مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَا يَبْغِيَانِ
“Ellahü Tealâ, iki denizi birbirine gönderdi. Onlar da mülâki olurlar, lâkin aralarında mani vardır, birisi diğerine galebe etmez.”[1]
Bu ayet-i kerimesinde geçen بَرْزَخٌ tabirinden murad;
1. Ellah'ın kudretidir.
2. Ellah'ın kudreti ile vücuda gelen maddi bir engeldir.
3. Dünya ve ahiret arasındaki engeldir ki; bu da dünyanın eceli ve ömrüdür. Bu ecel gelmediği sürece, bu denizler ve sular birbirlerine karışmazlar. Ne vakit dünyanın eceli gelse, o zaman وَاِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْ ve وَاِذَا الْبِحَارُ فُجِّرَتْ ayet-i kerimelerinin sarahatiyle bu denizler, izn-i İlahi ile birbirine karışarak bir deniz halini alırlar.
Hem bu ayet-i kerime ihtar eder ki; insanın meskeni olan kara unsurunun etrafı su ile çevrilidir ve bu sular birbirlerine mulaki olurlar. Toprak unsuru, bu suların arasında berzah gibidir. Eğer istila etmek tabiatında olan denizler, kudret-i İlahiyenin tasarrufunda olmasa idi, her taraftan gelen sular, karaları istila edeceklerdi. Kur’an’ın manevi tefsiri olan Risale-i Nur’un Şualar adlı eserinde, kudret-i Rabbaniyenin, karaları suların istilasından nasıl muhafaza ettiği şöyle izah edilmektedir:
“Hayatdarane mütemadiyen çalkanan ve dağılmak ve dökülmek ve istilâ etmek fıtratında olan denizler, arzı kuşatıp, arz ile beraber gayet sür'atli bir surette bir senede yirmi beş bin senelik bir dairede koşturulduğu halde; ne dağılırlar, ne dökülürler ve ne de komşularındaki toprağa tecavüz ederler. Demek gayet kudretli ve azametli bir zâtın emriyle ve kuvvetiyle dururlar, gezerler, muhafaza olurlar.”[2]
Şu ayet-i azime, tabiatınının gereği istila etmek olan su unsurunun nasıl hikmet ve adaletle tedbir ve idare edildiğini, irade ve kudret-i İlahiyeye nasıl ram olduğunu ifade etmekle beraber, sair unsurlara da işaret etmektedir. Çünkü denizlerin şu vaziyette tedbir ve idareleri, ancak Güneş ve Ay’ın intizamla deveranı, hava ve toprak unsurlarının teshiri ile olabilir. Demek bütün unsurları kabza-i tasarrufunda tutamayan bir kudret, denizleri teshir edemez ve denizlerdeki nimetlere malik olamaz.
Hem şu ayet, denizlerin icadındaki ni’met-i İlahiyeyi ihtar eder. Malumdur ki, Küre-i Arz’ın dörtte üçü sudur. Eğer sular ve suların mahzeni olan denizler olmasa idi, Arz’da hayat olmazdı.
وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ “Muhakkak Cehennem, kafirleri kuşatmıştır.”[3] ayetinin tefsirinde İbn-i Kesir gibi bazı muhakkik alimler demişler ki: Bu ayet-i kerimede geçen جَهَنَّمَ tabirinden murad, ya bildiğimiz cehennemdir. Bu takdirde ayet, مُحَقَّقُ الْوُقُوعِ كَالْوَاقِعِ kaidesine binaen; istikikbalde cehennemin kafirleri ihata etmesi kesin ve muhakkak olduğundan, şu anda onları ihata etmiş gibi olduğunu beyan ediyor.
Veyahut ikinci bir te’vil şudur ki; bu ayette geçen cehennemden murad okyanuslardır. Suyun içinde ateş vardır. Hem hadisin nassıyla denizlerin altında dahi ateş mevcuddur. Bu ateş dolu denizler, şu anda dünyayı kaplamıştır. Cenab-ı Hak ne zaman isterse, o deniz ve okyanusları ateşlendirip kafirleri dünyada dahi onunla yakacaktır.
Evet, nev-i beşer, ne vakit Kur’an’ı dinlemezse, Cenab-ı Hak denizleri ateşlendirir ve beşere hücum ettirir. Çünkü denizlerin nizamının devamı, beşerin Kur’an’ın nizamına itaat etmesine mütevakkıftır.
(Semendel Yayınlarından Rahman Suresi’nin Tefsiri Adlı Eserden Alınmıştır.)
[1] Rahman, 55:19-20.
[2] Şualar, 7. Şua, 4. Mertebe, s. 112.
[3] Tevbe 49 ; Ankebut 54
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |