tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Ey Resulüm! (Biz Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.
(Enbiya, 21/107)
Hadîs-i Şeriflerden
Namazı benden gördüğünüz şekilde kılınız.
(Buhari, Ahâd 1)
Dualardan
Ellah sizlerden ebedî razı olsun, âmîn. Ve sizi, hizmet-i imaniye ve Kur'aniyede muvaffak eylesin, âmîn.
(Kastamonu Lahikası)
Vecîze
Bir kalb ve vicdan, fezâil-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez.
Münâzarât

CENNET’TEKİ SAÂDET, HEM CİSMÂNÎ, HEM DE RÛHÂNÎDİR (2)

13.11.2020

#CumaDersi

 

Cenâb-ı Hak, Zuhruf Sûresi’nin 71. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmaktadır:

وَفيهَا مَاتَشْتَهيهِ الْاَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُ وَاَنْتُمْ فيهَا خَالِدُونَ

“(Ve orada) Cennet’te, ehl-i îmân ve tâatin (nefislerinin hoşlanacağı ve gözlerinin lezzet alacağı şeyler vardır.) Cenâb-ı Hak veya melekler onlara der ki: (ve siz orada) O Cennet’te (ebediyyen kalıcılarsınız) Cennet, bakidir, ona nâil olanlar da orada ebediyyen zevk u safâ içinde bâkî kalacaklardır. Artık o ni’metler, yok olmayacaktır.”[1]

Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerîmede hem maddi, hem manevi; hem rûhî, hem cismânî saâdet ve lezzetin Cennet’te berâber bulunacağını ifâde etmek için ma’nevî cihâzâttan nefsi, maddî cihâzâttan ise gözü misâl olarak zikretti. Sâir letâif ve havâss-ı insâniye, maddî ve ma’nevî cihâzât-ı beşeriyye bunlara kıyâs edilsin.

Hiçbir uzv-u insânî, bu dünyâda hüve hüvesine tatmîn olmuyor. Her biri, ebediyyeti istiyor. “ اَگَرْ نَه خَواهِى دَادْ نَه دَادِى خَواهْ denildiği gibi: Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”[2] Mâdem insânın maddî ve ma’nevî bütün cihâzâtı, letâif ve havâssı ebediyyeti istiyor. Bu istek ise burada verilmiyor. Elbette bu isteği veren Zât, onları başka bir memlekette ebedî bir sûrette tatmîn edecektir.

Kim bu hârika-i san’at olan uzuvları yaratmış ise, bunların ebede âid ve ancak ebedî bir âlemde tatmîn edilecek olan arzûlarını veren de O’dur. Mâdem insânın bu fânî dünyâda bu arzûları yerine getirilmiyor, elbette başka bir âlemde bu arzûları yerine getirilecektir. Bu uzuvların ve duyguların hepsi, o ebedî âleme göre verilmiş ve ancak orada tatmîn olacaktır. Meselâ; dil o kadar yüksek bir derece-i san’atta ve kâbiliyyette yaratılmıştır ki, o dilin tatmîn yeri ancak Cennet’tir. Kezâ hayâlin, gözün tatmîn yeri ancak Cennet’tir. Hayâl nasıl tatmîn olur? Şu anda sen, hayâlen İstânbul’u düşündün ve bir anda oraya gitmek istedin. Peki, hayâlin bu isteği yerine gelir mi? Oraya gidebilir misin? Hayır. İşte bu istek, en âlâ şekliyle Cennet’te ihsân edilecektir. Zîrâ ehl-i Cennet, Cennet’te rûh hiffetinde, hayâl sür’atinde gezip dolaşırlar. Cennet’te, zamân ve mekân kaydı olmadığı için tam bir saâdete nâil olurlar. Meselâ; hayâl, nereyi düşünse, cesed aynı anda o yerde gezer ve dolaşır. Bedenin sür’at-i hareketi, hayâlin sür’atı kadardır. Dünyâdaki sür’at-i hayâl ne kadarsa, Cennet’te cesed o kadar sür’atlidir. Ehl-i Cennet, aynı anda düşündüğü şeyin yanında olur. İstediği ni’met, onun yanında hazır olur. Bir ni’meti düşünmekle o ni’mete nâil olmak berâberdir.

Demek havâss-ı insâniyye, bu dünyâya göre verilmemiştir. Meselâ; havâss-ı insâniyeden biri olan kuvve-i zâika envâ’-i çeşit ni’metten istifâde ettiği hâlde tatmîn olmuyor, doymuyor ve daha iyisini istiyor. Bu hâl gösterir ki; bu kuvve-i zâika, dünyâ için değil, âhiret için yaratılmıştır. Bu sırdan dolayı, ehl-i Cennet, Cennet’te açlık elemini çekmez. Sâdece lezzet için yer. Yediği yemekte hiçbir kusûr görmez ve ondan daha a’lasını düşünemez. Yemeğe karşı dâimî bir iştihâsı vardır. Yemeğe oturur, istediği kadar yer, bununla berâber ne tok olur, ne usanır, ne de vücûdunda bir şişkinlik ve rahatsızlık meydana gelir. Ehl-i Cennet, Cennet taâmlarından ne kadar yerse yesin, lezzet alır. Mi’desi şişmez, vücûd ölçülerinde bir değişme olmaz, lezzet de devâm eder. Dünyâda ise, iştahı olunca yer, tok olduğu zamân yemeği bırakır, gözü yemekte kaldığı hâlde daha fazla yiyemez. İnsân, bu dünyâda ihtiyâctan dolayı yer ve içer. Cennet’te ise sırf lezzet için yer ve içer.

Netîce-i kelâm: Cennet’teki saâdet ve lezzet, hem ruhânîdir, hem de cismânîdir. Kezâ Cehennem’deki şekâvet ve azâb da hem rûhânîdir, hem de cismânîdir. Şâyet Cennet’teki saâdet ve Cehennem’deki şekâvet -haşa- sadece rûhânî olsa; bu durumda Kur’ân-ı Azîmüşşan’da tavsîf ve ta’rîf edilen Cennet’teki saâdet-i cismâniyye ve Cehennem’deki şekâvet-i cismâniyyeye dâir olan beyânât, abes ve fuzûlî olur. O Zât-ı Akdes’in hadsiz hikmeti ise, böyle bir abesiyyetten nihâyet derecede münezzeh ve mukaddestir. O hâlde saâdet ve şekâvet-i cismâniyye haktır ve kat’îdir.

Mâdem ehl-i îmân ve tâat, bu dünyâda maddî ve ma’nevî cihâzâtını îmân ve ubûdiyet yolunda isti’mâl etmiştir. Elbette o maddî ve ma’nevî cihâzâta mükâfât olarak Cennet’te cismânî ve rûhânî bir saâdet ihsân edilecektir. Hem mâdem ehl-i küfür ve dalâlet, bu dünyâda maddî ve ma’nevî cihâzâtını inkâr ve isyân yolunda isti’mâl etmiştir. Elbette o maddî ve ma’nevî cihâzâta cezâ olarak Cehennem’de cismânî ve rûhânî bir azâb verilecektir. Bu maksadın husulü için elbette haşr-i cismânî olacaktır.

(Semendel Yayınlarından “Dar-ı Saadet Cennet” adlı eserden alınmıştır.)

 


[1] Zuhruf, 43:71.

[2] Mektûbât 302

 

Bu yazi 1868 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.124 sn. deSen
↑ Yukarı