كُلَّ يَوْمٍ هُوَ ف۪ي شَأْنٍ
Cenab-ı Hak, bin bir isim ve sıfatıyla bu âlemde daimi tecellidedir. Bu cihette her gün ve her an bir şe’ndedir. Esmanın mütenevvi olması, hem mevcudatın mütenevvi olmasını, hem de mevcudatın mütenevvi halata mazhariyetini iktiza eder. O Zat-ı Akdes, bu tecelliyatını hem bizzat kendisi seyreder. Hem de zişuura seyrettirir. O mütenevvi esmanın iktizası olarak mevcudata vücud ve hayat verir. Sonra onları öldürür. Sonra yeniden diriltir. Sonra Cennet veya Cehennem’e gönderir. Bunların her biri bir şe’ndir.
Hem mesela, insanı ana rahminde yaratır. Sonra dünyaya gönderir. Sonra genç eder. Sonra ihtiyar eder. Sonra öldürür. Kâh insanı zengin eder, kâh fakir eder. Kâh sıhhat verir, kâh hastalık verir. Arz’ın bir tarafında kışı halkederken, diğer tarafında yazı halkeder. Bunların herbiri, birer şe’ndir.
Demek Cenab-ı Hak, bu alemde bin bir ismiyle tecelli eder. Mevcudat-ı alem de o esmanın ayrı ayrı tecellilerine mazhar olur. Mevcudat ayinelerinde görünen o tecelliyat-ı esmayı hem Cenab-ı Hak, bizzat kendisi seyreder, hem de zişuurua seyrettirir. Bu maksad için mevcudat-ı alemi tebeddül ve teğayyüre, teceddüd ve tehavvüle maruz bırakır.
Resul-i Ekrem (asm), كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ ayet-i kerimesini şöyle tefsir etmiştir: “Günahı affetmek, kederlere ferec vermek, bir kavmi yükseltip diğer kavmi alçaltmak O’nun şe’nlerindendir.”
Madem her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini seyretmekten lezzet aldığı gibi; başkalarının o cemal ve kemali seyretmelerinden de ayrı bir lezzet alır. Aynen öyle de Cenab-ı Hak, bütün âlemi tecelliyat-ı esmasına ayine eylemiş ve o esma, Zat-ı Akdes hesabına tezahür etmek, yani mevcudat ayinelerinde esma-i İlahiyenin nakışlarını ve cilve-i cemal ve kemallerini görmek ve zişuura göstermek isterler. Yani esma-i İlahiye, tecelliyatını ve ahkamını Zat-ı Akdes hesabına gösterip icra ederler. Onun için Zat-ı Akdes, cemal-i esma ve kemal-i sıfatını âlemde tecelli ettiriyor ve bu tecelli sebebiyle âlemi nev’lere, cinslere, fasıllara ve ferdlere ayırıyor. Tecelliyat-ı esma ve sıfatını seyrederken mevcudatı anen fe anen halden hale değiştiriyor ki, o esma ayrı ayrı nakışlar nescedip o nakışlarda cemal-i bakemalini görüp göstersin.
Evet, her bir cemal ve kemal sahibi, gizli cemal ve kemalini bir ayinede görmek ve göstermek ister. Cenab-ı Hakkın bin bir isminin de hadsiz bir cemal ve kemali vardır. O Zat-ı Cemil-i Zü’l-Kemal bin bir ismiyle güzeldir ve mükemmeldir. Bu cemalli ve kemalli isimlerin, Zat-ı Akdes hesabına tezahür etmesi lâzımdır. Zira O Zat-ı Akdes, öyle ister. İşte Cenab-ı Hak, bu kâinatı bu maksat için yaratmış, mevcudatı cemalli ve kemalli esmasına ayine etmiştir. O Zat-ı Akdes’in gizli olan cemal ve kemali, ancak esma-i İlahiyenin mevcudat ayinelerinde tezahür etmesiyle bilinebilir, başka şekilde bilinemez.
كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونِى "Mahlukatı yarattım ki, bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim." hadîs-i şerifi bu sırrı ifade eder.
İşte o gizli cemal ve kemal sahibi Zat-ı Akdes, bu mevcudat ayinelerinde iki şekilde cemâl ve kemalini seyreder.
Biri: Bizzat kendisi, vasıtasız seyreder.
Diğeri: Müştak seyircilerin nazarıyla müşahede eder. Yani zişuur olan bütün peygamberlerin, evliyaların, meleklerin, cinlerin ve mü’minlerin gözleriyle de bu âlemin güzelliğini görüp seyreder.
Evet, Cenab-ı Hak, kendi cilve-i esmasını kendisi seyretmek istediği gibi, meleklere, cinlere, insanlara, hatta hayvanlara dahi seyrettirir. Cenab-ı Hak, bu âlemdeki esmasının tecelliyatını seyretmeleri için hayvanlara da kendilerine mahsus hissiyat vermiştir.
Esma baki olmasına rağmen, ayineler fanidir. Baki olan esma, fani olan ayinelere razı olmaz. Baki ayineleri iktiza eder. Demek o cemalli ve kemalli esmaya layıkıyla ayinedarlığın yapılacağı daimi bir âlem vardır. O alem ise ahirettir.
(Semendel Yayınlarından Rahman Suresi’nin Tefsiri adlı eserden alınmıştır.)
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |