tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
(O kimseler ki imân etmişler,) yani Hazret-i Muhammed (asm)’a indirilen vahy-i İlahinin tümünü birden kalben tasdik edip dil ile ikrar etmişler (ve imanlarına bir zulmü) herhangi bir şirki (bulaştırmamışlardır. İşte) asıl (korkudan) ebedî azaba düşme endişesinden (emin olmak, onlara) halis imâna sahip olan zatlara (aittir.) Onların istikballeri güven içindedir. (Ve hidâyete ermiş olanlar da onlardır.)
(En’am, 6/82)
Hadîs-i Şeriflerden
Karanlık gecelerde mescidlere yürüyerek giden kimseleri, kıyamet gününde tam bir nura kavuşacaklarını müjdeleyiniz.
(Ebu Davut,Salat 50, Tirmizi, Salat 116)
Dualardan
Ya İlâhî! Zalimlerin şerlerini üzerlerimizden kaldır. Mü’minlerin dualarına ortak et ve takdîr buyurduğun musibetlerden bizleri lütfunla esirge.
(Hacı Hulusi Bey)
Vecîze
Aç canavara karşı tahabbüb, merhametini değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.
Mektûbat

İNSAN, EBED İÇİN YARATILMIŞTIR

21.07.2017

İNSAN, EBED İÇİN YARATILMIŞTIR

لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓي اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍ

      Aziz Kardeşlerim!

   İnsanın maddi ve manevi cihazatına bakıldığında onun, ebedi bir âlem için yaratılmış olduğu görülür. Hayvanın cihazatına bakıldığı zaman, insana nisbeten o cihazatın çok daha düşük bir kabiliyette yaratılmış olduğu tebaruz eder. Dünya maişetini tedarik etme cihetinde ve hayattan lezzet alma noktasında hayvandan daha aşağı bir derecede bulunan bir insanın, bu dünya için yaratılmamış olduğu insan ile hayvan arasındaki yaratılış farkından anlaşılır. Demek ekser esmanın tecellisine mazhar olan insan, kendini ve âlemi okuyup, ebedi bir âlemin sultanı olmak için bu dünyaya gönderilmiştir.

   İnsanın bu dünyadaki vazifesi, sadece dünya için çabalamak değil, belki ebedi bir saadeti kazanmak için iman, ibadet ve takva dairesinde bulunmaktır. İlmi, ameli ve edebi sahalarda ahkâm-ı İlahiyeyi hakim kılmaktır. Âlem ve insan nedir, nereden gelmiş, nereye gidiyor? Tılsım-ı muğlakını açmaktır. Künuz-u mahfiye olan esma ve sıfat-ı İlahiyeyi hem kendinde, hem de âlemde keşfetmektir. Zira dünya hayatı cihetiyle insan, bir serçe kuşuna yetişemez. 

    Evet bir serçe, yirmi gün içinde bütün şerait-i hayatiyesini öğrenirken, insan yirmi senede zor öğrenir. Dokuz ay ana rahminde kalır. İki senede ancak ayağa kalkar. Yedi yaşında hadd-i temyize ulaşır. On beş yaşında ise hadd-i büluğa erip kar ve zararını ancak fark edebilir. Kırk yaşında kemâline erer. Eğer insanın bu dünyaya gönderiliş gayesi, sadece dünya hayatı için olsaydı, kabiliyet cihetiyle serçe gibi yaratılırdı. Demek bu yüksek kabiliyetler, sadece dünya için değil; belki ebedi bir saadetin temini için verilmiştir. Aksi takdirde yüksek bir kabiliyette yaratılan cihazat-ı insaniyye abes olur. Hususan akl-ı insani, bir ikab ve azab aleti olur. 

    Evet insana verilen akıl, kalb, ruh, sır, hafi, ehfa, hayal gibi alat ve cihazat, sadece dünya hayatı için değil, ebedi bir saadeti kazanmak için verilmiştir. O saadetin temini de ancak peygamberlere ittiba etmekle mümkündür. Peygamberlerin reisi de Resul-i Ekrem (asm)’dır. O Zat’ın elinde Rabbu’l-Âlemin tarafından gönderilen Kur’an-ı Azimu’ş-Şan namında bir ferman ve o fermanın tefsiri hükmünde olan sünnet-i seniyyesi vardır. Kur’an ve sünnetle amel ettiğin takdirde, vazifeni hakkıyla eda etmiş olursun ve ahirette ona göre derece ve mükâfat alırsın.

   Cenab-ı Hak, her azayı bir gaye ve bir maksat için yaratmıştır. Mesela; göz, san’ata bakıp Sanii bulmak için yaratılmıştır. Dil, nimeti tadıp Mün’im’i bulmak için yaratılmıştır. Kulak, kâinattaki zikri duymak için yaratılmıştır. O aza, yaratılış gayesine doğru sevk edilmediği takdirde, yüksek bir kıymetten düşer, heder olup gider ve sahibini dehşetli bir cezaya çarptırır. Öyle ise, ey göz güzel gör! Ey dil iyi tat! Ey kulak iyi duy! Ey akıl güzel düşün! Her bir cihaz ne için yaratılmışsa, o gayeye sevkedilirse o zaman insanın azalarının hakkı verilmiş olur. Yoksa hiçbir uzv-u insani, şu dünyaya müteveccihen yaptığı vazifeden dolayı memnun olmamıştır. Çünkü hiç birisi, dünya için yaratılmamıştır. Hepsi ebedi bir âleme müteveccihtir. Aslanın pençesini gören, “Bu, parçalamak içindir” der. İnsandaki bu havas ve hissiyatı keşfedebilen de anlar ki; bunlar ebedi bir âlem içindir.

    Evet, insanın kalb cüzdanındaki letaif ve akıl defterindeki havas, sadece bu dünya için yaratılmamıştır, ebedi bir saadete namzed olmak için insana verilmiştir. Çünkü bu havas ve letaifin hiçbiri bu fani dünyada tatmin olmuyor. O halde bu havas ve letaif, ahireti iktiza eder ve orada tatmin olacaktır. 

    Evet, hiçbir uzv-u insani, bu dünyada hüve hüvesine tatmin olmuyor, her biri ebediyeti istiyor. Madem insanın maddi ve manevi bütün cihazatı, letaif ve havassı ebediyeti istiyor. Bu istek ise burada verilmiyor. Elbette bu isteği veren Zat, onları başka bir memlekette ebedi bir surette tatmin edecektir.

    Kim bu harika-i san’at olan uzuvları yaratmış ise, bunların ebede ait ve ancak ebedi bir âlemde tatmin edilecek olan arzularını veren de O’dur. Madem insanın bu fani dünyada bu arzuları yerine getirilmiyor. Elbette başka bir âlemde bu arzuları yerine getirilecektir. Bu uzuvların ve duyguların hepsi, o ebedi âleme göre verilmiş ve ancak orada tatmin olacaktır. Bütün aza ve cevarihin tatmin yeri ise, ancak Cennet’tir.

(Semendel Yayınlarından Dokuzuncu Şua’nın Dokuz Âli Makamı)

Bu yazi 3765 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.247 sn. deSen
↑ Yukarı