tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Ey insanlar! (Siz, ekseriyetle dünya hayatını ahiret hayatına tercih ediyorsunuz. Halbuki ahiret, dünyadan daha hayırlıdır ve devamlıdır.) Ahiret hayatı ebedidir. Ehl-i iman hakkında cismani ve ruhani saadetleri camidir. Dünya hayatı ise fanidir. Elem ve kederden hali değildir.
(A’la, 87/16-17)
Hadîs-i Şeriflerden
İnsanlara merhamet etmeyen kimseye Ellah da merhamet etmez.
(Buhari, Edeb 18)
Dualardan
Feya Rabbî, ya Hâlıkî, ya Mâlikî! Seni çağırmakta hüccetin hacetimdir. Sana yaptığım dualarda uddetim fâkatimdir. Vesilem fıkdan-ı hile ve fakrimdir. Hazinem aczimdir. Re's-ül malım, emellerimdir. Şefiim, Habibin (Aleyhissalâtü Vesselâm) ve rahmetindir. Afveyle, mağfiret eyle ve merhamet eyle yâ Ellah yâ Rahman yâ Rahîm! Âmîn!
(Mesnevi-i Nuriye)
Vecîze
Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.
Mektûbat

KÂİNATI İHÂTA EDEN RAHMET FİİLİ, HAŞRİ İKTİZÂ EDER

10.07.2020

#CumaDersi

 

Şu kâinâtta zerreden Arş’a kadar her bir mevcûd birer eserdir. Her bir eserde birer kapı hükmünde olan ef‘ál-i İlâhiyye tezáhür etmektedir. “Rahmet” fiili de bir kapı hükmündedir. Bu kapıdan iki hakíkat görünür:

Biri: Rahîm ismi ile müsemmâ bir Zât’ın vücûb-u vücûd ve vahdeti,

Diğeri: Haşr-i cismânî hakíkatidir.

Eğer álemde rahmet fiilini görmek istersen, bak! İnsânî, hayvânî ve nebâtî ne kadar yavru varsa, hepsi gáyet mükemmel besleniyorlar. Ağaçlar yerlerinde duruyor, rızıkları ayaklarına geliyor. Ne kadar çok yavru yetiştiriyorlar. Zayıf ve aptal olan hayvânlar, güçlü ve zekî olan hayvânlara nisbeten daha mükemmel ve râhat besleniyorlar. Cânavarlarla yavruları, tilkiler ile balıkları kıyâs et! Arslan ve kurt rızkını arar, buluncaya kadar cânı çıkar. Meyve içindeki kurt ise, en güzel rızkı o yer. Ne arar, ne dolaşır. İnsânlarda da durum böyledir. Áciz ve zaífken, insân, rızkını daha râhat bulur. Güçlendikçe rızkı ondan uzaklaşır.

Cenâb-ı Hak, anne ve babaların kalbine, evlâdlarına karşı bir şefkat hissi derc etmiş; o şefkat sebebiyle onları çocuklarına hizmetçi ediyor. Ama, onlar, bunun farkında değil. Aynen saat gibi. Saat vakti bildiriyor, ama ne yaptığını bilmiyor. Balığa bakıyorsun, kumdan başka bir şey bulamıyor ki yesin. Ama, en semiz ve etli hayvân da balıktır. O Rahîm Zât, en zaífe rızkını verdiği gibi; en kaviye de rızkını veriyor, kimseyi mahrûm bırakmıyor. Ama, kavî zorlukla rızkını elde ediyor; áciz ise, daha râhat rızkına ulaşabiliyor. En áciz ve en zaíften tut, tâ en kavîye kadar her cânlıya lâyık bir rızık veriliyor.[1]

Şimdi, yeryüzündeki bütün insânî, hayvânî ve nebâtî vâlideleri nazara al, düşün. Bütün vâlidelerin şefkati, Elláh’ın Rahîm isminin bir cilvesidir. Dünyâda tecellî eden rahmet de, Cennet’te tecellî eden rahmetin yüzde biridir. Doksán dokuzu, Cennet’tedir. Cenâb-ı Hak, yüzde bir rahmetini yeryüzüne indirmiş, doksán dokuzunu ise âhirette ehl-i îmân için bırakmıştır. İşte, o yüzde bir rahmet sebebiyledir ki; bütün analar evlâdlarına şiddet-i şefkat gösterirler. Evvelâ insânî vâlidelere bak. Dokuz ay ağır bir yük olan çocuğunu karnında taşıyor. Bu yükü taşırken, “Bu ne belâdır ki, taşıyorum” demiyor, zevkle taşıyor. Başına bir şey gelmesin diye de a‘zamî dikkat ediyor. Çocuğu pek çok zahmetle dünyâya getiriyor. Kışın ortasında, gece vaktinde ve soğuk bir zamânda uykusuz kalmış bir anne, kalkıp yavrusunu emziriyor. Bir gün değil, bir ay değil, bazan bir-iki sene bu hâl böyle devâm ediyor. Büyümesi için uzun yıllar fedâkârâne hizmet ediyor. İşte, rahmet-i İlâhiyyeyi en bâriz bir súrette gösteren bu eser üzerinde tefekkür etmek súretiyle rahmet-i İlâhiyyeyi bul.

Şimdi de hayvânî vâlidelere nazar et! Meselâ; arslana bak! Yırtıcı olan o hayvân, kendisi aç olduğu hâlde, elde ettiği bir eti yemeyip aç olan yavrusuna yedirir. Normalde yavrusunu yemesi lâzım iken, yemiyor. Yırtıcı kurt da aynı şekilde, bulduğu eti yavrusuna getirir. Sermâyesi hayâtı olan korkak tavuk, yavrusunu himâye için ite, arslana saldırır, başını ite kaptırır.

Nebâtî vâlidelere gelince; bütün ağaçlar, kendileri çamurlu suyu içer, yavruları olan meyvelerine tatlı şerbetleri içirirler. Meselâ; incir ağacı başını yere koyarak çamurlu suyu çeker, yavruları olan meyvelerine hális sütü verir. Nebâtât ve hayvânât, şuúrsuz oldukları hâlde şuúrkârâne hareket etmeleri gösteriyor ki; o arslan, o tavuk ve o incir ağacı birer âyînedir. Rahîm olan bir Zât’ın rahmeti, o âyînelerde tezáhür ediyor. Demek, rahmet ve şefkat sáhibi bir Zât var ki; arslana, tavuğa ve incir ağacına Rahîm ismiyle tecellî etmiş, onları böyle şefkat ve merhamete mazhar eylemiştir.

İnsânî olsun, hayvânî olsun, nebâtî olsun, bütün anaların kalblerine şefkati koyan, Rahîm ismiyle müsemmâ bir Zât’tır. Demek, rahmet-i İlâhiyye her tarafı ihâta etmiştir. Acabâ, bütün anaları, evlâdlarına karşı şefkate getiren bir rahmet; ağaçları da ana gibi yapıp yaprak, çiçek ve meyveleri yetiştiren bir rahmet-i İlâhiye; hulâsa bütün álemin âyîne olduğu böyle bir rahmet sáhibinin, kendisine itáat eden başta peygamberleri, evliyâları, sálihleri mükâfâtlandırmaması, ademe mahkûm etmesi mümkün müdür? Hâşâ ve kella! Elbette, mutí‘lere ebedî bir Cennet’te ebedî mükâfât verecektir.

Hem o rahmet sáhibi, her dertliye ummadığı yerden dermân yetiştiriyor. Kimin ne derdi varsa devâsını ihsân ediyor. Meselâ; bir dağ başında bir çobanın koyununun ayağı kırılsa, baytar gönderip tedâvî ettiriyor.

Hem öyle ikrâmlarda bulunuyor ki, akıllar hayrette kalıyor. Meselâ; her bahâr mevsiminde bütün ağaçları Cennet hûrîleri tarzında sündüs-misâl libâslarla süslendirip onların latíf elleri olan dallarıyla, bizlere çeşit çeşit en tatlı, en musanna‘ meyveleri takdîm ediyor. Hem zehirli bir sineğin eliyle bizlere şifâlı ve tatlı bir balı yediriyor. Hem en güzel ve yumuşak bir libâsı, elsiz bir böceğin eliyle bizlere giydiriyor. Hem rahmetin büyük bir hazînesini, küçük bir çekirdek içinde bizim için saklıyor.

Bütün bu eserler, rahmet fiilini gösterir. Rahmet fiili ise, hem Rahîm ismiyle müsemmâ bir Zâtın vücûb-u vücûd ve vahdetine delâlet eder, hem de haşr-i cismânîyi iktizá eder.

Böyle bir rahmet sáhibi, elbette insânları bu dünyâda serbest ve başıboş bırakmaz. Bir peygamber gönderip onlara rahmetini ders verdirir, bir fermân ile onlara re’fetini ta‘rîf eder. Ta‘rîfden sonra, insânlardan bir kısmı o rahmet sáhibini kabûl eder, bir kısmı da redd eder. Elbette, o rahmet sáhibi Zât’ın, kendisini tanıyıp itáat edenlere mükâfât vermesi, inkâr ve isyân edenlere de mücâzâtta bulunması aklen zarûrîdir.[2]

 


[1] Hûd, 11:6; Ankebût, 29:60; Rûm, 30:40; Gáfir, 40:64; İsrâ,17:70.

[2] Semendel Yayınları’ndan Yâsîn Sûresi’nin Tefsîri I adlı eserden alınmıştır.

 

Bu yazi 2251 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.221 sn. deSen
↑ Yukarı