#CumaDersi
Cenab-ı Hak Yâsîn Sûresi’nde şöyle fermân buyuruyor:
تَنْز۪يلَ الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِ
Meâl-i Âlîsi: “Ey Nebiyy-i Zî-şân! Sana peyder-pey inzâl olunan bu Kitâb, cümle mahlûkát üzerine gálib olan ve kullarına yaptığı in‘ám ve ihsânla merhametini gösteren Elláhu Teálâ tarafından inzâl olunmuştur. Nazmı muhkem, lâfzı mu‘ciz, ma‘nâsı kavî ve envâ-ı hikmeti câmi‘dir.”
Bu âyet-i kerîmede, Kur’ân’ı inzâl eden Elláh’ın iki ism-i şerîfi beyân edilmiştir.
Birincisi: “Gálib ve kuvvetli” ma‘nâsına gelen “Azîz” ismi,
İkincisi: “Şefkat ve merhamet sáhibi” ma‘nâsına gelen “Rahîm” ismidir.
“Azîz” isminin beyân edilmesindeki hikmet şudur ki; Kur’ân, her şey üzerinde gálib olan, emirlerine karşı konulamayan, cezâya müstehak olan hîç birisinin ondan kaçıp kurtulması mümkün olmayan, nihâyetsiz izzet ve kudret sáhibi bir Zât-ı Gaybî tarafından indirilmiştir. Dolayısıyla, ehl-i küfür ve isyânın inkâr ve isyânları O’na zarar veremez, O’nu hîç bir noktada áciz bırakamaz.
“Rahîm” isminin zikr edilmesindeki hikmet ise şudur ki; Cenâb-ı Hak, hidâyete ermeniz, dünyâ ve âhiret saádetine nâil olmanız için, kemâl-i merhametinden size Kur’ân gibi kırk vecihle mu‘cize olan bir Kitâb’ı indirmiş; bin mu‘cize ile müeyyed olan Hazret-i Muhammed (asm) gibi bir peygamberi göndermiştir.
Âyet-i kerîmede zikr edilen “Azîz ve Rahîm” isimleri şöyle bir temsîle işâret eder: Bir pâdişâh, memleketlerinden birine bir elçi gönderdiğinde, o memleket âhâlîsinden bir kısmı o elçiyi tekzîb edip gönderilen fermânı kabûl etmez. Bir kısmı ise o elçiyi tasdîk edip gönderilen fermânı kabûl eder. Bu durumda o pâdişâh, elbette izzetinin gereği olarak o mükezzib ve ásí gürûhu cezâlandırmakla intikám alır. Rahmetinin gereği olarak da o sádık ve mutí‘ raıyyetini mükâfâtlandırmakla onları memnûn eder. Hem elçinin elinde bulunan fermânda, o memleket âhâlîsinin menfaat ve saádetine bakan ba‘zı emir ve yasaklar da mevcûddur. O pâdişâh, izzetiyle o memleket âhâlîsine ba‘zı şeyleri yasaklar. Rahmetiyle de ba‘zı şeyleri emr eder. Hem o pâdişâh, elçisine, raıyyeti hakkında emir ve yasak koyma yetkisini de vermiştir.
Aynen bu misâl gibi; Rabbü’l-Álemîn, umûm mevcûdât, bâ-husús nev-ı beşer nâmına Hazret-i Muhammed (asm)’ı kendisine resûl (elçi) ta‘yîn etmiştir. Onun eline kırk vecihle mu‘cize olan Kur’ân-ı Azímü’ş-şân nâmında bir fermân vermiştir. O fermânda Azîz isminin tecellîsiyle ba‘zı şeyleri yasaklamış; Rahîm isminin tecellîsiyle de ba‘zı şeyleri emretmiş ve mübâh kılmıştır. Hem Resûl’üne de teşrî‘ hakkını vermiştir. Ya‘nî, o elçi de vahy-i İlâhîye dayanarak ba‘zı şeyleri helâl, ba‘zı şeyleri harâm kılmıştır. Hazret-i Muhammed (asm), risâlet vazífesiyle tavzíf edilip imtihân ve tecrübe meydânı olan dünyâ memleketine geldiğinde, bir kısım insânlar onun risâletini tekzîb etmiş, elinde bulunan fermân-ı İlâhîyle de muárazaya girişmişlerdir. Elbette Azîz ismiyle müsemmâ olan Sultán-ı Kâinât, izzetinin gereği olarak o mükezzib ve ásí gürûhu dünyâ ve âhirette cezâlandıracaktır. Bir kısım insânlar da o Zât-ı Ekrem (asm)’ın risâletini tasdîk etmiş ve ona inzâl olunan fermânı kabûl etmiş ve ahkâmıyla amel etmiştir. Elbette, Rahîm ismiyle müsemmâ olan Pâdişâh-ı Zü’l-Cemâl, rahmetinin gereği olarak o mü’min ve mutí‘ kullarını dünyâ ve âhirette mükâfâtlandıracaktır.
Evet Kur’ân, Azîz ve Rahîm isimlerinden tenzîldir. Ya‘nî, beşerin aklına göre konuşmadır. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Hakîm’de, bâ-husús bu sûrede kâfirlere izzetiyle, mü’minlere rahmetiyle nasıl muámele ettiğini ifâde buyurmuştur. Zîrâ, kâfir, küfür ve isyânıyla izzet-i İlâhiyyeye dokunduğundan, ona karşı hıtáb izzetle olur; izzeti ifâde eden elfâzla olur. Mü’min ise, îmân ve ubûdiyyetiyle rahmet-i İlâhiyyeyi celb ettiğinden, ona karşı hıtáb rahmetle olur; rahmeti ifâde eden elfâzla olur.
“Azîz” ismi, Elláh’ın mutlak gálib ve mutlak kudret sáhibi olduğunu; O’na karşı izzet ve kuvvet da‘vâ edenlerin, O’nun izzet ve kudreti karşısında hór ve zelîl, áciz ve zaíf düşeceklerini ifâde eder.
“Rahîm” ismi ise, Elláh’ın mahlûkátına, bâ-husús nev-ı beşere karşı çok şefkatli ve merhametli olduğunu bildirir. Bu rahmetin en bâriz delîli, insânlara hidâyet kaynağı olan, onların maddî ve ma‘nevî hayâtlarını tanzím eden, Hálık-ı kâinâtı esmâ ve sıfatıyla ta‘rîf eden, O’nun râzı olacağı yolu gösteren ve nev-ı beşerin dünyâ ve âhiret saádetini te’mîn eden Kur’ân-ı Hakîm gibi bir kitâbı indirmiş olmasıdır. Elbette, böyle bir rahmet menbaından her insânın nasíbini alması lâzım ve zarûrîdir.
Hem o rahmetin en parlak bir misâli ve mümessili ve o rahmetin en belîğ bir lisânı ve dellâlı olan ve Rahmeten li’l-âlemîn unvânıyla Kur’ân’da tesmiye edilen Resûl-i Ekrem aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmdır. Böyle bir Zât’ın sünnet-i seniyyesine ittibâ‘ etmek, nev-ı beşerin en büyük ve en ehemmiyyetli vazífesidir.[1]
[1] Semendel Yayınları’ndan Yâsîn Sûresi’nin Tefsîri I adlı eserden alınmıştır.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |