الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ
“Güneş ve Ay kendileri için takdir edilen menzillerde muayyen bir hesab üzere nizam ve intizamla cereyan ederler.”[1]
Rahman-ı Zülcemal’in insanlara vermiş olduğu nimetlerden birisi de Şems ve Kamer’in bir hesab-ı muayyen üzere cereyan etmeleridir. Bu cereyan neticesinde gece gündüz ve dört mevsim meydana gelir. Bu ise hadsiz zihayatın vücud bulmasına ve hayatlarının devamı için lüzumlu olan rızkın te’minine sebebtir.
Hem Güneş ve Ay olmasa, zulmet zail olmaz, âlem daima karanlıklar içinde kalır. Güneş, lamba vazifesini yaptığı gibi; aynı zamanda ocak vazifesini de yapar.[2]
Hem Güneş olmasa, mevcudat renkten mahrum olur. Zira renklerin vücuduna sebeb, Güneştir. Ay olmasa, zihayatlarda büyüme ve gelişme olmaz. Zira büyüme ve gelişmeye sebeb, Ay’dır. Daha bunlar gibi pek çok menfaate sebeb olmaları, Güneş ve Ay’ın ne kadar büyük birer nimet olduğunu ortaya koymaktadır.
Hem Güneş ve Ay’ın belli bir hesabla cereyan etmesinden günler, haftalar, aylar ve seneler bilinir. Vaktin bilinmesiyle de hayat nizam ve intizam altına alınır.[3]
Evet, Güneş, Ay ve yıldızların doğuş ve batışı, değişmeyen muazzam bir kanuna tabidir. Bu kanun sayesinde insanlar, mevsimlerin vaktini, günlerin sayısını, mahsulâtın hasad zamanlarını tesbit edebilmektedirler. Küre-i Arz üzerindeki mevcudatın vücudlarını devam ettirebilmeleri de Güneş ve Ay’ın dakik bir hesab ile cereyan etmelerine bağlıdır. Adil-i Mutlak; Güneş ve Ay için belli bir yörünge ve belli bir hız tayin etmiştir.[4] Şayet Güneş, Küre-i Arzdan biraz uzaklaşsa, üzerindeki mevcudatı burûdetiyle donduracak veya ona biraz yaklaşsa hararetiyle yakacak, böylece yeryüzünde hayat emaresi kalmayacaktı. Şayet Güneş ve Ay’ın sür’ati bir parça tezyîd veya tenkîs edilse, nizam-ı âlem bozulacaktı.
Demek Güneş ve Ay’ın belli bir hesab ile cereyanları zihayat için, bahusus insanlar için büyük bir nimettir. Bu nimet, hiç şübhesiz Rahman ismiyle müsemma bir Zat’ın vücub-u vücud ve vahdetine şehadet eder.
Evet, Güneş ve Ay, Rahman-ı Zülcemal tarafından cin ve inse musahhar kılınan birer memur-u İlahidir.[5]
Bu ayetlerde asıl olarak iki maksad nazara verilmektedir:
Birincisi: Güneş ve Ay’ın, kendileri için takdir edilen bir hesab ile kendi yörüngelerinde cereyan etmesi, bir nizama delalet eder. Fiil, failsiz olmadığından bu intizamlı fiiller, bedaheten Rahman’ı göstermektedir.
İkincisi: Rızık hakikatini göstermektir. Yani Güneş ve Ay’ın belli bir hesab ile deveranının gayesi, zihayatın, hususan insanın rızkının vücuda gelmesine vesile olmaktır. Zira rızkın husulü, zamana; zaman ise Güneş ve Ay’ın belli bir hesab ile cereyan etmesine bağlıdır. Madem rızıkların icadı, Güneş ve Ay’ın belli hesab ile deveranına mütevakkıftır. O halde Güneş ve Ay’ı teshir edip tedvir eden, ancak rızıkları veren Rahman-ı Zülcemal’dir.
الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ ayet-i kerimesi ifade ediyor ki; Güneş ve Ay bir hesabla dönüyor, belli bir hesapla doğup, belli bir hesapla batıyor, hareketlerinden bir milim dahi şaşmıyor. Şayet bir saniye hareketinden geri kalsa, kâinatın dengesi bozulur, kıyamet kopar. Güneş’in bugüne kadar nizam ve mizan içinde hareket etmesi gösterir ki; Güneş me’mur-u İlahi’dir, emir tahtında hareket eder. Müstakil bir hareketi olmadığı gibi; gayrın müdahalesi de yoktur. Ulviyattan olan Güneş ve Ay’ın intizamlı ve mizanlı olan şu deveranlarının neticesinde gece ve gündüz, kış ve yaz meydana geliyor ve bunun neticesinde süfliyat denilen yerdeki mu’cizat-ı kudret, hususan zihayatın rızıkları icad ediliyor. Bunun için Cenab-ı Hak, ulviyattan sonra bir sonraki ayet-i kerimede bahsi geçen süfliyatı zikretmiştir.
Ayet-i kerimede geçen بِحُسْبَانٍ “belli bir hesab iledir” kelimesi şöyle bir manaya delalet etmektedir: Güneş ve Ay’ın herbiri için, ilm-i ezeli ile belli bir ecel takdir edilmiştir. Bunlar, aynen insanların ecellerine yürüdükleri gibi ecellerine doğru akıp cereyan ederler. Ecelleri geldiği zaman, fenaya mahkûm olup gideceklerdir. Güneş ve Ay’ın, kendileri için takdir edilen belli bir süreye kadar cereyan edip, o süre bittiğinde zevale gidecekleri, pek çok ayet-i kerimede ifade edilmektedir.[6]
(Semendel Yayınlarından Rahman Suresi’nin Tefsiri adlı eserden alınmıştır.)
[1] Rahman, 55/5.
[2] Yunus, 10/5 ; Furkan, 25/61 ; Nuh, 71/16.
[3] En’am, 6/96; Yunus, 10/5 ; İsra, 17/12.
[4] Yasin, 36/38,39,40.
[5] A’raf, 7/54 ; İbrahim, 14/33 ; Nahl, 16/12 ; Enbiya, 21/33.
[6] Ra’d, 13/2 ; Lokman, 31/29 ; Fatır, 35/13 ; Zümer, 39/5.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |