مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَا يَبْغِيَانِ
“Ellahü Tealâ, iki denizi birbirine gönderdi. Onlar da mülâki olurlar, lâkin aralarında mani vardır, birisi diğerine galebe etmez.”[1]
Ayet-i kerimede geçen الْبَحْرَيْنِ “iki deniz” tabiri, maddî denizlere baktığı gibi; işarî manasıyla manevi denizlere de bakar. Bunları da on bir maddede zikredeceğiz:
Birincisi: Âlem-i vücub ile âlem-i imkan birer denizdir, birbirine karışmaz. Nasıl ki; Güneş, ayinede tecelli ettiğinde Güneş’in nuru ile ayine birbirlerine mülaki olurlar. Fakat aralarında bir berzah vardır. Ne ayine Güneş olur, ne de Güneş ayineyle mübaşeret eder. Aynen öyle de; vücub âlemi ile imkan âlemi dahi birbirlerine mülaki oldukları halde, herbirinin ahkamı ayrıdır. Ne Vacibu’l-Vücud, haşa mümkinata mübaşeret eder. Zira Vacibu’l-Vücud hakkında duhul, huruc, ittisal ve infisal muhaldir. Ne de mümkinat, haşa Vacibu’l-Vücud olur.
Evet mahlukat, kudret-i İlahiyenin tecellisiyle vücuda gelmiştir ve bin bir ism-i İlahinin tecellisine ayinedir. Bununla beraber, o mahlukatın Cenab-ı Hak’tan gayrı bir vücudu vardır. O vücud, vacibu’l-vücud liğayrihidir. Mahlukatın hakiki ve müstakil bir vücudu yoktur. İtibari ve tebei bir vücudu vardır. Vücudu, Vacibu’l-Vücud ile kaimdir. Asla bu iki vücud, yani Vacibu’l-Vücud ile mümkinü’l-vücud birbiriyle karışmazlar.
İkincisi: Tekvini olarak böyle olduğu gibi; teklifi cihetten de iki âlem vardır. Biri, insanın iradesidir. Diğeri de Cenab-ı Hakk’ın iradesidir. Beşerin herbir fiilinde insanın cüz’î iradesi ile Halık’ın külli iradesi beraberce mevcud ve birbirlerine mülaki oldukları halde, asla birbirlerinin hududuna geçmezler. Yani irade-i külliye, irade-i cüz’iyeyi ibtal etmediği gibi; irade-i cüz’iye de irade-i külliyeye şerik olamaz. Hem her iki iradenin şe’ni ve ahkamı ayrı ayrıdır. Mesela; irade-i külliyenin şe’ni amirliktir. İrade-i cüz’iyenin şe’ni ise; itaattir. Eğer irade-i cüz’iye hududunu tecavüz edip irade-i külliyeye isyan etse, elbette tecziye edilmek suretiyle tasfiye edilecektir.
Üçüncüsü: Rububiyet dairesi ile ubudiyet dairesi de birer deniz oldukları ve birbirine mülaki oldukları halde birbirine karışmazlar. Yani Rabbu’l-âlemin kullarını maddeten ve manen terbiye eder, tekamül ettirir. Buna mukabil kul, o rububiyet dairesine karşı ubudiyetle mukabelede bulunur, acz ve fakrını anlar, rububiyet davasında bulunmaz.
Dördüncüsü: Kelamullah ile kelam-ı beşer de iki denizdir. Onlar da birbirlerine karışmazlar.
Beşincisi: Kur’an’ın herbir suresi, hususan şu Rahman Suresi dahi, vücub ve imkan âleminin, rububiyet ve ubudiyet dairelerinin, tekvini ve teklifi kanunların birbirlerine mülaki oldukları birer deniz mesabesindedirler. Her bir dairenin ahkamı ve şuunatı, Kur’an’da tafsilen gösterilmiş ve ahkamları birbirine karıştırılmadan muvazeneleri te’min edilmiştir.
Altıncısı: Biri dünya, diğeri ahiret denizidir. Âlem-i dünya ile âlem-i ahiret burada birbirine karışmış olduğu halde, arada ince bir perde vardır. Birbirinin hududuna tecavüz etmezler. Zira dünya, ahiretin tarlası ve çiçekdanlığıdır.
Yedincisi: Âlem-i gayb bir deniz, âlem-i şehadet bir denizdir.
Sekizincisi: Gök bir deniz, yer de bir denizdir.
Dokuzuncusu: Cisim bir deniz, ruh bir denizdir.
Onuncusu: Hakikat bir deniz, mecaz bir denizdir.
On Birincisi: Tekvin bir deniz, teklif ise bir denizdir.
Bu ayet-i kerime, hakikaten mu’cizedir; manası bitmez tükenmez bir hazinedir.
(Semendel Yayınlarından Rahman Suresi’nin Tefsiri Adlı Eserden Alınmıştır.)
[1] Rahman, 55:19-20
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |