Sual: İns ve cin, inkâr ve tekzibinden dolayı bu surede فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ayet-i kerimesi ile otuz bir defa ikaz edilmektedir. Bir defa ikaz edilseydi kafi gelmez miydi? Bu kadar tekrarat ne hikmete binaendir?
Elcevab: Evvela; Kur’an’da tekrar edilen ayetlerin adedi tevkifi olduğunu, yani vahiy ile tesbit edildiğini kabul etmek gerektir. Ehl-i iman, daha sonra “Madem Ellah Hakim’dir. Her şeyde pek çok fayda ve hikmetler gözetir. Öyle ise Kur’an’da tekrar edilen ayetlerin adedi hakkında dahi pek çok hikmet-i İlahiye vardır.” deyip bu hikmetlerini bulmaya çalışır. Bununla beraber Kur’an’da tekrar edilen ayetlerin adedi hakkındaki hikmetleri hakkıyla ancak Ellahu Teala bilir. İnsanın aklı bu hikmetleri hakkıyla ve tamamıyla idrak edemez.
Saniyen: Kur’an’da tekrar edilen ayetlerin adedi hakkındaki hikmetleri birkaç maddede sıralayabiliriz:
Birincisi: Bu surede otuz bir defa tekrar edilen bu ayet-i kerime ile maddi ve manevi, dünyevi ve uhrevi nimetlerin ne kadar kıymetdar olduğuna cin ve insin dikkatleri çekilmiş, Zat-ı Rahman’ın ihsan ve ikramının nihayetsiz olduğuna işaret edilmiş ve bu kadar hadsiz nimetlerin inkar edilmesinin ne kadar büyük bir nankörlük olduğu gösterilmiştir. Çeşitli ihsan ve ikramlara karşı küfran-ı nimet ile mukabele edenler için kullanılan üslûpta tekrarların yapılması, ilm-i belağatça müstahsendir. Kendisine yapılan iyilikleri inkar eden bir kimseye karşı şöyle irşadda bulunulur: “Hani sen fakir idin. Ben sana yardım ettim de zengin oldun. Şimdi bu iyiliğimi inkar mı ediyorsun? Hani sen çıplak idin. Ben seni giydirdim. Şimdi bu iyiliğimi inkar mı ediyorsun? Sen önceleri güçsüz ve zayıfken, benim seni güçlü ve aziz kıldığımı nasıl inkâr edebilirsin? Sen önceleri hiç hacca gitmemişken, seni hacca götürdüğümü nasıl inkâr edersin? Sen önceleri bineksiz iken, sana binek sağladığımı nasıl inkâr edersin?” Vehakeza ikaz ve ihtar mahiyetinde olan bu nevi konuşmalarda tekrar, Arab lisanında makbul ve müstahsendir.
İkincisi: Bu âyetlerdeki tekrarat, te’kid içindir.
Üçüncüsü: Ayrı ayrı olan bu ni’metlerin vücudunu ins ve cinne ikrar ve itiraf ettirmekte mübalağa içindir.
Dördüncüsü: Çeşitli nimetleri ve san’at eserlerini birer birer serdetmekle, cin ve insi o nimet ve san’atlardan haberdar etmek ve onlara nazar-ı dikkatlerini celbetmek suretiyle onlara karşı tevhid ve haşrin delillerini ortaya koymak ve ortaya konulan delilleri pekiştirmek içindir.
Beşincisi: Tekrarat-ı Kur’aniye, cin ve insi içinde bulundukları gafletten uyandırmak ve onları intibaha sevketmek içindir. Evet, ins ve cinnin şiddet-i gafletinden dolayı bu tekrarata ihtiyaç duyulmuştur. Zira cin ve insin dört mühim düşmanı vardır:
Birincisi: Dünyanın dünyaya bakan cihetidir.
İkincisi: Nefs-i emmaredir.
Üçüncüsü: Şeytan-ı cinnidir.
Dördüncüsü: Şeytan-ı insi, bahusus su-i karin denilen kötü arkadaştır.
İns ve cin, dünyanın dünyaya bakan yüzünü esas-ı maksad yapar, fani dünyanın zevk u sefasına dalar, dünyanın zahiri süsüne ve şatafatına tabi olur. Hem çoğu zaman insan heva, heves ve hisse kapılıp aklın muhakemesini dinlemez, nefsine tebaiyet eder. Hem cinni ve insi şeytanlar da daima onları o yönde tahrik eder. Saadet-i ebediyeye giden iman ve ubudiyet yolunu onlara kapatır. Dünyayı ve günahları hoş ve tatlı gösterip onları devamlı bir surette dünyaya ve günahlara sevkeder. Neticede neuzu billah imanın selbine kadar götürüp sonunda ebedi cehenneme girmelerine sebeb olurlar.
Kur'an-ı Mu’cizu’l-Beyan, bu dört mühim düşmanın külli ve şiddetli tahribatlarına karşı mü'minleri pek çok tekrar ve ısrar ile, tehdid ve terhib ile günahtan zecr ve hayra sevkediyor. Kur’an tezgahında dokunan iman, ibadet ve takva esasatına temessük ederek bu tahribata karşı tamirat vazifelerini yapmalarını emrediyor. Nev-i beşerin istidadatını bozan ve onları yanlış yollara sevkeden bu dört nevi düşmanın, nev-i beşerin tarîk-i kemalâtında ne kadar büyük bir engel teşkil ettiğini ihtar ediyor ve bu dört düşmana karşı müteyakkız bulunmaları hususunda onları ikaz ediyor.
Kur’an, فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ayet-i kerimesiyle ins ve cinni ikaz ve irşad sadedinde şöyle der: “Ey cin ve ins! Bu dessas düşmanlara aldanmayın. Bu fani dünyanın arkasında bir saadet-i ebediye vardır. Bu fani dünyanıza bedel, her arzunuzun tatmin edileceği baki bir âlem vardır. Kur’an’da, hususan bu surede Rahman ve Rahim sıfatlarıyla kendisini tavsif eden O Zat-ı Rahman-ı Zülcemal, elbette sizi ve bu âlemi ölüm ile idam etmez. Sizi ebedi bir âlemde mes’ud etmek için, muvakkaten bu imtihan ve tecrübe meydanına göndermiştir. Ta ki bu imtihan ve tecrübe neticesinde hangi kulun, o ebedi saadete layık olduğunu tesbit etsin, keza hangi kulun kendisine sadık olduğunu ortaya koysun. Zira iman ve ibadet, kulun derece-i sadakatini ölçmek içindir.
Ey cin ve ins! Neden bu hakikati anlamıyorsunuz? Neden bu düşmanlarınızı tanıyıp onlara karşı tedbir almıyorsunuz? Neden gaflet uykusundan uyanmıyorsunuz? Neden bu kadar bedihi ve size her cihetce faideli bir mes’eleye karşı lakayd davranıyorsunuz? Bu, sizin şeref-i hilkatinize yakışır mı? Size verilen ve her biri birer elmas kıymetinde olan âlât ve cevarihinizi, fani dünya uğrunda heba etmek, onları adi birer cam parçası hükmüne indirmek hiç akıl kârı mıdır? Eğer akıl ve kalbiniz yerinde ise, bütün gücünüzle o ebedi saadeti kazanmanız, ebedi ve dehşetli olan cehennemden de kendinizi kurtarmanız gerekmektedir. Zira cin ve insin en ehemmiyetli mes’elesi, o dehşetli cehennemden kurtulmaktır.
(Semendel Yayınlarından Rahman Suresi’nin Tefsiri adlı eserden alınmıştır.)
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |