tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Ey insanlar! (Siz, ekseriyetle dünya hayatını ahiret hayatına tercih ediyorsunuz. Halbuki ahiret, dünyadan daha hayırlıdır ve devamlıdır.) Ahiret hayatı ebedidir. Ehl-i iman hakkında cismani ve ruhani saadetleri camidir. Dünya hayatı ise fanidir. Elem ve kederden hali değildir.
(A’la, 87/16-17)
Hadîs-i Şeriflerden
İnsanlara merhamet etmeyen kimseye Ellah da merhamet etmez.
(Buhari, Edeb 18)
Dualardan
Feya Rabbî, ya Hâlıkî, ya Mâlikî! Seni çağırmakta hüccetin hacetimdir. Sana yaptığım dualarda uddetim fâkatimdir. Vesilem fıkdan-ı hile ve fakrimdir. Hazinem aczimdir. Re's-ül malım, emellerimdir. Şefiim, Habibin (Aleyhissalâtü Vesselâm) ve rahmetindir. Afveyle, mağfiret eyle ve merhamet eyle yâ Ellah yâ Rahman yâ Rahîm! Âmîn!
(Mesnevi-i Nuriye)
Vecîze
Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.
Mektûbat
MİZANDAKİ HİKMET

MİZANDAKİ HİKMET

24.12.2021

أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ

“Tâ ki ey insanlar! Siz mizanda haddi tecâvüz etmeyesiniz. Siz, mîzanı adaletle ikame edin ve tarttığınız şeyde noksan etmeyin.”[1]

Bu surenin baş kısmında rızkın menbaı olan semavat âlemi ve Şems ve Kamer’in dakik bir hesab ile cereyanı ve bu cereyan neticesinde meydana gelen zihayatın rızkı nazara verildikten sonra, mizandan bahseden bu ayet-i kerimelerin zikredilmesi, gayet manidardır. Şöyle ki: Yeryüzünde yaşayan nev-i beşer arasındaki ekser zulümler, rızık ve maişetten kaynaklanmaktadır. Zira insan, tek başına ihtiyaçlarını karşılayamadığı ve maişetini te’min edemediği için, hem cinsiyle teşrik-i mesai etmeye mecburdur. İnsandaki kuvve-i şeheviyye, kuvve-i gadabiyye, kuvve-i akliyye Sâni' tarafından tahdid edilmediği için insanlar, birbirlerine karşı muamelâtta zulüm ve tecavüz ederler. Bu zulüm ve tecavüzü menetmek için bir güce ihtiyaç vardır. O güç ise, ancak kanun şeklinde te’min edilebilir. Böyle bir kanun ise, bilatereddüd şeriattır, Kur’an’dır.

Cenab-ı Hak, وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ ayet-i kerimesinde semavatta tekvini olarak mizanı vaz’ ettiğini ifade etti. Bu ayet-i kerimede ise ins ve cinden yeryüzünde teklifi olarak mizanı tesis etmelerini emretmektedir. Semada mizanın vaz’ı, cin ve insin ondan ders ve ibret alarak aralarında adaleti te’min etmeleri ve birbirinin hukukuna tecavüz etmemelerini iş’ar ediyor.

İşte bu ayet-i kerimeler bu manada nev-i beşere der ki: “Ey insanlar! Kâinatta tekvinen adalet-i İlahiye icra ve tatbik edildiği gibi; ef’al-i ihtiyariyenizde de teklifen adalet-i İlahiyeyi icra ve tatbik edin. Yani, aranızda cereyan eden bilcümle muamelatta, alış-verişte, fakir ve zaiflerin haklarına riayette, yetim ve dullara bakmakta teşerru’ edin,  zulüm ve haddi tecavüz etmekten kendinizi muhafaza edin, adalet-i Kur’aniye’den ayrılmayın.”

Adalet, ancak ahkam-ı İlahiye ile te’min edilebileceğinden gelecek ayet-i kerimeler bu ahkama riayet etmeyi emrediyor. Ahkam-ı İlahiyeden udûl edenlerin zulme düşeceklerini ve birbirlerinin haklarına tecavüz edeceklerini bildiriyor ve onları böyle bir zulüm ve tecavüzü irtikab etmekten sakındırıyor. Şöyle ki:

أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ

Yani, “Ey insanlar! Rahman-ı Zülcelal, mizanı vaz’ etti ki; sizler ölçü ve tartılarınızda birbirinize zulmetmeyesiniz ve birbirinizin hukukuna tecavüz etmeyesiniz. Madem kâinatta tekvini cihette zulüm ve tecavüz yoktur. Teklifi cihette dahi zulüm ve tecavüz olmaması lazımdır. O halde yeryüzünde adaletle hükmetmelisiniz. Adalet ise, ancak ahkam-ı İlahiyenin icra ve tatbikiyle mümkündür.”

Bu ayet-i kerime, mizanda ifrat etmekten nehiydir. Yani satarken müşteriye hakkından fazlasını verip, kendi hakkınıza ve nafakasıyla mükellef olduğunuz eşhasın hakkına tecavüz etmeyin. Müşterinin hakkı ne ise onu verin, fazlasını vermeyin. Veyahut alırken satıcıdan fazlasını almayın, hakkınız ne ise onu alın. Kısaca ne verirken fazla verin,  ne de alırken fazla alın.

وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ

Yani, “Ey insanlar! Siz mîzanı adaletle ikame edin.  Madem kâinatta adaleti te’sis eden tekvini kanunları Rahman-ı Zülcemal vaz’ etti. Siz de teklifi kanunlara riayet ederek yeryüzünde adaleti ikâme edin.”

Bu cümle ise, mizanda adalet ve istikameti emretmektedir.

وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ

Yani; “Ey insanlar! Mizan aletlerini kullanırken adalete riayet edin, noksan etmeyin. Zira kâinatta adalet hâkimdir. Siz de aranızda adalete riayet etmekle kâinata kardeş olun.”

Bu cümle ise, mizanda tefrit yapmaktan nehiydir. Yani satıcıdan bir şey alırken, hakkınızdan azını almayın; hakkınız ne ise onu alın. Müşteriye verirken de noksan vermeyin, hakkı ne ise onu verin.

وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ

Bu cümle işari mana ile der ki: “Ey insanlar! Kıyamet gününde hasenatınızın tartılacağı mîzânı ağır tutun, noksan etmeyin. O vakit bu sizin aleyhinize hasret duyacağınız bir durum olur. O halde hayır ve hasenatı çoğaltmakla mizanınızı ağır tutup noksan etmeyin.”

Hem bu cümle işari mana ile der ki: “Ey Âdemoğlu! Sana karşı adalet yapılmasını sevdiğin gibi sen de adaletli ol. Sana karşı hakkının eksiksiz ve tam olarak verilmesini istediğin gibi sen de başkalarının hakkını tam ve eksik­siz ver. Çünkü insanların ıslah olması adalete bağlıdır.”

Genelde ölçü ve tartı denilince, en evvel alışverişteki ölçü ve tartı akla gelir. Bu sebeble mezkûr ayet-i kerimelerden en evvel, “Alış-verişte fazla veya noksan ölçüp tartmayın. Adalete riayet edin.” manası anlaşılmaktadır. Halbuki bu ayet-i kerimeler, mutlak olarak zikredilmiş, alış veriş ile takyid edilmemiştir. Dolayısıyla ayet-i kerime, her şeyde ölçülü olmayı emretmektedir. İnsanın kuvvelerine fıtraten had konulmadığı için, ifrat ve tefrite düşebilir. Şeriat, o kuvvaları ifrat ve tefritten kurtarıp hadd-i vasat olan istikamet ve adalete sevkeder.

İşte bu ayet-i kerime, her hususta, mesela; itikadda, amelde, muamelatta, ukubatta, yemek, içmek, konuşmak, yürümek ve yatmak gibi en küçük bir adabta dahi ölçülü olmayı, yani ifrat ve tefritten sakınıp hadd-i vasat olan istikamet üzere bulunmayı irşad ediyor. Ef’al, akval, ahval ve düşüncede ölçülü olmak ise, ancak Kitab ve Sünnet’e ittiba ile mümkündür. Kur’an lisanında buna “sırat-ı mustakim” denilir. Tabir-i diğerle buna “adalet” denir.

(Semendel Yayınlarından Rahman Suresi’nin Tefsiri adlı eserden alınmıştır.)

 


[1] Rahman, 55/8,9.

 

Bu yazi 1725 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.222 sn. deSen
↑ Yukarı