كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ وَيَبْقٰى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ
“Arz üzerinde olan herşey, fanidir. Celal ve ikram sahibi olan Rabb'in Tealâ'nın Zat-ı ulûhîyyeti ise bakidir.”[1]
ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ isimleri işaret eder ki; Cenab-ı Hak, celal sıfatıyla mahlukatı ölüm ile zahiren fenaya götürse de, ikram sıfatıyla verdiği o vücud nimetini tekrar iade eder.
Celal-i İlahi ister ki; hiçbir mevcud karşısında vücud dava etmesin, “Ben de varım.” demesin. İşte O celal sahibi, bu sebebten dolayı bütün mevcudatı ölüme mahkûm eder. İkram-ı İlahi ise ister ki; verdiği vücud nimetini tekrar geri iade etsin. Bu ise mevcudatı ancak bekaya mazhar etmekle tahakkuk eder. “Ben size vücud nimetini bahşetmekle iyilik ettim. Size baki âlemde o vücudu baki bir surette vermekle, o nimetimi kemale kavuşturup itmam edeceğim.” der.
Evet âlemde yokluk yoktur. Ellah (c.c), var ettiği bir şeyi, bir daha yok etmez. Çünkü bu, onun şe’n-i kerem ve merhametine yakışmaz. En adi adam, verdiği bir hediyeyi geri almazsa; elbette nihayetsiz kerem sahibi olan Zat-ı Akdes, verdiği vücud nimetini geri almaz. O halde mevcudat, ya cennette veya cehennemde karar kılmak üzere ölüm ile dar-ı ahirete sevkolunmaktadırlar. Çorak arazi cehenneme, münbit arazi ise cennete gider. Ateşin harareti cehenneme, nuru ise cennete gider. Zararlı olan bir otun güzel tarafı cennete, zararlı tarafı ise cehenneme gider. Geceler cehenneme, gündüzler ise cennete gider. Böylece haşir meydanında mevcudat-ı âlem birbirinden tamamen ayrılır. Güzel şeyler cennete, kötü şeyler ise cehenneme sevkedilir. Keza bütün kâinat, o günde haşir meydanına dökülecek ve hesabları görülecektir. İşte bu sır içindir ki; Kur’an-ı Kerim, o günü “yevm-i fasl”[2] diye tesmiye etmiştir.
Mevcudat fenaya gider, ancak o mevcudatta tecelli eden esma ve o tecelliyat ölmez, bakidir. O Zat-ı Zülcelali vel İkram, celalli esmasının tecellisine mazhar olan mevcudatı, dar-ı ahirette tekrar diriltip bir araya toplar. Bütün geceleri, kışları, karanlıkları, soğukları, şiddetli sıcaklıkları, mahsul vermeyen arazileri, zararlı hayvanatı, kafir, zalim ve facir insanları, pis kokuları vehakeza tekvinen ve teklifen hoş olmayan şeyleri yanyana getirir. Onları cehenneme sevkeder. Cemalli esmasının tecellisine mazhar olan mevcudatı da dar-ı ahirette bir araya toplar. Bütün gündüzleri, baharları, nurları, mutedil havayı, verimli arazileri, mü’min, muti’, salih kulları, güzel kokuları vehakeza tekvinen ve teklifen güzel olan şeyleri yanyana getirir. Onları da cennete sevkeder.
Demek dünya, tecelliyat-ı kahriye ve lütfiyenin mezcolduğu bir yerdir. Mevcudatın dünyaya bakan yüzü fanidir. Ancak Ellah’a yani esma-i İlahiyeye bakan yüzü ile ahirete bakan yüzü bakidir.
Cenab-ı Hak, Zü’l-Celal ismiyle bütün celalli esmayı irade ettiği gibi; Zü’l-İkram ismiyle de bütün cemalli esmayı irade etmiştir.
Hulasa: Bu ayet-i kerime, tekvin cihetiyle kâinatın, teklif cihetiyle de ef’al-i insaniyenin mana-yı ismiyle, yani dünyaya bakan cihetiyle fani olduğunu, fakat mana-yı harfiyle, yani esma-i İlahiyeye ve ahirete bakan cihetiyle baki olduğunu ve baki meyveler verdiğini ifade ederek beşerin yüzünü faniyattan bakiyata çevirir. Her şeyde esma-i İlahiyenin baki tecelliyatını gösterir ve şu fani dünyanın baki bir âlemin tarlası ve fabrikası olduğunu bildirir.
Cenab-ı Hak, وَيَبْقٰى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ ayet-i kerimesinde kendisini üç vasıfla vasıflandırmıştır.
Birincisi: رَبِّكَ “Senin Rabbin” tabiriyle, Resul-i Ekrem (a.s.m)’a bakan rububiyet vasfıdır.
İkincisi: ذُو الْجَلَالِ Celal sahibi olmasıdır.
Üçüncüsü: ذُوالْاِكْرَامِ İkram sahibi olmasıdır.
Cenab-ı Hakk’ın üç kısım esması ve üç nev’ tecelliyatı vardır.
Birincisi: Kemallidir. Ayet-i kerime, bu kemallî esma ve tecelliyatı, رَبِّكَ “Senin Rabbin” olarak tabir etmiştir.
İkincisi: Celallîdir. Ayet-i kerime, bu celallî esma ve tecelliyatı, ذُوالْجَلَالِ olarak tabir etmiştir.
Üçüncüsü: Cemallîdir. Ayet-i kerime, bu cemallî esma ve tecelliyatı, ذُوالْاِكْرَامِ olarak tabir etmiştir.
(Semendel Yayınlarından Rahman Suresinin Tefsiri adlı eserden alınmıştır.)
[1] Rahman, 55:26-27.
[2] Fussilet, 41:21; Duhan, 44:40 ; Mürselat, 77:13,14,38 ; Nebe’, 78:17.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |