Mü’min, her şeyin Ellah’tan geldiğine inanır ve O’na teslîm olur. Her şeyi, Ellah’a vere vere netîcede; “Mâdem her şeyi Ellah, yaratıyor. Öyle ise günâhları da Ellah, yaratıyor. O halde işlediğim günahlarda benim bir mes’ûliyetim yoktur.” demesin ve suçu, kadere yüklemesin diye, Kur’an, cüz’î ihtiyâriyi karşısına çıkarır ve ona manen şöyle emreder: “Küfürler, şirkler ve bütün günâhlar, irâde-i İlâhiye’den değil; irâde-i insâniyeden doğar. Sakın ha! Günâha girme! Kendini mes’ûl bil! İrâdeni şerde kullanma!” Sonra iyilikler noktasında mağrûr olmamak için, Kur’an, kaderi karşısına çıkarır ve manen der ki; “Gururlanma, yapan sen değilsin!” Kur’an-I Mu’cizü’l-Beyân, bu hususta şöyle ferman buyurur:
مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَاۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌۚ لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَٓا اٰتٰيكُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۙ
“(Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen herhangi bir musîbet yoktur ki; biz, onu yaratmadan önce, bir kitabta) Levh-i Mahfûz’da (yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Ellah’a göre kolaydır. Ellah, bunu, kaybettiğiniz şeylere üzülmeyesiniz, Ellah’ın size verdiği nimetlerle de mağrûr olmayasınız.) O ni’metlere sâhib çıkmayasınız, diye açıklamaktadır. (Çünkü Ellah, kendini beğenip gururlanan kimseleri sevmez.)”[1]
Teklîfî kaderde üç şeyin varlığına birden inanmak mükellefiyetindeyiz:
Birincisi: Kader,
İkincisi: Cüz’î ihtiyâriye-i insaniye,
Üçüncüsü: Cüz’î ihtiyâriye-i insaniyeden sudûr eden ef’âl-i insaniyedir.
Yani, cüz’î irâdemizle yaptığımız hayır veya şer bütün fiillerimizde hem kaderin, hem de cüz’î irâdemizin hissesi bulunduğuna inanmak mecbûriyetindeyiz. İşte bu nokta, üç mezheb sâlikleri arasında cereyân eden bir medâr-ı münâkaşadır. Şöyle ki:
Cebriye Mezhebi’nin kader ve cüz’î irâde hakkındaki fikirlerinin hülâsası şudur ki:
“Hayr ve şer bütün ef’âl-i insaniyede kader hâkimdir. Cüz’î irâde-i insaniye mahlûktur. Bu sebeble cüz’î irâdenin tercîhi yoktur.”
Onlar, insanın kendi ef’âlinde muztar olduğunu söylüyorlar. Nasıl mîdenin çalışmasında, tüylerin uzamasında irâde-i insâniyenin rolü yoksa; namaz kılmak, oruç tutmak, hırsızlık yapmak, adam öldürmek, içki içmek gibi insanın işlediği hayr ve şer fiillerinde de irâde-i insâniyenin rolü, yani tercîhi yoktur. Yalnız kaderin hükmü geçerlidir.
Demek Cebriye Mezhebi, insanın cüz’î ihtiyâriyle herhangi bir fiili tercîh etmesini inkâr ediyor. Bununla ifrat edip insanın mes’ûliyetini nefyediyorlar.
Mu’tezile Mezhebi’nin kader ve cüz’î irâde hakkındaki fikirleri şu noktada temerküz etmektedir:
“İnsan, kendi ef’âlinin hâlıkıdır. İnsanın irâdesiyle işlemiş olduğu fiillerinde, insanın irâdesi ve kudreti hâkimdir.”
Mu’tezile Mezhebi, gûya Cenab-ı Hakk’ı takdîs niyetiyle insanın ef’âlinin hilkatini Ellah’a vermeyip “İnsan, kendi ef’âlinin hâlıkıdır.” demek sûretiyle insanı, bir nevi şerîk-i Bâri kabûl etmiş gibi olurlar. Bununla tefrît edip te’sîri insana veriyorlar. Mu’tezile Mezhebi’nin bu ifâdelerinin lâzımı, her ne kadar şirk gibi görünse de “Lâzım-ı mezheb, mezheb değildir.” düstûruna binâen; biz Ehl-i Sünnet, onlara müşrik demiyoruz.
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Mezhebi’nin kader ve cüz’î irâde hakkındaki i’tikâdlarının hülâsasına gelince;
Ehl-i Sünnet Mezhebi, hem hayırda, hem de şerde, kaderin ve cüz’î ihtiyârînin varlığını beraber kabûl etmektedirler. Öyle ise, her iki halde; yani hem hayırda, hem de şerde kader ve cüz’î irâdeden birini inkâr etmek, insanı, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olmaktan çıkarıp fırâk-ı dâlleye ilhâk eder.
(Semendel Yayınlarından Kader Risalesi ve Şerhi adlı eserden alınmıştır.)
[1] Hadîd, 57:22-23.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |