وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ جَنَّتَانِ
“Râbbinin huzurunda kıyamdan korkan kimse için iki cennet vardır.”[1]
Ayet-i kerimede geçen رَبِّ kelimesi, terbiye eden demektir. Cenab-ı Hakk’ın terbiyesi de iki çeşittir:
Birincisi: Teklifen yani Kur’an ile terbiye etmesidir.
İkincisi: Tekvinen yani mevcudat-ı âlemi ona musahhar edip ihtiyacatını karşılamak ve mazarratını def’ etmek suretiyle onu kemale sevketmesidir.
Bu ayet-i kerime ifade ediyor ki; kim bu iki kısım terbiyeyi düşünürse, hem Ellah’ın hazır ve nazır olmasından korkar, hem de ahiretteki hesabından korkar. Böylece iki cennete namzed olur.
مَقَامَ رَبِّه۪ tabiri ifade ediyor ki; “Seni terbiye eden Rabbinden kork. Seni terbiye ettiği halde Rabbinden nasıl korkmuyorsun? Rızkını verdiği, zerrat-ı vücudunu idare ettiği halde, O’nun huzurunda günah işlemeye nasıl cür’et edersin. Günah işlemekle haddini aştığın için seni cezalandırmakla terbiye etmesi, rububiyetinin gereğidir.”
Evet Cenab-ı Hak, rububiyet sıfatıyla kullarını iki şekilde terbiye eder:
Biri; lütuf ile,
Diğeri; kahr iledir.
Nasıl ki; bir padişah, saltanatına itaat edenleri mükafatlandırarak taltif eder. İtaat etmeyenleri ise hesaba tabi tutar, cezalandırır. Aynen öyle de Cenab-ı Hak, saltanat-ı rububiyetine itaat eden muti kullarını hem dünyada, hem de ahirette taltif eder. O saltanata inkar ve isyan ile mukabelede bulunanları ise, dünya ve ahirette cezalandırır.
İşte Kur’an, bu sırdan dolayı cin ve inse şöyle hitab ediyor: “Ey cin ve ins! Evamir-i İlahiyeye itaat ederseniz, sizin için ahirette cennet vardır. Şayet itaat etmezseniz, cehennem azabını hak edersiniz. Dünyada ise; itaat ederseniz, gazab-ı İlahi’den emin olup eski akvam gibi helak olmaktan kurtulursunuz. Hem dünya saltanatına sahib olursunuz. İtaat etmezseniz, ya kılıçla helak olursunuz; ya da bela ve musibetle te’dib olunursunuz.” Tehdidat-ı Kur’aniye bu minval üzeredir.
Kur’an, saadet ve şekavet noktasında asıl olarak ahiretteki saadet ve şekaveti nazara verir. Zira ahiret ebedidir. Dünyevi saadet ve şekavetten ise, tebei olarak bahseder. Zira dünyadaki saadet, cennete nisbeten fani ve lezzeti çok cüz’idir. Dünyadaki azab da ahiretteki azaba nisbeten çok hafif ve geçicidir.
Cenab-ı Hak, bu ayet-i kerimede, korku ile ümidin müvazenesini te’min için esma-i İlahiye içinden “Rab” ismini tercih etmiştir. Çünkü Rab ismi, şefkat ve merhameti bildirir.
Rabbinden korkanlara iki cennetin verilmesi, lütuf ve ihsan cihetiyledir. Yoksa vacib bir hak değildir. Zira bir mü’min, ameliyle cenneti hak edemez. Ancak onun Rabb-i Rahim’i, makam-ı İlahisinden korkan ve bu korkusunu, O’na itaat etmek ve günahlardan sakınmakla izhar eden bu kulunu, mahza lutf u keremiyle cennete idhal eder. O halde insanın ameli, cennetin bahası değil, bahanesidir.
Evet, “Kader Risalesi ve Şerhi”nde isbat edildiği üzere; insanın mazhar olduğu hasenatta hissesi, sadece Ellah’tan gelen emri veya o haseneyi kabul etmektir. İnsan işlediği hasenat için, “Ben yaptım.” diyemez, fahre hakkı yoktur. Zira işlediği o hasenatı isteyen ve halkeden Ellah’dır. İnsanın o hasenatta hissesi, sadece Ellah’tan gelen o emri kabul edip reddetmemektir. Hem o hasenat ve ibadetler, geçmiş nimetlerin şükrü içindir. Gelecek herhangi bir mükafatı hak etmek için değildir. Cenab-ı Hak, cenneti mahza lutf-u keremiyle ihsan eder. Bununla beraber, O Kerim-i Zülcemal, bu fazl u keremini iman edip amel-i salih işleyen, yani Rabbinden korkan kullarına vereceğini vad ettiği için, insanın ameli bu lutfa mazhar olmak için bir şart-ı adidir. Yoksa cenneti vermek, Ellah üzerine vacib bir hak değildir. Eğer o şart-ı adi olmazsa, insan o lutuftan mahrum kalır. Burada mü’minin ameli, bir bahçeye gelen suyun kapağını açmak gibidir. Eğer o kapağı açmazsa, o kimse bahçenin kurumasına sebebiyet verir. Fakat sadece kapağı açtı diye, o bahçenin vücuduna malik olamaz. Zira o bahçenin vücudda kalması için daha başka şartların da mevcud olması lazımdır. Aynen bu misal gibi insan, iman etmemekle cehennemi hak eder. Fakat iman etmekle cenneti hak edemez. Zira cehennem, ceza-i ameldir. Fakat cenneti elde etmek, sadece insanın iman, amel-i salih ve takvasına bağlı değildir. Belki fazl-ı İlahidir.
(Semendel Yayınlarından Rahman Sûresi’nin Tefsiri adlı eserden alınmıştır.)
[1] Rahman, 55:46.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |