tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
(O kimseler ki imân etmişler,) yani Hazret-i Muhammed (asm)’a indirilen vahy-i İlahinin tümünü birden kalben tasdik edip dil ile ikrar etmişler (ve imanlarına bir zulmü) herhangi bir şirki (bulaştırmamışlardır. İşte) asıl (korkudan) ebedî azaba düşme endişesinden (emin olmak, onlara) halis imâna sahip olan zatlara (aittir.) Onların istikballeri güven içindedir. (Ve hidâyete ermiş olanlar da onlardır.)
(En’am, 6/82)
Hadîs-i Şeriflerden
Karanlık gecelerde mescidlere yürüyerek giden kimseleri, kıyamet gününde tam bir nura kavuşacaklarını müjdeleyiniz.
(Ebu Davut,Salat 50, Tirmizi, Salat 116)
Dualardan
Ya İlâhî! Zalimlerin şerlerini üzerlerimizden kaldır. Mü’minlerin dualarına ortak et ve takdîr buyurduğun musibetlerden bizleri lütfunla esirge.
(Hacı Hulusi Bey)
Vecîze
Aç canavara karşı tahabbüb, merhametini değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.
Mektûbat

İNSAN, AHSEN-İ TAKVİMDE YARATILMIŞTIR

26.05.2017

لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓي اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍ

        Aziz Kardeşlerim!

    İnsan, ahsen-i takvimde yaratılmıştır. İnsanın ahsen-i takvim suretinde yaratılması ise üç cihetten kaynaklanmaktadır:

       Birinci Cihet: İnsan, maddeten şu kâinatın küçük bir fihristesi ve hulasası hükmündedir. Âlemde ne varsa, küçük bir nümunesi insanda vardır. Mesela; âlemde Arş var, insanda kalp var. Âlemde Kürsi var, insanda akıl var. Âlemde melek var, insanda letaif var. Âlemde şeytan var, insanda nefis var. Âlemde dağlar var, insanda eğri büğrü hudutlar var. Âlemde orman var, insanda saç var. Âlemde nehirler ve sular var, insanda damarlar ve kan var. Âlemde dört unsur var, nümunesi insanda var. Kısaca âlemde ne varsa, bir nümunesi insanda mevcuttur. İnsan, şu âlem-i imkanın bir hulasası ve bir fihristesidir. İnsan açılsa âlem olur. Âlem küçülmüş insan olmuştur.

       İkinci Cihet: İnsan, bin bir ism-i İlahiye en cami bir ayinedir. Bu ayinedarlığı da üç noktada temerküz etmektedir:

       Birinci nevi ayinedarlığı: Zıddiyet itibariyledir. Sıfat-ı selbiye cihetiyle insanın ayinedarlığı, zıddiyet itibariyledir. Mesela; Ellah, Vacibu’l-Vücud’dur, insan          mümkinü’l-vücuddur. Ellah Kadim’dir, insan hâdistir. Yani Ellah’ın varlığının başlangıcı yoktur, ezelidir. İnsanın ise varlığının bir başlangıcı vardır, yeniden vücud buluyor. Ellah, Baki’dir. İnsan fanidir, ölüme mahkûmdur. Ellah, muhalefetün li’l-havadis sıfatıyla muttasıftır. Yani yaratılan hiçbir mahlûka benzemez. İnsanlar ise, birbirlerine benzerler. Ellah, kıyam bi nefsihi sıfatıyla muttasıftır. Yani Zatıyla kaimdir. Ne zatında, ne esmasında, ne ef’âlinde kimseye muhtaç değildir. İnsan ise, Ellah ile yani bin bir isim ve sıfatı ile kaimdir. Ellah, vahdaniyet sıfatıyla muttasıftır. Yani Ellah’ın zatında, sıfatında, esmasında, ef’âlinde şeriki ve naziri yoktur. İnsanın ise, misli ve naziri vardır. Hem insan fakirdir, Ellah Ğani’dir. İnsan acizdir, Ellah Kadir’dir. İnsan cahildir. Ellah her şeyi bilendir. Ve hakeza insan, pek çok esma-i İlahiyeye zıddiyet itibariyle ayinedarlık eder.

       İkinci nevi ayinedarlığı: Nümune cihetiyledir ki; görmek, işitmek, kelam, hayat, ilim, irade ve kudret denilen yedi sıfat-ı İlahiye’nin birer nümunesi insanda mevcuddur. Nümune itibariyle insan en güzel ayinedir. Hiçbir mahlûkun, insan gibi böyle bir ayinedarlığı yoktur.

       Üçüncü nevi ayinedarlığı: İnsan, üstünde nakışları görünen esma-i İlahiyeye âyinedarlık eder. Meselâ: Yaradılışından Sâni' ve Hâlık isimlerini, hüsn-ü takviminden Rahman ve Rahîm isimlerini, hüsn-ü terbiyesinden Kerim ve Latif isimlerini gösterir. İnsan ister bilsin, ister bilmesin hem ism-i a’zama mazhardır, hem de Ellah’ın her bir isminin a’zamlık mertebesine mazhardır. Esmanın en a’zamlık mertebesi, insan üzerinde tecelli etmektedir. Çünkü insan, ahsen-i takvimde yaratılmış en harika bir eser-i sanattır. Bu cihette insan, her bir ism-i İlahiyi azamlık mertebede gösteriyor.

       Üçüncü Cihet: Âlem-i imkan denilen kâinatı ve âlem-i vücub denilen esma ve sıfat-ı İlahiyeyi anlayacak ve tartacak anahtarlar külçesi insanın enaniyetine takılmıştır.

       Cenab-ı Hak, insana afaki ve enfusi dairelerde tecelli eden bin bir ism-i İlahi ile bütün âlemi ayine-i ruhunda görüp anlayacak maddi ve manevi anahtarlar vermiştir. Meselâ; insanın akıl denilen defterinde on havas mevcuttur. Kalb denilen cüzdanında ise on letaif vardır. İnsan, bu cihazlarla şu âlemin kendisinde nasıl toplandığını ve bin bir ism-i İlahiye nasıl bir ayine olduğunu ve böylece nasıl Ellah’ın muhatabı olduğunu anlar ve muammay-ı âlemi çözer.

       Kardeşlerim!

       Şimdi ekser esmanın tecellisine mazhar olan ve ebed için halkolunan ve ebediyeti isteyen böyle bir insan, eğer ölüm ile ebediyyen yok olup giderse veya ahiret âleminin vücuduyla insanın maddi ve manevi duyguları inkişaf etmezse bu hal, insanın mazhar olduğu ekser esma-i İlahiye ile hiç bağdaşır mı? Elbette bağdaşmaz. Demek insan üzerinde tecelli eden ekser esmanın muktezası olarak haşir vuku bulacak ki; insanın boşu boşuna yaratılmamış olduğu tebeyyün edip cevheri ortaya çıksın.

 

Kaynak: Semendel Yayınlarından Dokuzuncu Şua’nın Dokuz Âli Makamı

 

Bu yazi 3200 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.268 sn. deSen
↑ Yukarı