği, koltukların dizildiği, ehl-i cennetin her çeşit hüzün ve korkudan emin olarak selametle o koltuklar üzerinde oturduğu ve karşısında hurilerin ona nağmeler söylediği o cennette istediği yerde gezip dolaştığı bir saltanattan daha büyük bir saltanat düşünülebilir mi?

Asıl takva, Ellah’ın nimetlerini terk etmek değildir. Belki nimetler içindeyken Ellah’ı ve ahireti unutmamak ve o nimetlerden sünnet dairesinde istifade etmek ve yeri geldiği zaman çekinmeden o mal ve serveti Ellah yolunda feda etmektir. Hazret-i Süleyman ve Hazret-i Davud (a.s), muhteşem bir saltanatla hükmediyorlardı. Hazret-i Yusuf (a.s), Mısır’ın azizi idi. Hazret-i Eyyub (a.s)’ın pek çok mal ve serveti mevcuddu. Bu zevat-ı aliye bu saltanat ve servetlerini Ellah ve ahiret hesabına kullandılar. Bundan dolayı ahirette daha alasını ve mükemmelini buldular.

Demek dünyada saltanat ve servet sahibi olmak günah ve ehl-i kemal için bir nakıse değildir. Asıl günah ve nakıse olan, o saltanat ve serveti gayr-ı meşru yoldan elde edip gayr-ı meşru yolda sarfetmek ve Ellah ve ahiretten gafil olmaktır.

Ya Rab! Hesabsız bir surette Cennet’e girmeyi lutfunla bizlere nasib eyle. Amin.

 

(Semendel Yayınlarından Rahman Suresi’nin Tefsiri adlı eserden alınmıştır.)

 

 


[1] Rahman, 55:76.

 

Bu yazi 934 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.748 sn. deSen
↑ Yukarı