#CumaDersi
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ وَاُمْل۪ى لَهُمْ اِنَّ كَيْد۪ى مَت۪ينٌ
Aziz Kardeşlerim!
Celâlli ve kahhar bir el, bu asırda tecellî eylemiş. O el, bütün âlemi çalkalandırırken en fazla tokatı, istikametsiz olan ehl-i imana vuruyor. Bunu seziyoruz, biliyoruz. Bu celâlli ele karşı ne ile mukabele etmek gerekir? Tevbe ve istiğfarla, hakka ciddî teveccüh etmekle. Fiey-i kalîle de olsak ciddiyetle tevbe edelim, Kitab ve Sünnet etrafında birleşelim, tefrikaya düşmekten şiddetle sakınalım. Başkalarıyla uğraşmayalım. Zira kötüleri ve kötülükleri bahsetmeği meslek edinmek, bizlere zarar verir, maksadımıza ulaşmaktan bizi alıkoyar. Eğer bu düsturlara riâyet edersek, Kur’an-ı Mu’cizu’l-Beyan’ın gelecek müjdesine nail oluruz:
كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
“(Nice az bir fırka, nice çok fırkalara Ellah'ın izniyle) yardımıyle (gâlib gelmiştir.) Tarih şahiddir ki; ekseriyetle az sayıdaki ehl-i iman, kendilerinden sayıca çok fazla olan düşman kuvvetlerine Ellah’ın yardımı sayesinde gâlib gelmişlerdir. O halde korkmaya mahal yok. Sabır ve takva ile galebeyi Ellah’tan bekleyin. (Ve Ellahu Teâlâ) tevfik ve inâyet-i İlahiye (sabredenlerle beraberdir.) Onlara yardım eder, nusret verir. Bizler de hak yolunda sebat etmeliyiz ki, Ellah’ın nusretine nâil olalım.”[1]
Malikü’l-Mülk, O’dur. O Malikü’l-Mülk, ehl-i îmânı hapse ve zindana atar, zalimleri de tahta oturtur. Haydi izah et bakalım! İzahı aklen gayr-ı kâbildir. Tek çare, sabretmek ve istikâmeti muhafaza etmektir. Ayet-i kerîmenin işaretiyle[2]; Müslümanlar, Ye’cûc ve Me’cûc devrine kadar muvaffak olur. Alemi, fesada veren Ye’cûc ve Me’cûc taifesi zuhur edince, iş tersine döner, muvaffakiyet, ehl-i dalalet tarafına geçer, Müslümanlar hakkında ağır bir imtihan başlar. Ancak ehl-i dalâletin, ehl-i hidâyete gâlib olması muvakkattır, istidractır. Neticede mutlaka ehl-i hidâyet, ehl-i dalâlete galebe edecektir.
Demek bu ayet-i kerimeler ifâde ediyor ki; ehl-i küfür ve isyana nimet ve sıhhat, makam ve mevki, güç ve servet, saltanat ve şevket ve uzunca bir ömür verilmesi, bir lütuf, makbuliyet ve hakkaniyetlerine bir alamet olarak görünse de aslında bir istidracdır.[3] Yavaş yavaş onları şiddetli bir azaba doğru sürüklemektir. Haşa onlar, makbul ve haklı oldukları için değildir. Asrımızda ehl-i küfür ve dalaletin, ehl-i imana karşı galebesi de bir istidracdır. Bu hale aldanmamak, hakta sebat etmek gerektir.
Hazret-i Âdem’den asrımıza kadar nev-i beşer böyle ağır bir imtihan geçirmemiştir. Ehl-i dalaletin gâlib, ehl-i hidayetin ise mağlub olması pek çoklarını, dinde şübheye düşürmüştür. Herkesin kafası bu noktada bulanmıştır. Bu hal, Din-i Mübin-i İslam’ın inkişâfı husûsunda onları umutsuzluğa sevketmiştir. “Ehl-i dalaletin bu kadar azîm tahribatından sonra İslamiyet bir daha inkişaf eder mi?” diye zihinlerinde sorular oluşmuştur.
Ya Rab! Va’d ettiğin fütuhât-ı İslâmiyeyi zuhûr ettirmekle ehl-i İmânın bu şübhelerini izâle eyle. Bize sabır, tahammül ve îmân selâmeti ver. Bütün bela ve musîbetlere karşı, حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ deyip Senin hıfz ve inâyetine ilticâ ediyoruz. Bizleri hem dâhilî, hem de haricî düşmanların şerrinden kurtar. Zira Hâfız-ı Hakîkî, yalnız Sensin.[4]
[1] Bakara, 2:249.
[2] Kehf, 18:94; Enbiya, 21:96-97.
[3] A’raf, 7:182-183; Kalem, 68:44-45.
[4] Semendel Yayınları’ndan “24. Mektûb ve Şerhi” adlı eserden alınmıştır.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |