اَلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ خَلَقَ الْاِنْسَانَ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ اَلشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
وَالسَّمَٓاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْم۪يزَانَ اَلَّا تَطْغَوْا فِي الْم۪يزَانِ وَاَق۪يمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْم۪يزَانَ
Şu ayet-i kerimeler ifade ediyor ki, insanı halkeden, ona Kur’an’ı ve nutk u beyanı ta’lim eden, Şems ve Kameri dakik bir hesab ile cereyan ettiren, necm ve şeceri emrine musahhar eden, semayı yükseltip orada mizanı vaz’ eden Zat, Rahman’dır. O Rahman, rezzakiyet kanunuyla bu kâinatı nizam ve mizan altına almıştır. Zira kâinat fabrikasının çarklarının çalışması, rızkı netice vermek içindir ve ona bakar. Rızık ise, şükrü intac eder ve onunla kaimdir. Şükredilmediği takdirde, sahib-i kâinat bu fabrikayı kırıp atacaktır. İşte O Zat-ı Rahman, insana bu vazifesini ta’lim etmek gayesine binaen Kur’an’ı inzal buyurmuştur.
Kâinattaki tekvini kanunlar, O Zat-ı Rahman’ın Hakîm-i Âdil olduğuna şehadet eder. Böyle bir Hakîm-i Âdil, elbette insanı sahibsiz ve başıboş bırakmayacak, onun ef’al-i ihtiyariyesini nizam ve intizam altına alacaktır. Bu nizam ve intizam ise ancak teklif ile te’min edilebilir. Teklif ise, اَلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ ayet-i kerimesinin ifadesiyle ancak ta’lim-i Kur’an ile olur. O halde kâinatta tekvini kanunları vaz’ eden ve o kanunlarla âlemde nizam ve mizanı te’min eden O Zat-ı Rahman, teklifi kanunları vaz etmek suretiyle nev-i beşerin ef’al, akval ve ahvalini de nizam ve mizan altına alacaktır.
İşte O Rahman-ı Zülcemal, bu maksad için başta Kur’an olmak üzere bütün semavi kitabları indirmiş ve o semavi kitabları tebliğ, tebyin ve ta’lim edecek ve o kitablarda geçen ahkam-ı İlahiyeyi yeryüzünde icra ve tatbik edecek peygamberleri göndermekle cin ve insi mükellef tutmuştur. Bununla beraber bir kısım cin ve ins, bu mükellefiyetlerini yerine getirip O Hakîm-i Âdil’i razı ederken; ekserisi bu mükellefiyetten i’raz edip gadab-ı İlahiyi üzerlerine celbederler. Her ne kadar asi olan cin ve ins, inkar ve isyanları sebebiyle bazen bu dünyada dahi bela ve musibetlerle tecziye olunmuşlarsa da hakikatte bu bela ve musibet, onların cinayetlerinin karşılığı olamaz. Zira cinayetleri azimdir. Hem mükellefiyetlerini ifa eden ehl-i iman ve taat, mükafat almadan buradan göçüp gidiyorlar. Öyle ise bir mahall-i mükafat ve mücazat olacaktır. O ise dar-ı ahirettir.
Hem bu ayetler ifade eder ki, beşerin ef’alini tanzim edecek kanunları vaz eden, ancak kâinatı tekvini kanunlarla tanzim eden Rahman olabilir. Ondan başkası kanun koyamaz. Zira kanun koymak bir fiildir. Bir fiile sahib çıkan, bütün fiillere de sahib çıkması lazımdır. Zira gerek enfüsi dairede, gerekse afâkî dairede cereyan eden bütün ef’al, birbirine bağlanmış, birbiri ile kaimdir ve birbirini istilzam eder. Bu sırdan dolayı bir tek fiile sahib çıkmak isteyen, bütün ef’ale de sahib çıkması ve o fiillerde tasarruf etmesi bizzarure lazımdır. Mesela; nasıl ki, devletin bir kanunu olur. İkinci bir kanun, o devletin nizam ve intizamını bozar. Öyle de şu kâinatın Hâkim-i Zülcelali de bu âlemi bir devlet gibi kurmuş, her bir mahluku gayet şedid bir nizam ve intizama, yani kanuna tabi tutmuş, asi cin ve ins ile bazı canavar hayvanlardan başka hiçbir mahluk, zerre kadar haddinden tecavüz etmez ve kavanin-i İlahiyeye muhalif hareket etmez. İşte tekvini kanunlarla kâinatta böyle bir nizam ve intizamı te’min eden bir Hâkim-i Âdil, elbette insanlık âleminin nizam ve mizanını te’min etmek için de teklifi kanunlar vaz’ edecek ve nev’-i beşeri o kanunlarla mükellef tutacaktır.
Nev-i beşer için kanun vaz’ edecek kimse, bütün kâinatta cari olan bu tekvini kanunlara da sahip çıkması lazımdır. Çünkü fiil birdir. Hem o kanunlar neticesinde meydana gelen hadsiz faaliyet, tasarrufat ve icraata da sahib çıkması lazımdır. O halde kim, tekvini kanunlarla Güneşin tulu’ ve gurubunu te’min ediyorsa; kim Ay’a takvimcilik vazifesini yaptırıyorsa; kim yeri, mahlukat-ı arziyyeye, bahusus insana müheyya etmiş ise, yani onların istifade ve taayyüşüne elverişli hale getirimiş ise; kim nebatat ve hayvanatı halkedip onları insanın hizmetine vermiş ise; kim rahmetin mücessem şekli olan yağmuru, kurumuş olan Küre-i Arz’ın ve onda yaşayanların imdadına gönderiyorsa; kim gece-gündüzü ve mevsimleri çevirip onlara bağlı olarak nev’-i beşerin rızkını deruhte ediyorsa; kim şefkat, muhabbet, uhuvvet, fedakarlık, samimiyyet gibi manevi ve ulvî hisleri insana bahşetmişse; kim insanın bedeninde tasarruf ediyorsa; elbette insan için kanun vaz’ eden de O’dur. Zira insan, bu mezkûr maddi ve manevi ihtiyaçlarının te’min edilmesi ile ancak yaşayabilir.
Madem bütün nev’-i beşer, bir araya gelse, değil mezkûr ihtiyacatı te’min etmek, belki en cüz’î bir ihtiyacı bile te’min edemez, bu hususta aciz kalır. Öyle ise beşer, beşer için kanun koyamaz. Cenab-ı Hakkın Zat’ında şeriki olmadığı gibi; sıfat, esma ve ef’alinde dahi şeriki yoktur. Bu hakikate binaen; Ellah’ın hâkimiyet sıfatında ve Hâkim isminde de şeriki yoktur.[1]
(Semendel Yayınlarından Rahman Suresi’nin Tefsiri adlı eserden alınmıştır.)
[1] Maide, 5/50 ; En’am, 6/57,62 ; Yusuf, 12/40,67 ; Kehf, 18/26 ; Kasas, 28/70,88 ; Şura, 42/10.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |