#CumaDersi
Ehl-i Cehennem, hem kendilerini, hem de kendilerine bağlı olanları hüsrâna düşürürler. Çok günâh işlerler. Hakka arkalarını dönerler. Yoksulu doyurmaya teşvîk etmezler. Helâl-harâm demeyip, mîrâsı alabildiğine yerler. Dünyâ malını ve servetini çok severler. Seyyiâtı, şer ve kötülükleri kesbederler. Yalancıların tâ kendileridir. Şeytân, onların dostudur. Onlar; Ellâh’ın ilim ve takdîrinde, azâbın üzerlerine hak ve vâcib olduğu kimselerdir. Kasden adam öldürürler. Yetîmlerin mallarını zulmen, haksız yere yerler. Altın ve gümüşü, mal ve serveti biriktirirler; onu, Ellâh yolunda infâk etmezler. Ellerini sıkı tutarlar, cimridirler; hayır ve hasenâtta bulunmazlar. Dünyâ hayâtına râzı olup, onunla itmi’nân bulurlar. Ellâh’ın ni’metlerine şükretmeleri gerekirken, küfrân-ı ni’met ederler. Âhiretten korkmazlar. Onlar, hüsrânda olanlardır.
Fâiz yerler. Kendilerine harâm ve yasak kılındığı hâlde, fâiz alıp verirler. Hırsızlık, gasb, rüşvet, kumar gibi gayr-ı meşrû’ ve bâtıl yollarla, haksız yere insânların mallarını yerler. Ehl-i îmâna iftirâ ederler, bâhusûs zinâ iftirâsında bulunurlar. Mü’minler, yanlarından geçtiğinde kaş göz işâretiyle onlarla alay ederler. Şeytânın va’dine inanır; onun yolundan gider, izini ta’kîb ederler. Uzun emel ve kuruntulara kapılırlar. Onlara, “Ellâh’ın indirdiği Kur’ân’a tâbi’ olun!” denildiği zamân derler ki: “Hayır! Biz, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak, onun ardınca gideriz.” derler. Onlar, arslandan kaçan yabânî eşekler gibidirler. Kur’ân’ın öğüt ve nasîhatlerinden yüz çevirip kaçarlar.
Onlar, dünyâ hayâtı ve zînetini isterler. Âilelerine dönerken, zevk ve neş’e içinde gülerek dönerler. Ehl u iyâlleri içinde sürûr ve sevinç içinde yaşarlar. Ellâh ve âhiretten gâfildirler. Savaştan geri kalır, harb meydânından kaçarlar. Ellâh yolunda canlarıyla ve mallarıyla cihâd etmekten hoşlanmazlar. İnsânları da bundan alıkoymaya çalışırlar. Ellâhu Teâlâ’nın kendilerine gazab ettiği bir topluluğu dost edinirler. Onlar; fâsıktırlar, Ellâh’ın emrinin hâricine çıkarlar. Ahde vefâ göstermezler. Hayra engel olurlar. Yoksulları doyurmaz, onlara yemek vermezler. Şübhecidirler. Ellâh’ın gözetilmesini emrettiği hakları gözetmezler.
Onlar, dünyâ hayâtında bütün zevkleri yaşayıp bitiren, safâ süren kimselerdir. Dünyâyı sever, âhireti terk ederler. Dünyâ hayâtını, âhirete tercîh ederler. Yetîme ikrâm etmezler. Şeytân, onlara amellerini bezeyip güzel gösterir. Onlar, kendilerine İlâhî vahiy ve apaçık mu’cizelerle gelen, onlara Ellâh’ın âyetlerini okuyan ve onları âhiret azâbıyla inzâr eden peygamberleri inkâr ve tekzîb ederler. Namazı terk ederler. Şehvetlerine tâbi’ olurlar. Çokça yalan söyler, iftirâ atarlar. Ellâh’ın meşrû’ kılmadığı selâmla selâmlarlar. Şeytân, onları hâkimiyeti altına almıştır. Onlar, hizbu’ş-şeytândırlar, şeytânın tarafdârlarıdırlar.
Onlar; Ellâh’a iftirâ eden, O’na karşı yalan söyleyen, doğruyu (Kur’ân’ı) tekzîb eden kimselerdir. Mü’minler arasında kötü söz ve fiillerin yayılmasını arzû ederler. Kötülüğü emreder, iyilikten alıkoymaya çalışırlar. Ellâh’ın mescidlerini ve içlerinde Ellâh’ın isminin anılmasını men’ eder, mescidlerin harâb olmaları yolunda sa’y ederler.
Onlar, cehâlet içinde gaflete dalan kimselerdir. Kur’ân âyetleri okunduğunda işitirler de sonra kibir ve gurûrlarından hiç işitmemiş gibi, küfür üzerinde ısrâr ederler. Ellâh’ın âyetleri hakkında mücâdele ederler. Ellâh hakkında sû-i zanda bulunurlar. Onlar, namaz kılanlardan değillerdir. Füccâr gürûhudur. Bile bile yalan yere yemîn ederler. Yemînlerini kalkan yapıp insânları, Ellâh’ın Dîni’nden alıkoyarlar. Ellâh’ın âyetlerini kabûllenmemek husûsunda inâdçıdırlar. Onlar, Ellâh’ın rahmetinden ümîdlerini kesmişlerdir. Çalışmış, ama boşuna yorulmuşlardır. Ellâh, onlara gazab etmiş ve onları rahmetinden mahrûm bırakmıştır.
Onlar; dünyâda varlık içinde, sefâhete dalmış azgın kimselerdir. Onların malları ve evlâdları, Ellâh’ın azâbını ve gazabını def’etmek husûsunda onlara bir menfaat sağlamaz. Onlar, büyük günâh üzerinde ısrar ederler. Bâtıla dalanlarla berâber bâtıla dalarlar. Kur’ân okunduğu zamân secde etmezler. Mü’minleri gördüklerinde, “Hiç şübhe yok ki; bunlar, sapık kimselerdir.” derler. İnsânları arkalarından çekiştirir, kaş göz işâretiyle onlarla alay ederler. Cezâ gününü tekzîb ederler. Hesâba çekilmeyi ummazlar. Mal ve servetlerinin, kendilerini ebedîleştireceğini zannederler. Onlar, ehl-i şekâvettirler. Mahlûkâtın en şerlileridirler.
Şimdi bundan anla ki; Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın ehl-i küfür ve tuğyândan bu kadar azîm şekvâlar etmesi ve onların azâb-ı ebedîye müstehakk olmaları ve Cehennem gibi celâldârâne bir azâb ülkesinde ebedî envâ’ çeşit azâb çekmeleri, aynı adâlettir.
Resûlullâh (asm)’ın şu duâsıyla, kişiyi Cehennem’e götürecek bu nev’ evsâftan Rabbimize sığınıyoruz:
اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ي أَسْأَلُكَ الْجَنَّةَ وَمَا قَرَّبَ إِلَيْهَا مِنْ قَوْلٍ أَوْ عَمَلٍ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ النَّارِ وَمَا قَرَّبَ إِلَيْهَا مِنْ قَوْلٍ أَوْ عَمَلٍ
“Ey Ellâh’ım! Senden Cennet’i ve Cennet’e yaklaştıracak kavl ve ameli istiyorum. Ve azâb-ı nârdan ve o azâba yaklaştıracak her türlü kavl ve amelden sana sığınıyorum.”[1]
(Semendel Yayınlarından “Dâr-ı Şekâvet Cehennem” adlı eserden alınmıştır.)
[1] Ahmed, 24498; İbn-i Mâce, 3846; Sahîhu’l Câmi’, 1276.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |