بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ وَ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ عَلٰى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰ لِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَع۪ينَ
Hakkımızda etrafta dolaşan asılsız birçok iftiralardan birine mecbur kalarak verdiğimiz bir cevaptır.
Yazdığımız bazı yazılarda Abdulmennan Özmen’e verilen ev ve medresenin bizim verdiğimizi ifade etmiştik. Bazı kişilerce bu kelimemiz yanlış anlaşılmış ve bunları bizim vermediğimizi ifade etmişler.
Evvela: Biz verdik ifadesinden muradımız bu medresenin ve evin meydana gelmesinde Ellah’ın izni ile tek müsebbib-i zahiri bizim olmamızdır.
Saniyen: Meselenin vuzuha kavuşması için bu medrese ve evlerin tarihçesini ifade etmemiz gerek. Şöyle ki:
Merter’de bulunan medresemiz evvela -Ellah razı olsun- Fikret Kale’nin o mevkide bulunan küçük bir bodrumun kapısını camiye doğru açması vasıtasıyla kuruldu. Sonrasında Fikret Kale yarım daire daha buraya idhal etmek istediğini ve bu fikrini benim yani Muhammed Doğan’ın Selim Kale’ye söylememi istedi. Ben de kendisine söyledim. O sıralar Selim Kale henüz İstanbul’a yerleşmemişti. Kendisi İstanbul’a geldi. Kabul etti ve yarım daire medreseye idhal edildi.
Sonrasında yine zahiren sadece bizim müsebbebiyetimizle cemaatimiz tedricen başta yarım daire, sonrasında ise iki daire alarak medresemize idhal ettiler. Daha sonrasında yine cemaatimiz vasıtasıyla bir daire daha alındı. Fakat bu daire medreseye idhal edilmedi; belki ayrı olarak kiraya verildi ve bu kira, medresenin ihtiyaçlarına tahsis edildi. Yani Kalelerin -Ellah onlardan razı olsun- Merter medresesindeki payları bir bodrum ve yarım dairedir.
Bununla beraber Kale ailesi bu medreseyi kurup benim tasarrufuma verirken Fikret Kale; “Buralar Muhammed Doğan’ın inancı olan ehl-i sünnet inancı üzerine ve onun hizmet şekliyle yürütülmek şartıyla yalnızca onun tasarrufuna verilmiştir. Başka kimsenin hizmet üslubu ile yürütülmesine razı değilim.” dedi. Ellah ve Rasulullah şahittir ki; Fikret Kale bu medreseyi yani bodrum ve yarım daireyi verirken bu şartlar dahilinde bana vermiştir. Geri kalan bütün mülkiyet sadece benim zahirî sebebiyetimle ve cemaatin desteğiyle alınmıştır.
Medrese teşekkül ettikten sonra burada bir kütüphane kurulması gerekiyordu. Ben, merhum Hacı Cemil Çatalkaya’dan Ellah rızası için medresenin kütüphanesini tekellüf etmesini istedim. O da beni kırmadı ve kütüphanenin temelini kurdu. Ellah’a hadsiz hamd olsun ki, buna da vesile olan yine bendim. Şu an bu dairelerin kimin üstüne olduğundan ise bihaberim. Ancak birkaç yıl evvel bizim hizmet üslubumuzla devam etmek şartıyla, Kalelerin aile büyüğü olan Hanefi Kale’nin nezaretinde bu medresenin tasarrufunu Abdulmennan Özmen’e bizzat ben verdim.
Salisen: Kaldı o zâta verilen ev meselesi. Bu evin o zata verilme meselesi ise şu şekilde oldu:
Ben, Fikret Kale’den, bu zâta hem imam hem de medresede muallim olması hasebiyle bir ev vermesini taleb ettim. Fikret Kale o zaman malının taksimatını yapıyordu. Ben, Hacı Selîm’in kızlarına buradan en ufak bir pay vermem dedi. Ben kendisine ısrar ettim. O da benim bu ısrarlarıma binâen; “Madem burada oturan kişi camide imamlık ve medresede muallimlik yapacak bunun için şartsız kayıtsız veririm” dedi. Bunun üzerine Selim Kale “Mademki veriyorsun en azından evin üçten birini de kızın hesabına ver” dedi. Fikret Kale “Ben bunu yalnızca Ellah rızası için, Hoca Abi’nin benden taleb etmesi vesilesiyle verdim. Senin kızın için vermedim ancak sen öyle diyorsan bir diyeceğim yok.” dedi. Ellah ve Rasulullah şahiddir ki; Fikret Kale bu mealdeki kelimeleri kullandı. Buradan da anlaşılacağı üzere bu evin verilmesinde Ellah’a hamdolsun ki, zahiri tek müsebbib bendim.
Şimdi ey bu yazıyı okuyan kardeşlerim! Bu zatlar çıkmış “Oraları Hoca Abi kurmadı. Kendi cebinden para vermedi. Orayı biz kurduk. Hoca Abi yazısında ben kurmuşum diyor. Nasıl böyle der!” diyorlar. Evet, ben kurdum dedim ve halen de söylüyorum. Fakat bunu derken kendi cebimdeki parayla kurdum demedim. Zaten öyle bir imkânım da yoktu. Ancak felillahilhamd bu medreselerin kurulmasında ve evin alınmasına zahiri olarak sebebiyet veren bendim. Buna cemaatim de şahittir. Bunu inkâr ediyorlarsa, onlara diyecek bir sözüm yoktur. Aynı şekilde Alican Özmen’e verdiğim ev için de kendi cebimdeki paradan verdiğimi söylememişim. Aynı şekilde kardeşi Muhammed Özmen’e de Ellah rızası için iki evi Abdussamed Çatalkaya ve damadım verdiler. Ben cebimden vermedim. Zaten evvelki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi Müslümanların, Ellah rızası için bize verdiği bütün teberruâtı belki fazlasını, hizmet namına bu zevâta vermişim. Ben verdim kelimesinden muradım budur. Tekrar ediyorum. Bu evler ve medrese, benim cebimdeki parayla alınmamıştır. Hiçbir zaman böyle bir iddiada bulunmadım. Lâkin Ellah ve cemaatimiz şahittir ki; buna sebeb olan ancak bizdik. Herhangi bir cemiyet ve cemaat ve dahi Kaleler de orada hak dava etseler kabul etmem. Çünkü Kalelerin büyükleri burayı mezkur şartlar dahilinde benim tasarrufuma vermiştir.
Netice-i merâm: Madem bu zatlar yukarıda zikredilen “Muhammed Doğan’ın itikadı olan ehl-i sünnet itikadına göre ve onun hizmet metodu ile yürütülecek” şeklindeki şarta muhalefet ettiler. Ve madem hizmet-i Kur’aniyyeye karşı hıyanet tarafında yer aldılar. Ben de bütün müminlere ilan ediyorum ki; bu andan itibaren bu zatların orada tasarruf etmeleri şer’an haramdır.
Buranın tasarrufu, yeni bir muallim gelinceye kadar, ya da başka bir çözüm getirilene kadar aynen Muş’taki medreselerde olduğu gibi müstakim bir heyete bırakılacaktır. Bu heyet başta Hanefi Kale, Sadettin Büte, Yaşar Dikmen ve Celal Aşçı’dır. Kirada olan ev kimin üstüne ise, kirasını alarak bu heyete teslim edecektir. Onlar ise bu kirayı muhafaza edecekler.
Madem şer’an bu zevâtın buradaki tasarrufatı haramdır. Ve madem bunlar bu emanete hıyanet ettiler. Buna binaen Kale ailesinden ve Hanefi Kale’den ricam; bu medreselerin mümessili, ailenin büyüğü ve ismi zikredilen heyetteki üç kişinin vekili olarak bu medresenin anahtarını alıp muvakkaten burayı kilitlemeleridir. Çünkü eğer böyle yapmazsak emanete hıyanet etmiş oluruz ve Ellah katında mesul oluruz.
İhtar: Bu yazıyı okuyan kardeşlerimizden istirhamımız, duydukları iftiralara ve konuşmalarımızın arasından cımbızlanarak seçilen bazı kelimelere bakarak hakkımızda hüküm verip hakemlik yapmamalarıdır. Neşrettiğimiz yazıların tamamını okuyarak kelime cerbezelerine aldanmamaları ve hakkımızdaki asılsız iddialara delilsiz ve mesnedsiz hükmetmemeleridir. Böyle yaptıkları takdirde bilerek veya bilmeyerek Hucurat Suresi’nin 6. ayetine muhalif davranmak ve hizmet-i Kur’aniyyeye olan hüsn-ü zannı kırmakla dünya ve ahirette itâb ve ikâba maruz kalacaklarını bilmelidirler.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |