بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰ لِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَع۪ينَ
Sual: Gizli bir zındıka komitesi, لَن تَمَسَّنَا النَّارُ إِلاَّ أَيَّاماً مَّعْدُودَةً “Cehennem ateşi bize ancak sayılı günler (40 gün veyahut 7 gün) dokunacaktır.” 1 ayet-i kerimesinin ifade ettiği bir kavmin batıl inancına dayanarak, Üstad Bedîüzzamân Hazretleri’nin “…Maahaza kâfirin meskeni Cehennem'dir ve ebedî olarak orada kalacaktır. Fakat kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nev' ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden âzade olur. O kâfirlerin dünyada yaptıkları a'mal-i hayriyelerine mükâfaten, şu merhamet-i İlahiyeye mazhar olduklarına dair işarat-ı hadîsiye vardır.” [2]cümlelerini, “Kâfirin küfrüne terettüb eden azabta hiffet olur ve o azaba karşı kâfir, ülfet peyda eder.” şeklinde te’vil ediyorlar. Acaba kâfir için azab-ı Cehennem hafif olabilir mi? Tabir-i diğerle; kâfir, Cehennem’e girdikten sonra azaba karşı bir ülfet, bir rahatlık, bir alışkanlık peyda eder mi?
Elcevab: Bu hususta iki mes’ele vardır:
Birincisi: Kâfirin küfrüne terettüb eden azabtır. Bu azab, ebedidir; bunda hiçbir zaman ülfet ve hiffet olmaz ve devamlı artar. Bu hususta pek çok ayet-i kerimelerin sarahati mevcuddur. O ayet-i kerimelerden bir kaçını aşağıda zikredeceğiz.
İkincisi: Kâfirin ameline terettüb eden azabtır. Yani, kâfirin küfrünün dışında, ahkâm-ı İlahiyyeye karşı işlemiş olduğu kebair ve seğair günahlarından dolayı çekeceği azabdır. Kafir, bu fasid amellerine ve günahlarına mukabil ebedi bir azabı istihkak ettiği halde Cenab-ı Hak, adalet-i Rabbaniye ve kanun-u ilahi olarak kendisi hakkında muayyen bir azab takdir buyurmuştur. Kâfir, kendisi hakkında takdir edilen bu azabı çektikten sonra, rahmet-i İlahiye olarak amelinden dolayı istihkak kesbettiği azaba karşı bir ülfet peyda eder ve azabında bir hiffet hasıl olur.
Şimdi o gizli zındıka komitesi tarafından Üstad Bedîüzzamân Hazretleri’ne isnad edilen “Kâfirin küfrüne terettüb eden azabta hiffet olur ve o azaba karşı kâfir, ülfet peyda eder.” bu iftirasını defetmek, o fasid te’villeri bertaraf etmek ve yanlış verilen bu manayı izale etmek maksadıyla Üstad Bedîüzzamân Hazretleri’nin bu husustaki cümlelerini Ellah’ın tevfik ve inayetiyle şerh ve izah edeceğiz:
Evvela: Üstad Bediüzzaman Hazretleri, o gizli zındıka komitesinin kendisine isnad ettiği “Cehennem azâbı ebedî değildir.” gibi batıl bir inançtan âri ve beridir. Hâşâ, yüz bin defa hâşâ, Üstad Bedîüzzamân Hazretleri’nin böyle bir inanca sahib olması mümkün değildir. Zîrâ, O Zâtın bütün sözleri, “Kitab, Sünnet, İcmâ-ı Ümmet ve Kıyâs-ı Fukahâ”ya tam muvâfıktır. Öyle ise bu bâtıl inanç, o gizli komitenin Bedîüzzamân Hazretlerine isnâd ettiği bir iftirâdır. Belki İşaratu’l-İ’caz adlı eserde geçen mezkur ifadelerden murad-ı Üstadane şudur:
“Ve kezâ, kâfirin meskeni Cehennem’dir ve kâfir, orada ebedî kalacaktır. Çünkü küfür, ebedi bir Cehennem’i iktiza eder. Bu, kâfirin batıl itikadının cezasıdır.
Bununla beraber kâfirin dünyada irtikâb ettiği hem şer, hem de hayır amelleri vardır. Cenab-ı Hak, kanun-u adaletiyle her şer amel için bir ceza; her hayır amel için de bir mükâfat tesbit ve tayin buyurmuştur. Buna binaen kâfirin her şer amelinin bir cezası, her hayır amelinin bir mükâfatı olacaktır. Kâfirin şer amellerinin cezasına gelince; kâfir, bu amellerinden dolayı her ne kadar Cehennem’de ebedi olarak ceza çekmeye müstahak ise de her bir şer ameli için tesbit buyrulan cezayı çektikten sonra Cenab-ı Hak, kâfire kemal-i merhametinden o azaba karşı bir nevi ülfet verir. Yani müstahak olduğu ceza devam ettiği halde kâfir, kanun-u İlahi olarak tesbit edilen cezanın infazından sonra o azaba karşı bir nevi ünsiyet peyda eder.
Kâfirin dünyada işlediği hayır amellerine mükâfat olarak da Cehennem’de azabı hafifletilir. Ehadis-i Nebeviye, bu hakikate işaret etmektedir.
Demek Cenab-ı Hak, kemal-i merhametinden kâfire şer amellerinin cezasını çektirdikten sonra amelinden dolayı istihkak ettiği azaba karşı ona bir nevi ülfet ihsan eder. Hayır, amellerinin mükâfatı olarak da Cehennem’de azabını tahfif eder. Ülfet, şer amellerin cezasına bakar; tahfif ise hayır amellerin mükâfatına bakar.
İşte bu, lâyık olmadıkları halde kâfirler için bir merhamettir.”1
Hulasa: Ne Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin Arabî İşaratu’l-İ’caz Fî Mezanni’l-Îcaz adlı eserinden, ne de Abdulmecid Efendi tarafından yapılan bu eserin tercümesinden “Cehennem azabının ebedi olmadığı” manası anlaşılmamaktadır.
Demek bu fasid mana, o gizli zındıka komitesi tarafından verilmiştir. Zira bu mana, nusûs-u Kur’aniyeye[2] ve ehadis-i Nebeviyeye muhaliftir.
Saniyen: Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin mezkûr cümlelerini doğru anlayabilmek için îman, İslam, küfür ve amel kelimelerinin tarifini yapmak gerekir:
Îmân: Kur’ân ve Sünnet’te geçen ahkâm-ı İlâhiyyeyi tasdîk etmektir.
İslâm: Kur’ân’da ve Sünnet’te geçen ahkâm-ı İlâhiyyenin, bâhusûs şeâir-i İslâmiyyenin ferd ve cemâat olarak tatbîk ve icrâsına kalben tarafdâr olmaktır.
Küfür: Erkan-ı imaniye ve ahkâm-ı İlahiyenin bütününü veya bir cüz’ünü inkâr etmek veya o ahkâmın icra ve tatbikine tarafdar olmamaktır.
Amel: Kur’an ve Sünnet’te geçen evamir-i İlahiyeye imtisal, nevahi-i İlahiyeden ictinab etmektir.
Kâfirin küfrünün cezası, ebedî Cehennem’dir. Kâfir, küfür ve inkârından dolayı Cehennem’de ebedi kalacaktır. Zira küfür, nihayetsiz bir cinayettir. Nihayetsiz cinayetin cezası da nihayetsiz bir azabtır.
Kâfirin şer fiillerinin cezasına gelince; bu ceza iki kısma ayrılır:
Birinci Kısım: İstihkak ettiği cezadır ki; bu, ebedî Cehennem’dir. Zira kâfir isyanıyla, izzet ve azamet-i İlahiyeye karşı nihayetsiz bir cürüm işlemiştir.
İkinci Kısım: Adalet-i Rabbaniyye ve kanun-u İlahi ile tesbit edilen cezadır ki; bu ceza, muvakkattır. Bu ceza bittikten sonra Cenab-ı Hak, kemal-i merhametinden amelinden dolayı istihkak ettiği azaba karşı kâfire bir ülfet ihsan eder. İstihkak ettiği azab devam ettiği halde, kâfir bu şer amelinin cezasını çektikten sonra eskisi gibi elem çekmez, o azaba bir nevi ünsiyet peyda eder, alışır. Mesela; kâfir, namaz kılmadığı için ebedi Cehennem’e müstahak olur. Bununla beraber Cenab-ı Hak, kanun-u adaletiyle her bir namaz için seksen sene ceza tesbit ettiğinden, kâfir hayatı boyunca kılmadığı namazlar için tesbit edilen cezayı çektikten sonra müstahak olduğu ebedi cezaya karşı bir nevi ülfet peyda eder, yani alışır. Küfründen dolayı kesb-i istihkak ettiği azab-ı ebedide ise asla ülfet olmaz.
Cehennem’e müstahak olan mü’minin şer amellerinin cezasına gelince; istihkak ettiği cezası ebedidir. Adalet-i Rabbaniye ve kanun-u İlahi ile tesbit edilen cezası ise muvakkattır. Buna binaen mü’min, küfrü irtikab etmediğinden Cehennem’de ebedi kalmaz, cezasını çektikten sonra Cennet’e gider. Ancak istihkak ettiği ceza sebebiyle Cennet’te makamı düşürülür. Demek Cehennem’e girmeyen bir mü’min ile Cehennem’e giren bir mü’minin makamı bir değildir.
Hulasa: Kâfirin Cehennem’de çekeceği ceza iki kısımdır:
Biri: Küfrünün cezasıdır. Bu, ebedi Cehennem’dir. Bu cezada ülfet olmaz.
Diğeri: Şer amellerinin cezasıdır. Bu da iki kısımdır:
Birinci Kısım: İstihkak ettiği cezadır ki; bu ceza ebedidir.
İkinci Kısım: Adalet-i Rabbaniyye ve kanun-u İlahi ile tesbit edilen cezadır ki; bu ceza muvakkattır. Kâfir, bu cezasını çektikten sonra istihkak kesbettiği cezaya karşı bir nevi ülfet peyda eder.
Sâniyen: Kâfirin işlemiş olduğu iyilikler husûsunda iki görüş vardır:
Birincisi: Cumhûr-u ulemâya göre; kâfir, dünyâda işlemiş olduğu hayırların mükâfâtını sâdece dünyâda görür. Âhirette ise küfründen dolayı hayırlarının mükâfâtını görmez ve azâbı hafiflemez. Ancak kâfirler, dünyâda işlemiş oldukları hayırların yerine cürm işleyebilirlerdi. O cürmün yerine hayır işlemeleri sebebiyle cürümleri az olacağından, Cehennem’deki derekeleri de ayrı ayrı olur.
İkincisi: Kâfir, işlemiş olduğu iyiliklerinin karşılığını ekseriyetle dünyâda görür. Eğer dünyâda iyiliklerinin karşılığını tam almamışsa; o zamân âhirette mahkeme-i kübrâda hayırlı amellerine mükâfât olarak Cehennem’deki azâbı hafifletilir ve Cehennem’de kalacağı yeri tesbît edilir. Cehennem’e gittiğinde ise kendisi için tesbît edilen o yerinde ebedî olarak kalır ve azâbı asla hafiflemez. Meselâ; Edison, beşeriyyetin menfaatine medâr olan elektrik gibi küllî bir hayra sebeb olmuştur. Eğer îmân etmeden ölmüşse, dünyâda pek çok niâm-ı İlâhiyyeye mazhar olmakla mükâfâtını aldığı gibi; âhirette ise, eğer dünyâda iyiliklerinin karşılığını tam almamışsa, ebedî Cehennem’de kalması kesin olmakla berâber, Cehennem’de diğer ehl-i küfre nisbeten azâbı hafif olur.
Müellif (ra) bu konuda şöyle buyuruyor:
“Dünyâda şu mü'min, kısmen kusûrâtından cezâsını gördüğü için, dünyâ onun hakkında bir dâr-ı cezâdır. Dünyâ, onların saâdetli âhiretlerine nisbeten bir zindan ve Cehennem’dir. Ve kâfirler mâdem Cehennem'den çıkmayacaklar. Hasenâtlarının mükâfâtlarını kısmen dünyâda gördükleri ve büyük seyyiâtları te’hîr edildiği cihetle, onların âhiretine nisbeten dünyâ, Cennet’leridir.”1
O halde, bu iki görüş sâhibleri arasındaki ihtilâf lâfızdan ibarettir; hakíkatte ise ihtilâf yoktur denilebilir.
Sâlisen: Kur’ân’ın ifâdesiyle, Cehennem yedi tabakadır ve her tabaka, ona lâyık suçlularla doludur.
مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَعينَ لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍ لِكُلِّ بَابٍ
“Muhakkak Cehennem, İblis ve ona tâbi’ olanların va’d olundukları mahaldir. Cehennem için yedi kapı vardır. Her kapı için Cehennem ehlinden ayrılmış bir tâife vardır.”2
Ba’zı müfessirlere göre, Cehennem’in yedi kapısından maksad, yedi tabakasıdır. Bu tabakalardan;
Birincisi: “Hâviye”, günâhkâr mü’minler için;
İkincisi: “Sakar”, Hıristiyanlar için;
Üçüncüsü: “Saîr”, Yahûdîler için;
Dördüncüsü: “Cahîm”, Sâbiînler için;
Beşincisi: “Leza”, Mecûsîler için;
Altıncısı: “Hutame”, Putperestler için;
Yedincisi: “Derk-i esfel”, münâfıklar içindir.
Bu tabakalar içinde de binlerce azâb mertebeleri mevcûddur. Her tabakadaki azabın şiddeti ayrı ayrıdır. Bu tefavüt, küfrün ayrı ayrı derecelerinden ve işlenen hayır ve şer amellerin ayrı ayrı derecelerinden kaynaklanmaktadır.
Râbian: Kâfir, kendisi için tesbît edilen Cehennem’in tabakasında iki cezâ görür:
Biri: Kâfirin, küfür ve inkâr ile hukúkullaha tecâvüz etmesi sebebiyle müstahak olduğu ebedi cezadır. Evet, küfür, gayr-i mütenâhî olan Zât, sıfât ve esmâ-i İlâhiyyeyi inkâr ve tezyîf olduğundan, hukúkullaha hadsiz bir tecâvüzdür. Bunun cezâsı ise ebedî Cehennem’dir. Zîrâ, Ellah ebedî olduğu gibi, her bir isim ve sıfatı dahi ebedîdir. Dolayısıyla, Zât-ı İlâhî’yi veyâ esmâ ve sıfât-ı İlâhiyyeden birisini inkâr etmek, ebedî bir azâbı netîce verir.
Meselâ; Ellah’ın kelâm-ı ezelî ve ebedîsi olan Kur’ân’ın bir tek âyetini inkâr eden veyâ bir tek hükm-ü Kur’ânîyi reddeden kimse, o gayr-ı mütenâhî olan kelâm sıfatını inkâr ettiğinden, gayr-ı mütenâhî bir cinâyet işlemiş olur. Gayr-ı mütenâhî bir cinâyet ise, gayr-ı mütenâhî bir azâbı iktizâ eder. Bu ise, ebedî Cehennem’dir. Kâfirin Cehennem’de çekeceği azâbında hafifleme olmaz; belki azâbı devâmlı ziyâde edilir.
Demek, metinde geçen “kâfirin kesb-i istihkák ettiği cezâ”dan murâd, kâfirin hukúkullaha tecâvüzünden dolayı ebedî Cehennem’de kalmasıdır.
Diğeri: Kâfirin, hukúku’l-ibâda tecâvüz etmesi sebebiyle Cehennem’de çekeceği amelinin cezâsıdır. Kâfir, bu amelinin cezası olarak ebedi bir azaba kesb-i istihkak etmişse de Cenab-ı Hak, adalet-i İlahiye ile bu ameline muayyen bir ceza tesbit etmiştir. Muayyen olan bu ceza bittikten sonra kâfir, kesb-i istihkak ettiği ebedi cezaya karşı bir nevi ülfet peyda eder. Bu ülfet, amale bakar, küfre bakmaz. Zira küfre terettüb eden ceza, ebedidir ve bu cezada ülfet olmaz.
Evet, küfür, bütün mevcûdâtı tahkír ve zerreden Arş’a kadar umûm mevcûdâtın vücûb-i vücûd ve vahdâniyyet-i İlâhiyyeye şehâdetlerini red ve tekzîb olduğundan, hukúku’l-ibâda tecâvüzdür. Kâfir, mevcûdâtın hukúkuna tecâvüz ettiğinden dolayı, müstehak olduğu cezâsını çektikten sonra vücûdu ateşe karşı bir nevi ülfet peydâ eder, alışır. Cenâb-ı Hak, hukúk-ı ibâda taallûk eden cezâ bitmedikçe, ehl-i Cehennem’e ülfeti nasîb etmez.
İşte metinde geçen “kâfirin amelinin cezâsı”ndan murâd, hukúku’l-ibâda tecâvüzünden dolayı çektiği azâbtır. Her bir zerrenin tahkíri bir katl, her bir zerrenin vücûb-i vücûd ve vahdâniyyet-i İlâhiyyeye şehâdetinin tekzîbi ise başka bir katl hükmünde olduğu hakíkati düşünülse; kâfirin amelinin cezâsının ne kadar azîm ve dâimî olduğu anlaşılır. Müellif (ra), bu mevzû’da şöyle buyurmaktadır:
“Evet, küfür, mevcûdâtın kıymetini iskát ve ma’nâsızlıkla ittihâm ettiğinden bütün kâinâta karşı bir tahkír; ve mevcûdât âyinelerinde cilve-i Esmâyı inkâr olduğundan bütün Esmâ-yı İlâhiyyeye karşı bir tezyîf; ve mevcûdâtın vahdâniyyete olan şehâdetlerini reddettiğinden bütün mahlûkáta karşı bir tekzîb olduğundan; isti’dâd-ı insânîyi öyle ifsâd eder ki: Salâh ve hayrı kabûle liyâkatı kalmaz. Hem, bir zulm-i azîmdir ki: Umûm mahlûkátın ve bütün esmâ-i İlâhîyyenin hukúkuna bir tecâvüzdür. İşte şu hukúkun muhâfazası; ve nefs-i kâfir hayra kábiliyyetsizliği; küfrün adem-i afvını iktizâ eder.
اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ şu ma’nâyı ifâde eder.”1
“SUÂL: Kısa bir zamândaki küfre mukábil, hadsiz bir zamân Cehennem'de hapis nasıl adâlet olur?
“ELCEVÂB: Sene, üç yüz altmış beş gün hesâbıyla, bir dakíkada katl, yedi milyon sekiz yüz seksen dört bin dakíka hapis iktizâsı kánûn-i adâlet iken; bir dakíka küfür, bin katl hükmünde olduğundan, yirmi sene ömrünü küfürle geçiren ve küfür ile ölen bir adam, kánûn-i adâletle elli yedi trilyon iki yüz bir milyar iki yüz milyon sene beşerin kánûn-i adâletiyle hapse müstehak olur. Elbette خَالِدِينَ فِيهَا اَبَدًا adâlet-i İlâhî ile vech-i muvâfakatı bundan anlaşılıyor.
“Birbirinden gáyet uzak iki adedin sırr-ı münâsebeti şudur ki: Katl ve küfür, tahrîb ve tecâvüz olduğu için, gayre te’sîrât yapar. Bir dakíkada katl, leakal zâhirî âdete göre on beş sene maktûlün hayâtını selb eder, onun yerine hapse girer. Bir dakíka küfür, bin bir esmâ-i İlâhî’yi inkâr ve nukúşlarını tezyîf ve kâinâtın hukúkuna tecâvüz ve kemâlâtını inkâr ve hadsiz delâil-i vahdâniyyeti tekzîb ve şehâdetlerini reddetmek olduğundan; kâfiri, binler seneden ziyâde esfel-i sâfilîne atar, خَالِدِينَ de hapseder.”1
Hâmisen: Kâfirin Cehennem’de çekeceği azâb ile alâkalı iki mes’ele-i mühimme vardır:
Birinci Mes’ele: Azâb çeken kâfirin cesedinin durumudur. Kâfir, yukarıda îzâh edilen amelinin cezâsını çektikten sonra, vücudu Cehennem ateşine karşı bir nev’i ülfet peydâ eder. Bu ülfet, hâşâ azâbın hafifleyeceği ma’nâsına gelmez. Belki, Cehennem’e girdiği ilk andan i’tibâren kâfirin azâbı devâmlı olarak artar.
Evet, Cehennem’de azâb-ı İlâhî devâmlı olarak arttığı gibi; buna bağlı olarak vücûdun o azâbdan aldığı elem de devâmlı olarak artar. Demek, hem azâb, hem de o azâbdan hâsıl olan elem dâimî olarak artar. Azâbda ve elemde azalma ve hafifleme olmaz. Ancak vücûd, bu azâba karşı tahammüle alışır ve ülfet peydâ eder ve bu, ona bir nev’i rahmettir.
Müellif (ra)’ın, “Kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nev' ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden âzade olur.” cümlesinde geçen “ülfet” ta’bîri, azâbın hafiflemesi ve elemin azalması demek değildir. Belki, vücudun zamânla o azâba alışmasıdır. Cenâb-ı Hak, hukúk-ı ibâda taallûk eden cezâ bitmedikçe ehl-i Cehennem’e ülfeti nasîb etmez; onlar Cehennem’de devâmlı feryâd edip dururlar.[3] Ehl-i Cehennem’in vücudunun zamanla azâb-ı İlâhiyye karşı ülfet peydâ etmesini akla takrîb etmek için birkaç misâl zikredeceğiz:
Birinci misâl: Nasıl ki, hasta bir adam, hastalığının ilk günlerinde vücûdu alışmadığı için çok elem çeker; hastalığı devâm ettikçe zamânla vücûd o hastalığa alışır ve hasta olan adam da bu hastalığı kabûllenir. Hastalık ve elem hafiflemediği halde zamânla vücûd o hastalığa alışır.
İkinci Misâl: Kış mevsimi geldiği zamân, insânlar birden soğuğa yakalandığı için, sıkıntı çekerler. Kışın soğuğu ve çekilen sıkıntı hafiflemediği halde zamânla o soğuğa alışırlar.
Üçüncü Misâl: Hapse giren bir adam, ilk zamânlar çok elem çeker. Hapis cezâsı düşmediği ve çektiği sıkıntı azalmadığı halde zamânla haline râzı olur ve bu cezâ ve sıkıntıya alışır.
Dördüncü Misâl: İlk olarak elli kiloyu kaldırmak bir adama zor gelebilir. Ancak çalışmak suretiyle zamanla bu yükü, belki daha fazlasını kaldırmaya alışır.
Beşinci Misâl: Yeni ilme başlayan bir talebe, ilk zamânlarda ilim tahsîlinde zorlanır. Ama, bu zorluklara zamânla alışır.
İşte bu beş misâle kıyâsen, ehl-i Cehennem’in azâbı ve o azâbdan hâsıl olan elemi arttığı halde zamânla vücûd o azâba ve o eleme alışır. Yâni, hâline rızâ gösterir ve cezâsını kabûllenir. Gelecek âyet-i kerîmeler, bu hakíkati ifâde etmektedir:
اِنَّ الْمُجْرِمينَ فى عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَ لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ فيهِ مُبْلِسُونَ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِمينَ وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ قَالَ اِنَّكُمْ مَاكِثُونَ
“Küfrü irtikâb eden kâfirler, azâb-ı Cehennem’de ebedî kalıcılardır. Cehennem’de kaldıkları müddet, asla azâbları tahfîf olunmaz. Onlar, azâbdan kurtulmaktan ümitlerini keserler. Binâenaleyh dâimâ muazzeb olurlar. Biz onlara zulmetmedik; velâkin onlar kendileri zâlim oldular. (Cehennem azâbını ebedî kılmakla ve azâbı hafifletmemekle Biz, onlara zulmetmedik; velâkin onlar, küfür gibi azîm bir cinâyeti irtikâb etmekle ve hukúk-ı ibâda tecâvüz etmekle kendi nefislerine zulmettiler. Çünkü, cezânın büyüklüğü, cinâyetin büyüklüğü nisbetindedir.) Ehl-i Cehennem, üzerlerine vâkı’ olan azâba tahammülleri kalmayınca, Cehennem’in bekçisi olan Mâlik’i çağırırlar ve derler ki: ‘Ey Mâlik! Rabbin Teâlâ bizi öldürsün ki, azâb-ı Cehennem’den halâs olalım. Zîrâ, tahammülümüz kalmadı.’ (Rivâyette vardır ki, bin sene Mâlik’i böyle çağırırlar. Bin sene sonra Mâlik onlara şöyle cevâb verir:) ‘ Siz Cehennem’de kalacaksınız.’ ”1
Bu âyetlerde kâfirlerin azâblarının üç cihetle şiddeti beyân olunmuştur:
Birincisi: Azâbın ebedî olmasıdır.
İkincisi: Azâbın tahfîf olunmamasıdır.
Üçüncüsü: Azâbdan kurtulmaktan ümidlerini kesmeleridir.
Bunun her üçü de azâb üzerine azâbtır.2
İşte Müellif (ra)’ın, “Kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nev' ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden âzade olur.” cümlesinden murâd, mezkûr ma’nâlardır.
İkinci Mes’ele: Azâbın şeklidir. Kâfirin küfrünün cezâsı, ebedî Cehennemdir. Bu azâbda hafifleme olmaz; belki her an azâb ziyâdeleşir. Hem kâfirin Cehennem’de değişik azâb şekilleriyle muazzeb olması da azâbın ziyâde olmasının bir başka ma’nâsıdır. Evet Cehennemdeki azab, tek bir minval üzere değildir.[4] Kahhar-ı Zülcelal, mücrimleri bazen zemherirle azablandırır. Bazen yılan ve akreplerle azab verir. Bazen köpekleri musallat eder. Bazen sarp tepelere tırmandırır.[5] Bazen yüksek kayalardan aşağı atar. Vehakeza cehennemde çeşit çeşit cezalar vardır.
Kur’ân-ı Azîmüşşân, kâfir Cehennem’e girdikten sonra küfründen dolayı çekeceği azabta tahfif olmayacağını, belki her an tezyîd olacağını, birçok âyâtıyla beyân etmiştir. Nümûne olarak birkaçını naklediyoruz:
اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُولئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّهِ وَالْمَلئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَعينَ خَالِدينَ فيهَا لَايُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَاهُمْ يُنْظَرُونَ
“Şu kimseler ki, kâfir oldular ve kâfir oldukları halde öldüler. İşte Ellah’ın ve meleklerin ve tüm insânların la’neti onlar üzerine nâzil olacak ve ebedî la’nete mazhariyyetle Cehennem’de kalıcı oldukları halde onlardan azâb bir lâhza bile tahfîf olunmaz ve onlara bir dakíka bile mühlet verilmez.”1
وَاِذَا رَاَ الَّذينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ
“Zâlimler, azâbı gördüklerinde onlardan azâb tahfîf olunmaz ve onlara mühlet verilmez.”2
اَلَّذينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبيلِ اللّهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ
“Şu kimseler ki, kâfir oldular ve yalnız küfürle iktifâ etmediler; belki küfürleriyle berâber tarîk-ı İlâhî olan Dîn-i İslâm’a dâhil olmak isteyenleri men’ ettiler. Onların ifsâdları sebebiyle biz azâblarının üzerine azâb ziyâde ettik.”3
اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا بِايَاتِنَا سَوْفَ نُصْليهِمْ نَارًا كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَ اِنَّ اللّهَ كَانَ عَزيزًا حَكيمًا
“Şu kimseler ki, onlar bizim vahdâniyyetimize ve Nebîmizin nübuvvetine delâlet eden âyetleri inkâr ettiler. Onları yakında Biz, nâr-ı Cehennem’e idhâl ederiz. Her ne zamân derileri pişer, yanar ve müzmahil olursa; Biz onların derilerini evvelki derilerinin gayrı yeni bir deriye tebdîl ederiz ki, onlar azâbı dâimî sûrette tatsınlar. Zîrâ, Ellahu Teâlâ cümle âleme gálib ve ef’âli, hikmete muvâfıktır.”4
مَاْويهُمْ جَهَنَّمُ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَعيرًا
“O kâfirlerin mahalleri Cehennem’dir. Her ne zamân onların etlerini ve derilerini yakmakla Cehennem’in alevi azalırsa, biz onların derilerini ve etlerini iâde etmekle onlara Cehennem’in alevini ziyâde ederiz.”5
وَالَّذينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَ لَايُقْضى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ مِنْ عَذَابِهَا كَذلِكَ نَجْزى كُلَّ كَفُورٍ
“Şu kimseler ki, kâfir oldular. Onlar için Cehennem azâbı vardır. Ehl-i Cehennem üzerine ölümle hükmolunmaz ki, ölseler de azâbdan kurtulsalar. Ve onlardan Cehennem azâbı tahfîf olunmaz ki, bir nefes alsalar da azıcık bir zamân istifâde etseler. İşte her münkir-i niam-ı İlâhiyye olan kâfire Biz böylece cezâ veririz.”1
فَذُوقُوا فَلَنْ نَزيدَكُمْ اِلَّا عَذَابًا
“Kâfirlere şöyle denir: Cehennem azâbını tadın. Bundan sonra ancak azâbınızı arttıracağız.”2
Hulâsâ: Kâfir, amelinin cezâsını çektikten sonra amelinden dolayı kesb-i istihkak ettiği azab-ı ebediye karşı bir nev’i ülfet peydâ eder. Bununla berâber, küfür ve inkârından dolayı çekeceği azâbda ve o azâbdan hâsıl olan elemde hiç bir hafifleme ve ülfet olmaz. Belki, dâimî olarak hem azâb, hem de elem artar. Zîrâ, mezkûr âyetlerin ifâdesiyle, onlar hakkında vaîd-i İlâhî böyle hükmolunmuştur.
Cehennem’de kâfirlerin küfür ve inkarlarından dolayı azâblarının hafiflemeyeceğini îzâh eden bunlar gibi yüzer âyât-ı Kur’âniyye mevcûd iken, bu hakíkatı inkâr etmek, yüzer âyât-ı Kur’âniyyeyi inkâr etmek hükmündedir. Dellâl-ı Kur’ân olan Üstad Bedîüzzamân Hazretleri de Kur’ân’ın bu hükmünü beyân etmiştir. O halde, Üstad Bedîüzzamân Hazretleri’nin bu ifâdeleri, âyât-ı Kur’âniyyeye tam muvâfıktır; muhâlif değildir. Dolayısıyla, bu Zâtın Kur’ân’ın bu hükmüne muhâlif söz söylemesi tasavvur edilemez. Ancak, o gizli zındıka komitesi, Üstad Bedîüzzamân Hazretleri’nin bu cümlelerini te’vîlât-ı fâside ile te’vîl edip bâtıl bir ma’nâ vererek Bedîüzzamân Hazretlerine iftirâda bulunmuştur. O gizli zındıka komitesinin bu iftirâsına karşı bütün Müslümanların Üstad Bedîüzzamân Hazretleri’ni gelecek âyet-i kerîmenin nassıyla tebrie etmesi vazîfeleridir:
مَا يَكُونُ لَنَا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهذَا سُبْحَانَكَ هذَا بُهْتَانٌ عَظيمٌ
Meali: “Bizim için, söylenen şu sözü ve bunun emsâlini söylemek sahîh olmaz. Ne acâib ve garâibe tesâdüf ediyoruz. Yâ Rabbî! Seni nekáisten tenzîh ederiz ki, şu söylenen söz, vâkıın hılâfı büyük bir bühtân ve iftirâdır.”3
1 Bakara Sûresi, 80.
[2] İşaratu’l-İ’caz 81
1 Arabî İşârâtü’l-İ’câz, s.34.
[2] Bakara 39, 81, 117, 167, 257 ; Al-i İmran 116; Nisa 169 ; Maide 37, 80 ; A’raf 36; Tevbe 17 , 68; Yunus 27; Ra’d 5 ; Hicr 48 ; Nah 29; Ahzab 65 ; Zümer 72 ; Ğafir 76 ; Zuhruf 79; Mücadele 17 ; Teğabun 10 ; Cin 23 ; Beyyine 6 ve benzeri ayet-i kerimeler, Cehennem’in ebediyyetini beyan etmektedir.
1 Lem’alar, s.43.
2 Hicr Sûresi, 43-44.
1 Sözler, s.86.
1 Lem’alar, s.262.
[3] Fatır, 37
1 Zuhruf Sûresi, 74-77.
2 Hulâsâtü’l-Beyân.
[4] İbrahim 17, Sad 56-58
[5] Cin 17, Müdessir 17, Beled 11
1 Bakara Sûresi, 161-162.
2 Nahl Sûresi, 85.
3 Nahl Sûresi, 88.
4 Nisâ Sûresi, 56.
5 İsrâ Sûresi, 97.
1 Fâtır Sûresi, 36.
2 Nebe’ Sûresi, 30.
3 Nûr Sûresi, 16.
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |