كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ وَيَبْقٰى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ
“Arz üzerinde olan herşey, fanidir. Celal ve ikram sahibi olan Rabb'in Tealâ'nın Zat-ı ulûhîyyeti ise bakidir.”[1]
Ellah’ın iki çeşit tecelliyatı vardır. Biri celal, diğeri ikramdır. Bu iki tecelli bakidir. Öyle ise kâinat yok olmaz, tecelliyat-ı esma içinde mahfuz kalır. Mesela; gündüzün gelmesi, ikram sıfatının tecellisidir. Gündüzün vefatı ise, celal sıfatının tecellisidir. Gecenin gelmesi, gece için ikramdır. Sabah olunca gitmesi, gece için celaldir. Bizim için değil. Kısaca herşeyin vücudu ikram sıfatını, vefatı ise celal sıfatını gösterir. Celal ve ikram sıfatlarını vücud ve vefat ile devamlı bir surette gösteren Zat-ı Zülcelali Ve’l-İkram, elbette Baki’dir. Netice itibariyle O’nun celalli ve ikramlı tecellisi ve o celalli ve ikramlı esmanın ebedi bir surette tecelli ettiği cennet ve cehennem baki kaldığı gibi; o celalli ve ikramlı esmaya ayine olan ve cennet ve cehennemin nümunesi olan mevcudat da baki bir alemde baki kalır.
Demek dünya, dünya cihetiyle fanidir. Esma-i İlahiyeye ayine olması ve ahiretin mezraası olması cihetiyle bakidir. Kâinatın Ellah’a bakan vechi ki, celal ve ikram tecellisini gösteriyor. Kâinatın bu ciheti bakidir ve baki âlemde devam eder. Senin vücudun da böyledir.
كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ Arz üzerindeki her şey fanidir, وَيَبْقٰى Ellah’a bakan taraf bakidir. Bunun neticesi, yine insana bakar. Yani madem O Zat-ı Zülcelal, esma ve sıfatıyla bakidir. Öyle ise sizi ve mevcudatı yok etmez. Belki sizi, ölüm ile baki bir memleketine sevkediyor. ذُوالْجَلَالِ O, celal sahibidir. Celalini göstermek için zahiren sizi ölüm ile fenaya mahkûm eder. O’nun celal ve azameti bunu iktiza eder. Bununla zeval ve fenay-ı âlemi göstermekle kalbte dehşetli bir yarayı açar. ذُوالْاِكْرَامِ ile de o yarayı hemen tedavi eder. Zira ikram sahibi bir Zat, verdiği vücud nimetini geri almaz. O vücud nimetini baki bir surette tekrar onlara iade edecektir. O ikram sahibi olan Zat, mevcudatı, bahusus zihayat olanları, hususan insanları ve insanlar içinde en çok muhabbet ettiği ehl-i imanı ve ehl-i iman taifesi içinde en çok ikrama mazhar olan enbiyayı, bahusus enbiyanın reisi ve ekmeli olan Muhammed-i Arabi (a.s.m)’ı yok etmez. Onları yokluktan kurtarıp bekaya mazhar etmek ve ehl-i imanı ebediyyen mes’ud etmek, o ikramın gereğidir.
Demek âlemdeki mevt ve fena, zeval ve firak suri, zahiri ve itibaridir. Hakikatte adem ve idam, zeval ve firak yoktur. Zira bütün mevcudat, varlığıyla Zat-ı Vacibu’l-Vücuda ayine olmuştur. Bir daha yok olması mümkün değildir. O Zat-ı Vacibu’l-Vücud, mevcudat-ı âlemi, evvela daire-i ilimden daire-i kudret olan şehadet âlemine çıkardı. Daha sonra ölüm ile mevcudatı peyderpey daire-i kudretten daire-i ilme alır. Kıyamet hengamında tamamen daire-i ilme geçirir. Haşir sabahında ise, tekrar daire-i ilimden daire-i kudrete çıkarır ve ebedi bir âlemde onları ibka eder. Mevcudat-ı âlemin, esma ve sıfat-ı İlahiyeye dair ayinedarlıkları baki bir surette o baki âlemde devam eder.
Demek Zat-ı Akdes, ذُوالْجَلَالِ ismiyle mevcudatı yok eder. Yani onları, daire-i kudretten daire-i ilme gönderir. ذُوالْاِكْرَامِ ismiyle de mevcudatı bir daha var eder. Yani onları, daire-i ilimden daire-i kudrete çıkarır. Onları ebedi bir âlemde bekaya mazhar eder.
Evet, âlemde yokluk yoktur. Daire-i kudretten daire-i ilme geçiş vardır. Cenab-ı Hakk’ın ilminde hiçbir şey yok olmaz. Muhafaza edilip bekaya mazhar olur. Ellah’ın ilmi, ezeli ve ebedi olduğu için o ilme ayine olan mevcudat için yokluk düşünülemez. Mevcudat, vücuda gelmeden evvel ilm-i İlahide mevcud olduğu gibi; vücuda geldiğinde ve vücuddan gittiğinde dahi yine o ilm-i muhite geçer.
Evet, mevcudat yaratılmadan önce Ellah vardı ve Alim ismiyle müsemma idi. Bütün mevcudatın suretleri de ilm-i İlahisinde mevcud idi. Ellah, mevcudatı var etmek istediği zaman, önce Levh-i Mahfuz’u, daha sonra Kâlem’i yarattı. Kâlem’e; “Yaz!” dedi. Kâlem: “Neyi yazayım?” diye sordu. Cenab-ı Hak: “Mukadderat-ı âlemi yaz!” diye emir buyurdu. O da bütün mukadderat-ı âlemi, ilmi proğram ve fiziki şekil olarak Levh-i Mahfuz’a yazdı. Cenab-ı Hak, Levh-i Mahfuz’da vücud-u ilmileri bulanan mevcudatı, zamanı geldiğinde onlara vücud-u harici giydirerek daire-i ilimden daire-i kudrete, yani alem-i gaybdan alem-i şehadete çıkarır. Şehadet âleminde vazifelerini bitirenleri, ölüm ile tedrici olarak bir daha daire-i kudretten daire-i ilme alır. Kıyametin kopması ile beraber bütün mevcudat-ı âlemi, bir daha daire-i kudretten daire-i ilme geçirir. Ruhun kılıfı dahi dağılır. Kanun-u emri olan o mana, daire-i ilimde baki kalır. Haşir meydanında bir daha o mevcudatı, daire-i ilimden daire-i kudrete çıkarmak suretiyle göz önüne koyar. Mevcudat daha ölmez, hiçbir şey de yok olmaz.
(Semendel Yayınlarından Rahman Suresinin Tefsiri adlı eserden alınmıştır.)
[1] Rahman, 55:26-27.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |