tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
(Kendilerine bir nezir) peygamber (gelirse, herhangi bir milletten daha çok sırat-ı müstakimde olacaklarına dair bütün güçleriyle Ellah'a yemin etmişlerdi. Vakta ki; onlara nezir) Hazret-i Muhammed (asm) (gelince, bu, onların haktan uzaklaşmalarından başka bir şeyi arttırmadı.
(Fatır, 35/42)
Hadîs-i Şeriflerden
Yöneticilerin en kötüsü, merhametsiz, zalim ve katı kalpli olanlardır.
(Müslim İmare 23)
Dualardan
Ya İlâhî! Ehl-i îmânın bütün hastalarına âcil şifâlar, dertlerine devâlar, yolcularına selâmetler, burçlularına borç elemînden kurtulmalar, ticâretle iştigàl edenlerine doğruluk ve emînlik tevfîk eyle.
(Hacı Hulusi Bey)
Vecîze
Mal sahibi zannettiğin esbab, mal sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i ezeliyedir.
Mesnevî-i Nuriye
MUHKEM VE MÜTEŞABİH AYETLER (2)

MUHKEM VE MÜTEŞABİH AYETLER (2)

29.10.2021

Cenab-ı Hak Al-i İmran suresinin 7. ayet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:

“(O Zat-ı Akdes ki; senin üzerine Kur'ân’ı indirdi. Ondan) Kur’an’dan (bir kısmı muhkem) manalarına delaletleri açık (âyetlerdir ki, onlar o kitabın aslıdır.) Dini hükümler hakkında bunlara itimat edilir. Muhkem ayetler; müteşabihatın manâsını doğru anlamak noktasında merci olduğundan muhkemata kitabın anası denilmiştir. Zira; müteşabihattan istihrac olunan ahkâmın tümü, muhkematın yardımına muh­taç olduğu cihetle muhkem ayetlere, “Ümmü’l-Kitab” unvanı verilmiştir. (Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir.) Bunlar ile Ellah'ın muradının ne olduğu açıkça bildirilmemiştir. Çeşitli mânalara ihtimalleri vardır. (Artık kalblerinde eğrilik bulunan kimseler,) bir takım bid'at sahipleri ve bir takım haktan meyleden gayr-ı müslimler gibi şahıslar, (fitne aramak) insanları şek ve şüpheye düşürüp dinlerinden uzaklaştırmak (ve onu te’vil etmek arzusunda bulunmak için o kitaptan müteşabih olanına tâbi olurlar.) Onları batıl surette te’vil ederler. Bu konuda insana lâzım olan; muhkem olan âyetlerle amel etmek, müteşabihata ise iman etmektir. Kalbinde fitne ve fesad marazı olan kimse, muhkem ve manâsı zahir olan âyetleri terkeder. Çünkü muhkem olan âyetlerin manâları açık olduğundan derhal amel etmek lâzımdır. Müteşabihatın te’viliyle meşgul olanlar ise, muhkematla amel etmek istemeyenlerdir. Bunlar, kendi heva-i nefislerine göre bu ayetleri te’vil etmekle haktan udul ediyorlar. Aynı zamanda  başkalarını da idlal ve ifsad ediyorlar. (Halbuki, onun) o müteşabih ayetlerden herhangi bir ayetin (tevilini) ondan muradın ne olduğunu (Ellahu Teâlâ'dan başkası bilemez. İlimde rüsuh sahibi olanlar ise; “Biz ona îman ettik, hepsi de) muhkemler de, müteşabihler de (Rabbimizin katındandır, derler. Bu müteşabih ayetleri, akıl sahibi insanlardan başkası düşünemez.) İlimde rüsuh peyda eden ulema ile murad; ilmiyle âmil ve Kur'ân'ın manâsını anlamakta lâzım olan fenlere vukuf-u tâmmı bulunan erbab-ı fazilettir ki, bu misillü ehl-i ilmi Cenab-ı Hak akıl sahipleri olmalarıyla sena buyurmuştur.”[1]

Selef uleması, bu ayet-i kerimede geçen وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ “O müteşabih ayetlerden murad-ı İlahi ne olduğunu Ellah’tan başka kimse bilemez.” cümlesinin sonunda vakfetmişlerdir. وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ  “İlimde rüsuh sahibi olanlar ise; ‘Biz ona îman ettik, hepsi de Rabbimizin katındandır.’ derler.” cümlesini, cümle-i ibtidaiye olarak kabul etmişlerdir.

Halef uleması ise, وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ  cümlesinin sonunda vakfetmişlerdir. اَلرَّاسِخُونَ kelimesini, اَللّٰهُ kelimesine atfetmişlerdir. Bu durumda ayet-i kerimenin manası şöyle olur:

“O müteşabih ayetlerden murad-ı İlahi ne olduğunu Ellah’tan ve ilimde rusuh sahibi olanlardan başkası bilemez.”

Hulasa: Bu âyette iki kıraat vardır:

Birincisi: وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ  cümlesinin sonunda vakfetmektir. Bu kıraat, selef mezhebine muvafıktır. Çünkü; onlar müteşabihatın aslına îman, ilmini Ellahu Tealâ'ya tefvizle iktifa etmişlerdir.

İkincisi: وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ cümlesinin sonunda vakfetmektir. Bu kıraat da halef mezhebi­ne muvafıktır. Zira onlar; “Beşerin ıslahı ve intifaı için nazil olan Kur’ân’da manâsı bilinmeyen şey olmaz. Binaenaleyh; müteşabi­hatın manâsını Ellahu Tealâ bildiği gibi, ilimde rusûh peyda eden ule­ma dahi bilirler.” derler. Müteşabihatın kavaid-i diniyeye muvafık te'vili ile iştigal etmekle, Kur’an’ı heva ve hevesine mutabık tefsir etmek isteyenleri reddederler.

Al-i İmran Suresinin 7. ayet-i kerimesinde geçen te’vil kelimesi ıstılahta; “Kur'an-ı Kerim’in âyetlerini muhtemel olduğu çeşitli mânalardan birine çevirmektir.”

Te’vil de iki kısma ayrılır:

Biri: Sahih te’vildir ki; kapalı olan bir lâfzı, haklı bir sebebe dayanıp, bir sebep ve delile bağlı olan ve muhkem âyetlere ters düşmeyen bir mânaya sevketmektir.

Diğeri: Fasid te’vildir ki; bir lâfza hiç ihtimali olmayan bir mânayı vermektir veya ihtimali olan mânâlar içinde muteber olanı varken muteber olmayan mânayı seçmektir.

(Semendel Yayınlarından Rahman Suresinin Tefsiri adlı eserden alınmıştır.)

 


[1] Al-i İmran, 3:7.

Bu yazi 1869 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2025 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.216 sn. deSen
↑ Yukarı