tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Öyle bir bela ve musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, masumları da yakar. Biliniz ki, Ellah’ın azabı şiddetlidir.
(Enfal, 8/25)
Hadîs-i Şeriflerden
Halktan bir şeyler istemek, kişinin kendi yüzüne açtığı bir yaradır. Kişi böylece kendi yüzünü berelemiş olur. Kişinin devlet başkanından hakkını istemesi ya da çok zaruri durumlardan dolayı istemek böyle değildir.
(Tirmizi, Zekat 38)
Dualardan
Cenab-ı Erhamürrâhimîn sizlere bin rahmet eylesin, âmîn.
(Kastamonu Lahikası)
Vecîze
Hiss-i rekabet, makina-i terakkiyat-ı medeniyetin buharı hükmünde olan müsabakayı intac eder.
Âsâr-ı Bediiyye
GÖKLERDE VE YERDE OLAN HER ŞEY İHTİYACINI ONDAN İSTER

GÖKLERDE VE YERDE OLAN HER ŞEY İHTİYACINI ONDAN İSTER

13.01.2023

يَسْـَٔلُهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ ف۪ي شَأْنٍۚ

“Göklerde ve yerde bulunan bütün mevcûdat, lisan-ı hal ve lisan-ı kal ile muhtaç oldukları ve arzu ettikleri her şeyi Ellah’tan isterler. O, her an ayrı bir şe’ndedir.”[1]

Ayet-i kerimesinde geçen bazı kelimelerin lugavi manaları ve tahlilleri

Ayet-i kerimede geçen مَنْ isminden murad, evvelki ayette olduğu gibi zişuur olan ins, cin ve melektir. Çünkü مَنْ akıl sahibleri için kullanılır. Veyahut مَنْ isminden murad, tağlib cihetiyle bütün mahlukattır.

كُلَّ يَوْمٍ هُوَ ف۪ي شَأْنٍ ayetindeki كُلَّ يَوْمٍ zarfiyetinin hangi cümleye taalluk ettiği hususunda iki görüş mevcuddur:

Birincisi: Bir önceki cümlede geçen يَسْـَٔلُهُ fiilinin zarfıdır. Bu takdirde ayet-i kerimenin manası şöyle olur:

يَسْـَٔلُهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ

“Semavat ve Arz’daki bütün mahlukat maddi ve manevi ihtiyaçlarını her gün O’ndan isterler.”

İkincisi: هُوَ ف۪ي شَأْنٍ cümlesinin zarfıdır ki; evla olan budur. Bu durumda evvelki cümlenin sonunda durak vardır. Yani يَسْـَٔلُهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ şeklindedir.

Bu takdirde ayet-i kerimenin manası şöyle olur: كُلَّ يَوْمٍ هُوَ ف۪ي شَأْنٍ “O Ellahu Teala, her gün bir şe’ndedir.”

Ayet-i kerimede geçen يَوْمٍ tabirinden murad, ya bildiğimiz yevmdir, yani gündür. Veya dünya ve ahiret günleridir. Dünya bir gün, ahiret de bir gündür. Dünya imtihan, tecrübe ve tasarruf günüdür. Ahiret ise hesab, mükâfat ve mücazat günüdür. Cenab-ı Hak, dünyada ayrı bir tasarruf üzerindedir. Ahirette ise başka bir tasarruf üzerindedir.

Zamanın tümü iki gündür. Dünya bir gün, ahiret de bir gündür. Cenab-ı Hakkın dünya günündeki işi, hayat ver­mek, öldürmek, affetmek, bela ve musibete giriftar etmek, evamir ve nevahi ile mükellef tutmak suretiyle imtihan etmektir. Ahiret günündeki işi ise, amellerin karşılığını vermek, hesaba çek­mek, mükâfatlandırmak ve cezalandırmaktır.

Veyahut يَوْمٍ tabirinden murad, bir anlık zamandır. Yani “O Zat-ı Akdes, her an bir şe’ndedir.” demektir.

هُوَ فِي شَأْنٍ “O, bir şe’ndedir.” ayet-i kerimesinde geçen zamir, ya مَن ism-i mevsulüne racidir. Bu durumda ayet-i kerimenin manası şöyle olur: “Semavat ve Arz’daki her şey, her an bir halde, bir tavırdadır.” Bu durumda شَأْنٍ kelimesi, mazharlara, yani mevcudata bakar.

Veya zamir, bir önceki ayette zikredilen rububiyet, celal ve ikram sıfatlarıyla muttasıf olan Ellah’a raci’dir. Bu durumda ayet-i kerimede geçen شَأْنٍ kelimesinin iki manası vardır:

Birincisi: Celalli, cemalli ve kemalli esmanın tecelliyatıdır. Zira bir önceki ayet-i kerimede geçen Rab ismi kemalli esmaya, Zülcelal ismi celalli esmaya, Zülikram ismi de cemalli esmaya delalet eder. Cenab-ı Hak, semavat ve Arz’da bin bir ismiyle tecelli eder. O esma mütenevvi’ olduğu gibi; o esmanın tecelliyatı da mütenevvi’dir. Mesela; celalli isimlerinin tecellisiyle insanı hasta ve alil eder, fakir ve zelil eder, bela ve musibete mübtela eder, yaşlı edip ölüme mahkûm eder. Cemalli isimlerinin tecellisiyle insana vücud ve hayat verir, sıhhat ve afiyet bahşeder, onu zengin ve aziz kılar. Bütün bu icraat ve tasarrufatta bulunurken Rab isminin delalet ettiği kemalli esmanın tecellisiyle onu tekâmül ettirir. Bu tecelliyatını hem bizzat kendisi seyreder. Hem de zişuur olanlara seyrettirir.

İkincisi: شَأْنٍ kelimesinden murad, Cenab-ı Hakkın, kendisine mahsus -tabirinden aciz kaldığımız- şefkat-i mukaddese, muhabbet-i münezzehe, şevk-i münezzeh, sürur-u mukaddes, lezzet-i mukaddese, memnuniyet-i mukaddese ve iftihar-ı mukaddes gibi şuunat-ı İlahiye’dir. O Zat-ı Akdes, evvela mahlukatına şefkat eder. O şefkat-i mukaddeseden bir muhabbet-i mukaddese; o muhabbet-i mukaddeseden bir şevk-i mukaddes; o şevk-i mukaddesten bir sürur-u mukaddes; o sürur-u mukaddesten hadsiz bir lezzet-i mukaddese hasıl olur. Hem O Zat-ı Akdes, mahlukatın, bahusus insanların kabiliyetlerinin kuvveden fiile çıkmasından ve tekemmül etmelerinden dolayı onların iftiharlarından, telezzüzlerinden, saadetlerinden, kemallerinden, şevk ve sürurlarından, kısaca mazharların memnuniyetlerinden kendisine mahsus hadsiz bir memnuniyet, bir iftihar, bir lezzet, bir şevk, bir sürur-u mukaddes alır.

 

(Semendel Yayınlarından Rahman Suresi’nin Tefsiri adlı eserden alınmıştır.)

 


[1] Rahmân, 55:29

 

Bu yazi 1194 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.252 sn. deSen
↑ Yukarı