tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Rabbinizden mağfiret dileyin; sonra günahlardan tevbe edip O’na sığının! Gerçekten benim Rabbim, çok merhametlidir ve kusurunu derkedip dergahına iltica edenleri sevendir.
(Hud, 11/90)
Hadîs-i Şeriflerden
Sizden birinizin sırtında odun toplaması, dilenmesinden daha hayırlıdır. Dilenip istediği kimse ya verir veya vermez.
(Buhari, Zekat 50, Müslim, Zekat 106)
Dualardan
Yaşasın sıdk! Ölsün ye's! Muhabbet devam etsin! Şûrâ kuvvet bulsun! Bütün levm ve itab ve nefret, heva hevese tâbi olanlara olsun; selâm ve selâmet, hüdaya tâbi olanların üstüne olsun! Âmin.
(Tarihçe-i Hayat)
Vecîze
Netice-i hilkat-i âlemin en mühimmi, şükürdür. Çünki kâinata dikkat edilse görünüyor ki: Kâinatın teşkilâtı şükrü intac edecek bir surette herbir şey, bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor.
Mektûbat

ÂLEMDEKİ BU TEBEDDÜL VE TEĞAYYÜRÜN SEBEBİ, TEKÂMÜLDÜR

15.01.2021

#CumaDersi

اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ  *  يَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَاءُ

Aziz Kardeşlerim!

Mülk sahibi, Ellah’tır. O, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Dolayısıyla O’nun tasarrufuna itiraz edilmez. Fazlından verdiğine şükretmek vazifemizdir. Verilmeyenlerde bir hakkımız gasbedilmemiş ki; hak dava edelim veya itiraz edelim.

Cenab-ı Hak, insanı bu kadar hadsiz lütuflara mazhar ettiği halde; insan bu nimetlere karşı şükretmeyip şekva suretinde; “Neden beni hasta etti, neden beni bu kadar bela ve musibete giriftar etti, neden beni fakir etti, neden saçımı biraz daha gür etmedi, neden boyum daha uzun değil, neden falanca gibi güçlü değilim, neden geceleyin gözüm görmüyor, neden boynum bükük, neden yüzüm esmer?” gibi itirazlarda bulunsa, elbette tokada müstahak olur. Bu durumda dünyada itirazların sonu gelmez. O halde insanın vazifesi, verilen nimetlere karşı şükür ve hamdetmektir. Verilmeyen nimetleri de dua ve niyaz ile taleb etmektir. Hem olmayacak şeyleri Ellah’tan istememektir.

Ey insan! Cenab-ı Hak, seni bu kadar halden hale, tavırdan tavra çevirip her halinde, her tavrında sana hadsiz nimetleri bahşetmişken, senin vazifen de o nimetlere şükretmek iken, sen vazifeni yerine getirmeyip, verilene razı olmayıp nasıl şekva ve itirazda bulunursun?

İlk haletini düşün! Sen yoktun. O Malikü’l-Mülk, lütuf ve keremiyle seni var etti. Sana camidiyet mertebesini ihsan etti. Eğer camid olarak kalsaydın, bu, senin için nakıs bir vücud mertebesi olurdu. Taş, dağ, su, toprak, hava, altın, bakır, gümüş gibi ne kadar cemâdât ve meâdin var. Bunlardan biri olarak yaratılabilirdin. Ama Cenab-ı Hak, lütfuyla seni bir üst hayat mertebesine yükseltmek için sana hareket verdi. Seni, câmidiyet mertebesinden nebâtî hayat mertebesine terakkî ettirdi. Bir ot, bir çiçek, bir ağaç olarak yaratılabilirdin.  Üç yüz bin çeşit nebatat taifelerinden bir ferd olabilirdin. Ama Cenab-ı Hak, lütfuyla seni bir üst hayat mertebesine yükseltmek için sana hareket verdi. Seni, nebâtî hayat mertebesinden, hayvânî hayat mertebesine terakkî ettirdi. Bir inek, bir sinek olarak yaratılabilirdin. Yüz bin çeşit hayvanat taifelerinden bir ferd olabilirdin. Ama Cenab-ı Hak, lütfuyla seni bir üst hayat mertebesine yükseltmek için hareket verdi. Seni, hayvânî hayat mertebesinden insânî hayat mertebesine terakkî ettirdi. Yine lütfuyla insanlık âlemi içinde sana îmân ve İslâmiyet, ma’rifetullah ve muhabbetullah nimetlerini bahşetti.

Cenab-ı Hak, bir damla meniden insan suretine getirinceye kadar seni halden hale, tavırdan tavra çevirdi. Mesela; nutfeden alakaya, alakadan mudğaya tebdil etti. O mudğadan bir kısmını kemik yaptı. Daha sonra eti, kemik üzerine giydirdi. Azalarını yerli yerince yerleştirdi. Ona mümtaz bir suret ve şahsiyet verdi. Câmidiyet ve nebâtiyet mertebelerinden sonra onu hayvaniyet mertebesine yükseltip ona ruh verdi. Daha sonra insaniyet mertebesine terakki ettirip ona akıl bahşetti. Böylece ana rahminde onu kemale erdirmek için halden hale, tavırdan tavra çevirdi.

İnsan bu dünyaya geldikten sonra ise; ona, sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa doğru bir hareket verdi. Yani onu yedi yaşında hadd-i temyize erdirdi, on beş yaşında zarar ve menfaati fark ettirdi, kırk yaşında kemale kavuşturdu. İnsan, dünyada evlenir, çocuk sahibi olur, zamanla dede olur. Derken o insan eğilip bükülür, kulağı duymaz, gözü görmez, eli tutmaz, yerden kalkamaz bir hal alır. Bundan sonra Cenab-ı Hak ölüm vasıtasıyla onu bu dünya zindanından alıp cennet bahçelerine götürmek, hakiki kemale erdirmek için onun ruhunu kabzeder. Böylece onu halden hale, tavırdan tavra çevirir.

Senin bütün bu tasarrufata, tebeddülata ve tağayyürata müdahalen olabiliyor mu? Madem olamıyor. Çünkü sende başka bir el işliyor. İster istemez seni bir yere doğru sevkediyor. Seni kemale erdirmek için devamlı bir surette mevt ve fena, zeval ve firak, musibet ve meşakkat ile seni terbiye ediyor. Öyle ise itiraza hakkın yoktur. Eğer yerinde sabit kalsaydın, hareket etmeseydin, tebeddülat ve tağayyürata maruz kalmasaydın, kemale kavuşamazdın. Öyleyse insan ölüm ile yok olmuyor, bir üst hayat mertebesine terakki ediyor. Demek bütün bu tebeddülat, teğayyürat ve tahavvülatlar kemâl içindir.[1]

 


[1] Semendel Yayınları’ndan “24. Mektûb ve Şerhi” adlı eserden alınmıştır.

 

Bu yazi 2038 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.113 sn. deSen
↑ Yukarı