#CumaDersi
لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓي اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍ
Azîz Kardeşlerim!
İnsân, şu kâinâtın bir misâl-i musağğarıdır. Âlemde ne varsa, bir nümunesi insanda vardır. Hem insân, bin bir ism-i İlahinin âyinesidir. Âlemde tecellî eden esma ve sıfat-ı İlahiye, umûmen insanın mâhiyet-i câmiasında dahî tecellî eder. Hem insan, âlem-i imkân ile âlem-i vücûbu keşfedecek anahtarlar külçesidir.
Evet insan, şu kâinâtın bir misâl-i musağğarıdır. Zira, kâinâtta bulunan dört unsur, yâni toprak, su, harâret ve hava unsurlarının her biri, bir mîzân ve intizâmla insânda derc edildiği gibi, on sekiz bin âlemin her birinden birer nümûne de insâna verilmiştir. Yani, şu âlemde ne varsa, küçük bir nümûnesi insanda maddeten dercedilmiştir. Mesela; âlemde Levh-i Mahfûz var, insanda onun küçük nümunesi olan kuvve-i hâfıza var. Âlemde Arş var, insanda onun nümûnesi olan kalb var. Âlemde Kürsî var, nümûnesi olarak insanda akıl var. Âlemde melekler var, insanda yüksek hissiyât-ı ulviye ve ahlâk-ı hasene var. Âlemde gök var, insanda letaif var. Âlemde yer var, insanda nefis var. Âlemde dağlar var, insanda eğri büğrü hududlar var. Âlemde otlar, ağaçlar ve ormanlar var, insanda kıllar var.
Bununla beraber şu küçücük insan, bin bir ism-i İlahinin de âyinesidir. Mâdem bütün âlem, bin bir ism-i İlahinin âyinesidir; insan da âlemin bir misal-i musağğarıdır. Öyleyse, âlemde tecelli eden bin bir ism-i İlahi, aynı zamanda insanda dahi tecelli etmektedir. Bu cihette insan, bin bir ism-i İlahinin nokta-i merkeziyesi hükmündedir. Bin bir ism-i İlâhî, insan denilen bu mektub üzerinde ma’nen yazılıdır. Kalb-i insan ise, o bin bir ismin ana merkezidir.
İnsanın esma-i İlahiyeye üç cihetle ayinedârlığı vardır:
Birincisi: “Nümûne” itibariyle ayinedarlığıdır. Meselâ; insan görmesiyle Basîr ismine; işitmesiyle Semi’ ismine; konuşmasıyla Mütekellim ismine; kuvvetiyle Kadîr ismine; iradesiyle Mürîd ismine; hayatıyla Hayy ismine nümune itibariyle âyinedir.
İkincisi: “Zıddiyet” itibariyle ayinedarlığıdır. Mesela; insan, acziyle Kadîr ismine; fakriyle Ganî ismine; hâdis olmasıyla Kadîm ismine; fenasıyla Bâkî ismine zıddiyet itibariyle âyinedir.
Üçüncüsü: “San'at” itibariyle âyinedarlığıdır. Mesela; insan, Sâni’, Hâlık, Musavvir, Mukaddir gibi esmaya san’at itibariyle âyinedir.
Hem âlem-i imkân ve âlem-i vücubu keşfedecek anahtarlar külçesi şu insan bedeninde dercedilmiştir. Evet, insan bedeninde dercedilen nümûneler vâsıtasıyla o âlemlere açılan bir pencere, bir anahtar insâna verilmiştir ki; insân bütün bu âlemlerdeki hadsiz tecelliyât-ı İlâhiyyeyi o pencerelerden seyretmekte ve o cihâzât vâsıtasıyla bu âlemlerdeki hadsiz envâ-ı ni’metleri tatmaktadır. Mesela; insan, gözüyle mubsirat âlemini seyreder, Basîr ismini anlar. Kulağıyla mesmuat âlemini işitir, Semi’ ismini derkeder. Kuvve-i hafızasıyla Levh-i Mahfûz’u keşfeder, Hafîz isminin tecellisini müşahede eder. Hususan insanın aklı inkişaf etse, içinde âlem-i imkânı keşfedip seyreder; kalbi inkişaf etse, âlem-i vücub denilen esma ve sıfat-ı İlahiyeyi seyreder.
Hulasa: İnsan, hem bütün âlemin hulâsasıdır; hem bin bir ism-i İlâhî’nin âyinesidir; hem de âlem-i imkân ile âlem-i vücubu açacak anahtarlar külçesidir. Husûsan kalb-i insan, Arşu’r-Rahman’dır. Ellah (cc), bin bir ismiyle orada tecellî eder. O tecellî ile Cennet ve Cehennem’i, yer ve göğü, kısaca bütün mahlûkatı ona hizmetçi eder.
Nasıl ki o Zat-ı Akdes, lâ zamânî, lâ mekânî, la keyfî bir tarzda bin bir ismiyle Arş’ta tecellî eder, bütün âlemi idâre eder. İnsanın kalbi dahi bin bir ismin arşıdır; O Zat-ı Akdes, lâ zamânî, lâ mekânî, la keyfî bir tarzda orada dahi tecellî eder.[1]
[1] Semendel Yayınları’ından 14. Lem’ânın Şerhi adlı eserden alınmıştır.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |