tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
(O kimseler ki imân etmişler,) yani Hazret-i Muhammed (asm)’a indirilen vahy-i İlahinin tümünü birden kalben tasdik edip dil ile ikrar etmişler (ve imanlarına bir zulmü) herhangi bir şirki (bulaştırmamışlardır. İşte) asıl (korkudan) ebedî azaba düşme endişesinden (emin olmak, onlara) halis imâna sahip olan zatlara (aittir.) Onların istikballeri güven içindedir. (Ve hidâyete ermiş olanlar da onlardır.)
(En’am, 6/82)
Hadîs-i Şeriflerden
Karanlık gecelerde mescidlere yürüyerek giden kimseleri, kıyamet gününde tam bir nura kavuşacaklarını müjdeleyiniz.
(Ebu Davut,Salat 50, Tirmizi, Salat 116)
Dualardan
Ya İlâhî! Zalimlerin şerlerini üzerlerimizden kaldır. Mü’minlerin dualarına ortak et ve takdîr buyurduğun musibetlerden bizleri lütfunla esirge.
(Hacı Hulusi Bey)
Vecîze
Aç canavara karşı tahabbüb, merhametini değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.
Mektûbat

ORUCUN HİKMETLERİ (2)

09.06.2017

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِ

      Cemâat-i Müslimîn!

      Bugünkü mev’ızamızda, Ramazân-ı Şerîf’teki orucun hikmetlerinden ikisini daha beyân edeceğiz:

      Birincisi: Kur'ân-ı Hakîm, Ramazan ayında nüzûl ettiği için, bu ayda Kur’ân’a hürmeten ehl-i îmân nefislerini süflî ve mâlâyânî şeylerden çekerler. Yemek-içmeyi de terk ile meleklere benzeyerek bu sûretle Kur’ân’ı okur ve dinlerler ve Kur’ân’daki İlâhî hitâbları yeni nâzil oluyor gibi Resûl-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâm’dan işitiyor gibi Hazret-i Cebrâil Aleyhisselâm’dan, belki Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi kudsî bir hâl alırlar.

      Ramazân-ı Şerîf’te İslâm Âlemi, bir mescid hâlini alır. Bu mescid-i ekberde milyonlarla hâfızlar, o semâvî hitâb olan Kur’ân’ı, Küre-i Arz üzerinde yaşayanlara işittiriyorlar. O muazzam cemâatin bazıları, huşû ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri, kendi kendine okurlar. Böyle bir vaz’iyyetteki mukaddes mescidde nefsin süflî heveslerine tâbi' olup yemek ve içmekle o nûrânî vaz’iyyetten çıkmak, ne kadar çirkin ve o mesciddeki cemâatin ma’nevî nefretine ne kadar hedef ise, Ramazân-ı Şerîf’te oruç tutmayanlar ve alenen oruç tutmadıklarını gösterenler, o derece umûm o İslâm Âlemi’nin ma’nevî nefret ve tahkîrine hedeftirler.

      İkincisi: Dünyâya, âhireti kazanmak için geldiğini bilen insân, elbette sermâye-i hakìkìyyesi olan ömrünü hakìkì kazanç yolunda geçirmek ister. İşte Ramazân-ı Şerîf, bire bin kazanılacak mübârek bir aydır. Kur’ân’ın her bir harfinin on sevâbı var. Ramazân-ı Şerîf’te her harfin sevâbı bin oluyor. Âyete’l-Kürsî gibi bazı âyetlerin her bir harfinin binler ve Ramazân’ın cumâlarında daha ziyâde, Leyle-i Kadîr’de her bir harfin otuz bin sevâbı vardır.

      İşte bu kudsî, ebedî, kârlı ticâreti yapmak isteyenler, Kur’ân ayı olan Ramazân’ı, âhiret ticâreti için gàyet kârlı bir meşher, uhrevî hâsılât için gàyet munbit bir tarla, amellerin yetişip çoğalması için ma’nevî nisan yağmuru, rubûbiyyet-i İlâhiyye’nin saltanatına karşı îmân ve itâatlerini göstermek isteyen insânların bayramı olarak tanırlar. Bundan dolayı o mübârek ayda yemek, içmek gibi nefsin hayvânî ihtiyâclarına, dünyâya ve âhirete yaramayan mâlâyânî vesâir menhiyyâta girmemek hikmeti ile oruç tutmalarının emredilmiş olduğunu anlarlar ve bu anlayışlarıyla yemek içmek gibi hayvânî ihtiyâclarını muvakkaten bırakmakla melekleşirler ki; dünyaya ait ihtiyaçlarını muvakkaten bırakmakla bir âhiret adamı ve cesetle tezâhür etmiş rûhvaz’iyyetine girerek oruçları ile kalblerini tecelliyyât-ı İlâhiyye’ye ve füyüzât-ı Samedâniyye’ye hazırlarlar.

      Leyle-i Kadr’in bin aydan hayırlı olduğu hakkındaki Ellah’ın Fermânı, bir tek Ramazân’da seksen senelik ömrün fâidesi kazanabileceğine kat'î hüccettir. Ramazan, karanlıklı bu dünyâ hayâtının en nûrlu Leyle-i Kadri’dir. Ramazân, Kur’ân-ı Hakîm’i, Ramazân-ı Şerîf’te inzâl buyuran ezel ve ebed Sultânı’nın bir bayramıdır. Ramazân, insânları bir derece süflî, hayvânî ve gafletli meşgûliyetlerden çekmek için oruca emredilen mübârek bir aydır.

      Orucun ekmeli, mîde gibi bütün duygulara, göze, kulağa, kalbe, hayâle, fikre vesâir a'zâ ve cevârihede bir nev'î oruç tutturmaktır. Meselâ; dilini yalandan, gıybetten, kötü sözlerden ayırıp Kur’ân okumakla, zikir, tesbîh, salevât ve istiğfârla meşgûl etmek. Gözünü nâmahreme bakmaktan, kulağını fenâ şeyleri işitmekten men’ edip, gözünü ibrete ve kulağını hak ve Kur’ân dinlemeye sarfetmek gibi bütün cihazlarına bir nev’î oruç tutturmaktır. Zâten insânın vücûdundaki en büyük bir fabrika olan mîde, oruç ile çalışmasını bırakırsa, diğer küçük tezgâhları kolayca kendisine tâbi’ edebilir.

 

Kaynak: Semendel Yayınlarından Hitâbât ve Münâcât-ı Hulûsiye adlı eserden alınmıştır.

 

Bu yazi 2701 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.287 sn. deSen
↑ Yukarı