Cennete ait nimetlerin Kur’an’da bahsedilmesinin birkaç hikmeti vardır:
Birincisi: Dünyevi nezairine teşviktir.
İkincisi: Kudret-i İlahiyeyi ta’riftir.
Üçüncüsü: Va’dedilen cennetin evsafını beyan etmektir.
Dördüncüsü: Cennette saadet ve lezaizin hem ruhani, hem de cismani olduğunu ders vermektir.
Beşincisi: Kur’an-ı Azim’in mu’cize olduğunu isbat etmektir. Zira nev-i beşer için gayb hükmünde olan cennet ve nimetlerini tavsif etmek, bir mu’cize-i Kur’aniye’dir. Kur’an-ı Mu’cizu’l-Beyan, bununla cin ve inse şu dersi vermektedir: “Madem Kur’an, mu’cizedir. Öyle ise bu müjde-i Kur’aniyeye nail olmak için, Kur’an’a iman ve itaat edin. Ancak Kur’an’a temessük ile ve O’nun ahkamını hayatın her safhasında icra ve tatbik etmekle dünya ve ahiret saadetine erebilirsiniz. Şayet Kur’an’a iman edip ahkamıyla amel etmek istemiyorsanız, öyle bir nizamname getirin ki, bütün zamanların ihtiyaçlarına cevab versin, taravet ve gençliğini muhafaza etsin, herkes her istediğini içinde bulsun ve ona riayet ettiğiniz takdirde sizi hem dünya, hem de ahiret saadetine ulaştırsın. Madem böyle bir nizamnameyi getirmekten acizsiniz ve bugüne kadar da böyle bir nizamnameyi hiç kimse ortaya koyamamıştır. Öyle ise Kur’an’ı kabul edin, ilmi, ameli ve edebi sahalarda ahkam-ı Kur’aniye ile amel edin. Ta ki saadet-i dareyne nail olasınız.
Acaba böyle hem dünyayı, hem ahireti, hem teklifi, hem tekvini tarif eden, hem cin ve insin saadet-i dareyne mazhar olmalarını hedef alan, hem bütün zamanlara hükmeden ve her ihtiyaca cevab veren Kur’an gibi bir kitab-ı cami var mıdır? Hayır asla ve kat’a. Dünyada O’nun bir benzeri ve naziri yoktur. Öyle ise o kitaba ve ahkamına temessük edin ki, felaha eresiniz.
Evet, ahkâm-ı İlâhiyye, zamânla mukayyed değildir. Ezelden gelmiş, ebede gidecektir. Mensûh olmamak kaydıyla bütün ahkâm-ı İlâhiyyenin hükmü, kıyâmete kadar devâm eder. Cenâb-ı Hak, ahkâm-ı İlâhiyyenin aslâ değişmeyeceğini ve bütün zamânlara hıtâb edip bütün zamânların ihtiyâclarına kâfî geldiğini şu âyetiyle açık bir şekilde ifâde etmektedir:
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًا لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
“Ey Ekreme’r-Rusül! Rabbin Teâlânın kelimesinden ibâret olan Kur’ân, va’dinde sâdık ve hükmünde âdil olması bakımından tamâm oldu. Aslâ noksan kalmadı. Çünkü, ihbârında yalan ve ahkâmında aslâ zulüm yoktur. Gerek geçmiş ümmetler hakkında, gerek kıyâmete kadar zuhûr edecek hâdisât husûsunda vermiş olduğu haberleri vâkıa mutâbıktır, aslâ hulf yoktur. Emir ve nehiy, helâl ve harâm gibi bütün ahkâmı adâlete muvâfıktır. Rabbin Teâlânın kelimâtını tebdîl ve tahrîf ve kıyâmet gününe kadar ahkâmını tağyîr edici yoktur. Zîrâ, senin bi’setinle emr-i nübüvvet ve risâlet tamâm ve bâb-ı vahiy münsed oldu. Binâenaleyh sen, enbiyânın hâtemi ve rusül-i kirâmın seyyidi oldun. Allâhu Teâlâ, kullarının sözlerini duyar ve işlerini bilir.”[1]
Asrımızın müfessiri olan Üstâd Bedîüzzamân (r.a) Hazretleri bu gibi ayetlerin tefsir-i manevisi sadedinde şöyle buyurmaktadır:
“Evet, Kur’ân’ın düstûrları, kánûnları ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyyetin kánûnları gibi ihtiyâr olup ölüme mahkûm değildir. Dâimâ gençtir, kuvvetlidir.”[2]
“Şerîat-ı Garrâ; Kelâm-ı Ezelîden geldiğinden, ebede gidecektir.”[3]
(Semendel Yayınlarından Rahman Suresi’nin Tefsiri adlı eserden alınmıştır.)
[1] En’âm 115.
[2] Sözler, 429.
[3] Târihçe-i Hayât, 54.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |