Cenab-ı Hak, konuyla ilgili olarak A’raf Sûresinde şöyle buyuruyor:
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعًاۨ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۖ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Ey Resûlüm de ki: Ey insanlar! Muhakkak, ben kesin olarak cümlenize Ellah tarafından gönderilmiş Peygamberim. Öyle bir Ellah ki, semâvât ve arzın bütün mülkü O’nundur. Ondan başka İlâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. Ey insanlar! Öyle ise Ellah’a ve Onun Nebîy-yi Ümmî olan Resûlüne îmân edin ki, o Resûl de Ellah’a ve onun indirdiği bütün semâvî kitâblara ve suhuflara îmân ediyor. Ve siz, o Nebîy-yi Ümmî’ye îmân etmekle berâber ona tâbi’ olun ki hidâyete eresiniz.”[1]
Demek Resûl-i Ekrem (asm)’e îmân etmeyen ve O’na tâbi’ olmayan dalâlettedir.
Bu âyet-i kerîmelerin ifâdesiyle kâfir bir kimsenin, –ister ehl-i kitâb olsun ister diğer kâfirler olsun– îmânının sahîh olabilmesi, ehl-i necât olabilmesi ve âyet-i kerîmede geçen rahmet-i İlâhiye’ye nâiliyeti için, Ellah’a îmân etmekle berâber; Nübüvvet-i Muhammediyye (asm)’a îmân etmekle de mükelleftir.
Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyuruyor:
“Ben Nebîyyû’l-Ümmîyim. Sâdık ve zekîyim. Veyl (azâb) ve bütün veyl, ol kimseye olsun ki; beni yalanlıyor, benden sırt çevirip beni dinlemiyor ve bana cebhe alıp benimle savaşıyor. Hayır ve iyilik, ol kimseye olsun ki; beni koruyup bana yardım ediyor, bana îmân edip sözlerimi tasdîk ediyor ve benimle berâber savaşa katılıyor.”[2]
“Benden önceki peygamberler özel olarak belli bir kavme gönderiliyordu. Ben ise bütün insanlara gönderildim.”[3]
Mezkûr âyet-i kerîme ve hadîs-i şerifler sarâhaten bildiriyor ki; diğer peygamberler kendi kavimlerine gönderildiği halde, Resûl-i Ekrem (asm) bütün insanlara gönderilmiştir. Bu sebeple bütün insanlar, Resûl-i Ekrem’in (asm) ümmetidir. Fakat kelâm ilmi ıstılâhınca ümmet ikiye ayrılır:
Biri: Ümmet-i icâbettir ki, Resûl-i Ekrem’in yaptığı da’vete icâbet eden Müslümanlardır.
Diğeri: Ümmet-i da’vettir ki; da’vete mazhar olan ama kabûl etmeyen kâfirlerdir. Bu ümmet-i da’vet, kurtuluşa ermek için Resûl-i Ekrem’in (asm) da’vetini kabûl etmek zorundadır.
O halde bütün insanlar, -Hz. Muhammed (asm)’ın da’vetine icâbet etse de etmese de- Onun ümmetidir. Kabûl etmeyenler, kendi peygamberini yâni Resûl-i Ekrem (asm)’ı inkâr etmiş dolayısıyla bütün peygamberleri, kitâbları ve hattâ Ellah’ı inkâr etmiş sayılır. Çünkü îmân bir küldür. Bir cüz’ü inkâr, küllü inkâr etmek demektir. Binâenaleyh Müslümanların, Yahudî ve Hıristiyanların hak bir din üzerinde bulunduklarını ve hakìkì ehl-i kitâb olduklarını ve bu îmânlarıyla berâber Cennet’e gideceklerini kabûl etmeleri, Kur’ân’ı ve Resûl-i Ekrem’i (asm) inkâr etmek demektir. Çünkü pek çok âyet ve hadîslerin sarâhatı, Yahudî ve Hıristiyanların ehl-i necât olmadıklarını, âhiret nokta-i nazarında ehl-i şirk olduklarını ifâde etmektedir. İmâm Müslim’in rivâyet ettiği şu hadîs-i şerîf, bu husûsu sarâhaten bildirmiştir: Ebû Hureyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurdu:
“Bu ümmetten* bir Yahudî veyâ Hıristiyan, beni işittiği halde bana îmân etmeden ölürse, o ancak Cehennem ashâbından olur.”
*Hadîsde geçen ümmetten murâd, ümmet-i da’vettir. Ümmet-i da’vet ise, Resûl-i Ekrem (asm)’ın gelmesinden, tâ kıyâmete kadar olan zaman içindeki bütün insanlardır.[4]
Hazret-i Peygamber (asv), şöyle buyurmaktadır: “Ben, yetiştiğim kişilerin ve benden sonra gelen herkesin peygamberiyim.”[5]
Netîce-i Kelâm: Resûl-i Ekrem (asm)’ın aveneleri olan sâir peygamberler, her biri kendi asırlarında, belli bir zamâna ve kavme has olarak peygamberlik vazîfesini edâ etmişler, hattâ bir zamanda pek çok peygamber bulunmuştur. Kâinât ve insan tılsımını fethederek ahkâm-ı İlâhiyeyi insanlara tebliğ etmişlerdir. Sonra bu irşâdâtla ahâlî tamâmen gelişip en son ve en mükemmel dersi berâberce dinleyecek bir seviyeye gelince, son mübelliğ olan Resûl-i Ekrem Aleyhisselâtü vesselâm gelmiştir. Resûl-i Ekrem (asm) ise, daha mükemmel ve yüksek bir tarzda, Kur’ân ve hadîsleri vâsıtasıyla tılsım-ı kâinâtı çözmüş ve ahkâm-ı İlâhiyeyi bütün cin ve inse tebliğ etmiş ve Risâleti kıyâmete kadar devâm edecektir. Böyle cihânpesendâne bir Risâleti tasdîk etmeyen ve tâbi’ olmayan kim olursa olsun ve hangi dinden olursa olsun kesin olarak ehl-i necât değildir ve ebedî Cehennemden kurtulamaz.
(Rumûzu’l-Kur’an (1) adlı eserden alınmıştır.)
[1] A’raf, 7:158.
[2] El-Câmi’üs-Sağîr/2686 nolu hadîs.
[3] Müslim, Buhârî, Nesaî, Tirmizî.
[4] Et-Tâc, Cild 1, S. 25.
[5] el-Câmi’üs-Sağîr, 2697 nolu hadîs.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |