Kur’an’ın en birinci müfessiri yine Kur’an’dır. Zira Kur’an’ın bir kısım mücmel ayetlerini, başka ayetler tafsil eder. Daha sonra sünnet-i Nebeviye, sahabe, müfessir ve müctehidin-i izamın görüşleridir. Kur’ân’ı tefsîr etmek, Arabî lügatı gáyet mükemmel bilmekle berâber, şu ilimleri de bilmeye mütevakkıftır:
1) Sarf-Nahv.
2) Mantık. (Bazı ulemaya göre)
3) Münâzara.
4) Belâğat.
5) Bedi’.
6) Beyân.
7) Usûl-i Tefsîr.
8) Usûl-i Hadîs.
9) Usûl-i Fıkıh.
10) Usûl-i Kelâm.
“Edille-i şer’iyye” denilen “Kitâb, Sünnet, İcmâ-ı Ümmet, Kıyâs-ı Fukahâ”ya muvâfık olmak ve şu ilimlerin tesbît ettiği ölçüler içerisinde bulunmak şartı ile, Kur’ân ve hadîse verilen her ma’nâ doğrudur, bu esâslar dışında verilen her ma’nâ ise bâtıl ve yanlıştır. Bu asırda Kur’an’ın manevi tefsiri olan Risale-i Nur’un muhtelif eserlerinde bu mevzu şöyle izah edilmiştir:
“Ulûm-u Arabiyece sahih ve usûl-i diniyece hak olmak şartıyla ve fenn-i maânîce makbul ve ilm-i beyanca münasib ve belâgatça müstahsen olan bütün vücuh ve maânî, ehl-i içtihad ve ehl-i tefsir ve ehl-i usûl-üd din ve ehl-i usûl-ül fıkhın icmaıyla ve ihtilaflarının şehadetiyle Kur'anın manalarındandırlar. O manalara, derecelerine göre birer emare vaz'etmiştir. Ya lafziyedir, ya maneviyedir. O maneviye ise, ya siyak veya sibak-ı kelâmdan veya başka âyetten birer emare o manaya işaret eder. Bir kısmı yirmi ve otuz ve kırk ve altmış, hattâ seksen cild olarak muhakkikler tarafından yazılan yüzbinler tefsirler, Kur'anın câmiiyet ve hârikıyet-i lafziyesine kat'î bir bürhan-ı bahirdir.”[1]
“Kur'an-ı Hakîm'in Kelâm-ı Ezelî'den gelmesi ve bütün asırlardaki bütün tabakat-ı beşere hitab etmesi hasebiyle, manasında bir câmiiyet ve külliyet-i hârika vardır. İnsandaki akıl ve lisan gibi, bir anda yalnız bir mes'eleyi düşünmek ve yalnız bir lafzı söylemek gibi cüz'î değil, göz misillü muhit bir nazara sahib olmak gibi, Kelâm-ı Ezelî dahi bütün zamanı ve bütün taife-i insaniyeyi nazara alan bir külliyette bir kelâm-ı İlahîdir. Elbette onun manası, beşer kelâmı gibi cüz'î bir manaya ve hususî bir maksada münhasır değildir. Bu sebebden, bütün tefsirlerde görünen ve sarahat, işaret, remiz, îma, telvih, telmih gibi tabakalarla müfessirînin beyan ettikleri manalar, kavaid-i Arabiyeye ve usûl-ü nahve ve usûl-ü dine muhalif olmamak şartıyla, o manalar, o kelâmdan bizzât muraddır, maksuddur.”[2]
Hem bir ayetin siyak ve sibakını, sebeb-i nüzulünü, nasih ve mensuhunu, amm ve hassını bilmeden ve nazara almadan Kur’an’ı tefsir etmek hatadır.
Kur’an’ın manâsını anlamakta lâzım olan sarf, nahiv, bedi’, beyan, maânî, usul-ü fıkıh ve akaid gibi ulum ve fünunu tahsil etmek ve bunların erbabını bulundurmak ve yetiştirmek devlet-i İslamiye üzerine vaciptir. Çünkü devlet-i İslamiyenin hikmet-i teşekkülünden birisi ve belki en mühimmi, ehl-i imanın itikadını ve esasat-ı diniyesini muhafaza ve furûatı tatbik ve icra etmektir. Kur'ân'dan bazı âyetin müteşabih ve bazısının manâsı muğlak olması, şu beyan olunan fenlerin erbabının lüzumuna delâlet eder. Şu halde ahkâmın istinbatına medar olan fenlerin ihmali caiz olamaz. Binaenaleyh; kavaid-i İslâmiyeye ve tefsirde bilinmesi lâzım olan fenlere tatbik etmeksizin ayet-i kerimeyi kendi re’yiyle tefsir etmek, hatadan salim olmadığı cihetle caiz değildir. Çünkü Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse Kur'ân'ı kendi reyiyle tefsir eder ve nefsinin arzusuna tevfik etmek isterse, Cehennem'de oturacağı mahalli hazırlasın.”[3]
(Semendel Yayınlarından Rahman Suresi’nin Tefsiri adlı eserden alınmıştır.)
[1] Sözler, 25. Söz, 1. Şule, 2. Şua, 1. Lem’a, s. 395.
[2] İşaratu’l-İ’caz, s. 7.
[3] Tirmizî, Tefsir, 1.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |