tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Öyle bir bela ve musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, masumları da yakar. Biliniz ki, Ellah’ın azabı şiddetlidir.
(Enfal, 8/25)
Hadîs-i Şeriflerden
İçerisinde Ellah'ın anıldığı bir evle Ellah'ın anılmadığı bir evin farkı diri ile ölünün farkı gibidir.
(Müslim, Müsafirin, 211)
Dualardan
Ya İlâhî! Hadd-i bülûğumuzdan bu zamâna kadar işlediğimiz büyük ve küçük bütün günâhlardan ciddî pişmanlık tevfîk eyleyip, bundan böyle ömrümüzün devâmınca salâh-ı hâl ve a’mâl-i haseneye muvaffakiyetle rızâ-yi âliyeni tahsîle muvaffak buyur.
(Hacı Hulusi Bey)
Vecîze
Üç günden fazla bir mü'min, diğer bir mü'mine küsmemek İslâmiyet emrediyor.
Sözler

Hacı Hulusi Bey'in Dersinden Alınan Bazı Notlar

29.11.2014
  • İhlâs Risâlesi, Risâle-i Nûr talebelerinin iç ta'lîmâtıdır.
  • Bu zaman, ene zamânı değil; cemaat zamânıdır. Bu zaman uzlet zamânı değil, cemaat zamânıdır.
  • İnsân, ilim tahsîl ettikçe cehlini anlar. İlmin nihâyeti de yoktur.
  • Siz benim emsâlim değilsiniz, ammâ Kur'ân hizmetinde kardeşiz. Üstâd bir küçük çocuk görse önce ona “kardeşim” derdi. Biz, hepimiz İlâhî bir sofrada bulunuyoruz.
  • Kastamonu’da Kahveci Emîn: “Yâ Rab! Risâle-i Nûr’a gelecek belâyı bana ver.” diyor. Arabasında bir ârıza meydana gelerek orada yanıp şehîd oluyor.
  • Siyâsete bulaşan, muhakkak bir yere iltihâk edecek. Bu işlerin hiç birine karışmamak lâzım. Çünkü münâkaşaya yol açar.
  • Ma'nen kalkınmak, Rabbine takarrûb etmektir. İşte kalkınma budur. Hâlâ geçmişi arıyorum. Çünkü bu zamanda ihlâs yoktur.
  • Üstâd Hazretleri, “Ben namaz için el bağlamadan siz elinizi bağlamayınız.” derdi. Arkasında bulunan bütün cemaatı huzûra götürürdü. Hatta beş sefer tekbîr aldığını hatırlıyorum.
  • Herkes birbirini ittihâm ettiği için Üstâd Hazretleri, Uhuvvet Risâlesi’ni yazdırıyor. 22. Mektûb, 1946 senesi Demokrat Partisi’nin kurulması dolayısıyla yazılmıştır.
  • Ne mutlu Kur'ân’a hizmetkâr olana. Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna götürecek bu derslerle iştigâl edene. İşte mutlu olanlar bunlardır. Biz şan, şeref meftunu, şunun, bunun budalası değiliz. Biz Ellah’ın kuluyuz. Peygamber (s.a.v)’in ümmetiyiz. Biz böyle inanmışız.
  • Benim kanâatimce hâfızsız meclis, meyvesiz bahçeye benzer.
  • Duânın kabûlü için şu iki şart gereklidir:
  • Niyet
  • Sâlih amel
  • Ben çok büyük zâtların arkasında namaz kıldım. Fakat Üstâd’ın arkasında kıldığım namazdan daha fazla feyiz aldım.
  • Mesleğimizin esâsı ihlâstır. Halka duyurmaktan ziyâde, Hak bilsin yeter. Risâle-i Nûr’da vazîfe esâstır.
  • Ben ma'nen bu işe vazîfeli adamım. 51 senedir bu işin içindeyim. Cenâb-ı Hak, benim rûhumu burada ve bu işte kabzetsin.
  • Ben demiyorum, Üstâd Hazretleri diyor: “Risâle-i Nûr şâkirdleri, İmâm-ı Ali (ra) ile Gavs-ı A'zam (ks)’nun nezâreti altındadırlar.”
  • Abdullah b. Selâm (ra) daha îmâna gelmeden, Peygamber (sav)’in huzûruna giriyor. O mübârek yüzü görür görmez, “Bu yüzde yalan olamaz” deyip îmâna geliyor, îmân ediyor.
  • Ben, sizin içinizde en yaşlı ve ihtiyâr hâldeyim. Eğer bana senin bize söyleyeceğin söz ne olmalı derseniz; ben bu zamânda derse gitmenizi ve fırsat buldukça Risâle-i Nûr’u okumanızı tavsiye ediyorum.
  • Cenâb-ı Hak, bize açtığı şu mübârek kapıyı aslâ kapamasın, âmîn.
  • Osman Bey (Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu), misâfir olduğu yerde duvarda Kur'ân-ı Kerîm’in asılı olduğunu görüyor. Sabaha kadar ta'zîm ediyor, yatmıyor, ayakta bekliyor. Kur’an’a olan bu hürmetten dolayı Osmanlı İmparatorluğu bin sene ayakta kaldı.
  • Abdülmecid Efendi (Bedîüzzamân Hazretlerinin kardeşi), bize bir gün misâfirliğe gelmişti. 21. Söz’den 33. Söz’e kadar yanımda vardı, ona verdim. Bilâhare okumasını söyledim ve yatağını hazırladım. O gece yatmamış, sabaha kadar o sözleri okuyup bitirmiş. Sabahleyin kalkıp baktım, yatağa el sürülmemiş, yatak serildiği gibi duruyordu. Üstâd Hazretleri o zamân sağdı.
  • Üstâd’ın yanında az bulunduk. Ama iltifâtı da çok olmuştur. Bana akşam ile yatsı arasında okunması lâzım olan vird için izin vermiştir. Bana: “Sen de istediğine izin ver” demiştir. “Risâle-i Nûr’un virdi var mı?” diye soran olursa, “Evet vardır.” deriz.
  • Bizim, Risâle-i Nûr’dan başka şeyle uğraşacak vaktimiz yok. Vaktimiz olsa Risâle-i Nûr’la iştigal etmek iktiza eder.
  • Sabahleyin kalkarken “Yâ Ellah, Yâ Fettah, Yâ Rezzak, Yâ Alîm” demeliyiz. Kur'ân’ın hakkını ödeyebilmek için günde bir hizb Kur'ân okumalı ki, âhirette Kur’an da'vâcı olmasın.
  • İki türlü kıyâmet vardır:
  • Biri: Bizim, ölüm vasıtasıyla dünyâ ile olan alâkamızın kesilmesidir ki; buna kıyâmet-i suğrâ denir.
  • Diğeri: Âlemlerin vefatıdır ki; buna da kıyâmet-i kübrâ denir.
  • Bir Müslüman çocuğu, mükellefiyet çağına girmeden önce namazını kılar, orucunu tutar ve buluğ çağına girmeden önce ölürse Cenâb-ı Hak onu Cennet’te 33 yaşında olarak halk edecek. Farz olunmadan önce bu ibadetleri yaptığı için bununla mükâfâtlandırılacaktır.
  • Eğer Cenâb-ı Hak inceden inceye bizi imtihâna tâbi' tutarsa, halimiz perişan olur. Ama Cenâb-ı Hak merhametlidir. Bizleri böyle çetin imtihânlara tâbi' tutmasın.
  • Kurb-u Sultân, âteş-i sûzândır.
  • Zaten bölünecek kadar bölünmüşüz. Bir hadîs-i şerîfte mealen şöyle buyruluyor: “Fitne uykudadır. Onu uyandırana Ellah lânet etsin.” buyruluyor.
  • Kur'ân’ın bütün kaleleri yıkılmıştır. Kur'ân tek başı ile kendini muhâfaza eder. Bu eserler roman değildir. Bu eserler îmânla göçürecek, sırattan geçirecek ve cadde-i kübrâyı açacak eserlerdir. Bu eserlerin şükrü, yalnız hizmettir. Beni Rabbim bu işe lâyık görmüş ve beni bu işte istihdâm ediyor.
  • Üstâd bana şöyle dedi: “Sen tek kaldığın zaman ezan oku. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın cünûdu çoktur. Elbette seni dinlettirir.” Nerede olursak olalım, ezanı ihmâl etmeyelim.
  • İhlâs, içinde halk olmayan, yalnız Ellah rızâsı için yapılan ibâdet, hareket ve davranışlardır. Riyâ ise, içinde halk olan, yâni halk beni dinlesin, övsün, sevsin diye yapılan ibâdet, hareket ve davranışlardır.
  • İmâm-ı Şâfiî’ye Ellah’ın varlığından suâl etmişler. İmâm-ı Şâfiî yaprağı örnek vermiş. Müşrikler: “Ya İmâm! Bu kadar dağlar, taşlar, denizler varken sen bir yapraktan bahsettin.” dediler. İmâm-ı Şâfiî; “O yapraktan hayvân yer süt verir. Arı yer bal yapar. Böcek yer ipek yapar.” deyince onlar sükût edip sustular. (Bütün bunlar vücud-u İlahinin birer delilidir.)
  • Cenâb-ı Hak, insâna aczini bildirmek için, ba'zan Fâtihâyı okurken bile yanıltır.
  • Mahşer gününde Peygamberimiz (sav), bir anda milyonlarca ümmeti ile -mertebeleri ne olursa olsun- bir anda görüşecek.
  • Risâle-i Nûr talebesine kutbiyet dahi verilse, onlar yine hizmetkârlıktan vazgeçmezler. Hizmetkârlığı, kutbiyete tercîh ederler ve etmelidirler.
  • Peygamberimiz (s.a.v): “Rabbim beni en güzel bir şekilde edeplendirdi.” buyuruyor. İnsan, Cenâb-ı Hakk’ı görür gibi ibâdet etmeli ve öyle edepli olmalıdır. “Onu biz görmüyoruz.” diyeceksiniz. Fakat O bizi görüyor. O’nun görmediği hiç bir şey yoktur. O, her şeyi gören ve bilen bir Zât’tır. Hatırât-ı kalbimizi dahi bilir. Öyle ise dâimâ ona karşı edepli hareketlerde bulunmalı ve onu görür gibi ibâdet etmeliyiz.
  • Haftanın Cumâ gününü uyanık geçirmek bize düşen bir görevdir. O gün Ellah, bütün kullarına “Benden ne istiyorsanız size vereyim” buyurur. Biz de bu günü diğer günlerden daha güzel bir şekilde uyanık geçirirsek umulur ki Cenâb-ı Hak, duâmızı kabûl eder. Halk arasında çok söylenir, “Bugün mü’minlerin bayramıdır.”
  • Ellah rızâsı için yapılan hizmet, onun indinde makbuldur ve o hizmet karşılığında bizi mükâfâtlandırır. O içimizi, dışımızı bilen bir Rabbü’l-âlemindir. Madem vaad etmiş, elbette va’dini yerine getirecektir.
  • Ya Rab! Bizi burada Kur'ân’ın nûru etrâfında bir araya getirdiğin gibi; o mahşer gününde de eksiksiz olarak haşreyle. Biz senin rızân için burada bir araya geldik. O günde Peygamberimiz (sav)’in “Livâü’l-Hamd” sancağ-ı şerîfi altında bizleri haşreyle. Kitâblarımızı sağımızdan ver. O günde bizleri ak yüzlü edip kara yüzlü etme. Hesâbımızı kolay et ve gaflette iken bizim rûhumuzu kabzetme, uyanıklık içinde bizi öldür.
  • Bir evde, namaz kılmayan birisinin yüzünden o evden hayır ve bereket kalkar.
  • Gavs-ı A'zam (k.s), evlendikten sonra 49 tane çocuğu olmuş. Bunlardan her biri doğduğunda, yeni dünyaya gelen çocuğunu eline alıp “Ben, bunu ölmüş biliyorum” der ve yere bırakırdı. Bundan anlaşılıyor ki, bu çocuk bâkì değil, elbette bir gün gelip vefat edecek. Biz de çocuklarımızı aşırı derecede sevmemeliyiz, Cenâb-ı Hakk’ın emrettiği şekilde sevmeliyiz. Cenâb-ı Hakk’ı her şeyden daha ziyâde sevmek ve emirlerine uymak lâzımdır.
  • Üstâd Hazretleri şöyle derdi: “Bir mes’ele-i îmâniye kalbe geldiği vakit, bakarım 200 âyat-ı Kur’aniye birden imdâda geliyordu, yetiştiriliyordu.”
  • Beni görmek isteyen Mektûbât’ı okusun!
  • Ben Üstâd’la konuşurken söyledikleri sözlere karşı “tabî, tabî ” diye cevap verdim. Üstâd bana: “Kardeşim, sevk-i İlâhî söyle!” dedi.
  • Risâle-i Nûr eğer imdâdımıza yetişmeseydi, yüksek tahsîl yapan gençler dalâlette boğulacaklardı. Risale-i Nur’u tanıyan gençler, bu şükrü edâ edinceye kadar başlarını secdeden kaldırmasınlar. Ellah rızâsını esâs tutsunlar.
  • Şehîd olan bir zât, âilesinden 70 kişiye şefâat eder. Şehîdlik büyük bir mertebedir.
  • Talebeliğin en ehemmiyyetli vazîfesi, Risâle-i Nûr’u neşretmek ve duyurmaktır.
  • Kanaatim geldi ki; orduda iken zâhiren ta'yîn, aslında Hizmet-i Kur'ân’iyye için kader-i İlâhî’nin sevkiyle o mevkìde îmân mes'elelerini anlatmaya vesîle oluyorduk.
  • Cemaat içinde sorulan suâllere, cemaatın güzel ve ihlâslı niyeti, o suâle cevâb verdiriyor.
  • Uykunuz kaçtığı zaman salevât-ı şerîfeyi okumaya devâm edin.
  • Ne olduk demememiz lâzım, ne olacağız demeliyiz. Geçen hâdiselerden ders almak lâzım. Üstâd, bana “ “Kardaşım! Sen fütur getirme!” diyor ve bunu üç defa tekrârlıyordu. Hâdiselerden ders almak ve yılgınlık göstermemek lâzım. Su uyur, düşman uyumaz. Dînin düşmanları çoktur. Onlar, fırsat arıyorlar. Bu nedenle duâ etmeliyiz. İçimizde gözümüzü oyacak karga rûhlu şerlilerden Ellah’a dayanmalıyız.
  • Bir araya gelip şu derslerin hakìkì şâkirdi olmaya bakmalıyız. Ya şâkird oluruz, ya da seğirdip dururuz.
  • Peygamberimiz (s.a.v): “İlim meclisleri, Cennet bahçelerinden biridir.” buyurmuştur. Buraya ibâdet niyeti ile mükemmel bir abdest alarak gelmek lâzımdır. Tefekkürü, Risâle-i Nûr denilen ma'nevî yaralarımızı saracak eserler sâyesinde elde ettik.
  • Efendiler! İslâmiyet, gazetelerden öğrenilmez. Zira bu soldan yazıya çok solak şeyler girmiştir. Her kitâb okunmaz, sormak lâzım gelir.
  • Neden başka şeylere vaktimiz oluyor da, bu müdakkik eserlerle uğraşmıyoruz, istifâde etmiyoruz, ettirmiyoruz. Benim gibi âcizlerin kalbine bir nûr verirse, bir şeyler söyleyebilirim.
  • Hazret-i Ömer (r.a) zamânında Roma’dan Kayser bir tabîb gönderiyor. Tabîb, Medîne’de bir sene kalıyor ve sonra memleketine dönmek için Hazret-i Ömer’den (ra) müsâade istiyor. Hazret-i Ömer soruyor “Niye gidiyorsun?” Tabîb: “Ben burada bir sene kaldım, kimse bana gelip de hastayım demedi.” Bunun üzerine Hazret-i Ömer (ra) “Biz acıkmadan sofraya oturmayız. Gözümüz sofrada iken kalkarız.” buyurdu.
  • Dünyânın yalanlarla dolu gazetelerini okumayın. Gazete ticâret vesîlesi için yazı yazmaktır.
  • Risâle-i Nûr şâkirdlerinden trafik kazâsında ilk şehîd olan Bedre’li Molla Hacı Sabridir. Bu zat, eserlerde sadâkatıyla tanınan çok mütevâzî bir zâttır. Üstâd Hazretleri, bizzat onun cenâzesine teşrîf etti.
  • Efendiler! Ben da'vâ ediyorum ki bu dersler abdestli okunmalı. Tam mükemmel bir tahâretle bu dersleri okumak ve dinlemek lâzımdır.
  • Üstâd’a intisâb için gittiğim zamân, kapıdan içeri girdiğimde daha hiç bir şey söylemeden Üstâd bana, “Kardeşim! Ben şeyh değilim, İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazali gibi bir imâmım” dedi.
  • Önce nefsimizle uğraşalım, nefsimizin ıslâhına çalışalım. Sonra vakit bulabilirsek hâricî mes'elelerle uğraşalım.
  • Bir gazetenin mütâlaası, bize evrâd ve ezkârdan daha câzib hale gelmiş.
  • Bir harf-i Kur'ân’ı okumak veyâ yazmakta 10 sevâb vardır. Kur'ân’ı sevdiğimize göre onunla çok meşgûl olmak lâzımdır.
  • Üstâd, yatsıdan sonra hiç oturmazdı, hemen yatardı.
  • Sıddık Süleyman, Üstâd’a demiş: “Üstâdım! Ben hapse girmek istiyorum. Hiç hapse girmedim.” Üstâd da ona şöyle demiş: “Kardaşım! Hulûsî ile sen vazîfenizi tam yaptığınızdan hapse ihtiyâc kalmadı.”
  • Gericilik dedikleri şey, Asr-ı Saâdet’e dönmekse, bu hakìkì terakkìdir. Eğer bunu gericilik telâkkì ediyorlarsa, hepimiz gericiyiz. Nûr’a karşı sînemiz açık, kalbimiz açık. Biz nûr’a müştâkız, sıdka muhtâcız. Böyle gerici demeleri, bizi kıymete çıkarmak demektir.
  • İnâyet ve rahmet-i İlâhiyyenin devâmı, Ellâh’ı tanımak ve emirlerine gönül hoşnudluğuyla uymaya bağlıdır. Ellah bize uyanıklık versin.
  • Kerâmetin en aşağı mertebesi, kabirdekilerin hâllerini müşâhede etmektir. Fakat biz kerâmete tâlib değiliz.
  • Bir gün Barla’da Üstâd ile berâber iken Hüseyin-i Cisrî’nin Risâle-i Hamidiye’sinden bahsedildi. Ben de boş bulundum. “Efendim! O kitabı ben de okudum.” dedim. Üstâd dedi ki “O odunlar şimdi nûrlandı.”
  • 19. Mektûb yazılırken Üstâd’ın yanında hiçbir kitâb yoktu. Üstâd “Hatâ etmekten titriyordum” diyor. Kur'ân kolay hıfzedilir. Fakat Hadîsi hıfzetmek zordur. Eser bittikten sonra bakıyor ki iki yerde hatâ var. O nüsha iyi tashîh edilmemiş, kendinin yazdığı ilk nüsha ise doğrudur.
  • İbrâhim b. Edhem Hazretleri yaya olarak hacca giderken, devesi üstünde bir Arap ona rastlayıp “Sen delisin” dedi. “Deven yok nasıl varacaksın? Azığın yok nasıl dayanacaksın? Suyun yok nasıl ateşini söndüreceksin?” Diye sorar. İbrâhim b. Edhem; “Yolda yorulursam tahammül adlı deveme binerim. Karnım acıkırsa şükür adlı azığıma sarılırım. Harâretim basarsa rızâ adlı sudan içer ateşimi söndürürüm” dedi. Arap, devesinden inip İbrâhim b. Edhem Hazretlerinin ayağına kapanıp, “Sen yaya değilsin, asıl yaya benim.” der.
  • Ömür, nefeslerden ibârettir. Nefesler ise sayılıdır.
  • 16. Söz’ü hepinizden çok okumuş ve dinlemiş olmama rağmen hakìkatına vâkıf olmuş değilim. Risâle-i Nûr’un mütâlaasına ömür yetmemektedir. Bu kadar kıymetli bir hazîneyi bırakıp başka şeylerle uğraşmak küfrân-ı ni'met olur. Secde-i şükre kapansak, ölünceye kadar secdede, istiğrakta kalsak ve öylece vefât etsek yine de bu ni'metin şükrünü edâ edemeyiz.
  • Ya Rabbî! Kalblerimizi muhabbetullah, muhabbet-i Resûlüllah (sav) ve muhabbet-i Kelâmullah ile öyle doldur ki, başka muhabbetlere yer kalmasın. Âmîn.
  • Avâm-ı nâsı okşayarak şevke getiriniz. Enâniyyetine basarsanız, hak bir mes'elede dahi olsa nefret hissi uyanır.
  • “Görülmesi size Ellah’ı hatırlatan, konuşması amelinizi arttıran ve ilmi size âhiret iştiyâkını veren kimseyle oturunuz.” (Hadîs-i Şerif Meâli)
  • Vazifemiz:
  • Kur'ân-ı Kerîm’i düzgün okumak,
  • Kur'ân-ı Kerîm’in lafzını ezberlemek,
  • Kur'ân-ı Kerîm’in ma'nâsını anlamak,
  • Ma'nâsıyla amel etmektir.
  • “Muhâcir”; imânını kurtarmak için dünyâ ve nefsinden Allâh’a hicret eden, yâni kalbini ve nefsini Ellâh’a veren, ferâizi yapıp nehy-i İlâhî’den kaçan kimseye denir.
  • Eğer aklın, vazîfenle ilgili olmayan şeylerle uğraşmışsa, aklına de ki: ‘Çekil oradan! Bizim başka şeylerle uğraşacak vaktimiz yok.’ Orada (Âhirette) sen hangi partidendin diye mi soracaklar? Hayır, hayır öyle değil. Ellahu Teala ahirette sırf rıza-yı İlahi için bir araya gelmiş ve hizmet etmişlerin mükâfâtını verecek.
  • Dünyevî meşgaleler kafamızı kurcalarsa, biz bu işin altından çıkamayız, kalkamayız. Musîbetler, belâlar, kendi kusurlarımızdan ve hatâlarımızdan ileri geliyor. Biz hatâlarımızı bilelim, Rabbimizin atâsına sarılalım. Kişi noksanını bilmek gibi irfân olamaz. Vazîfemiz hıyânet değil, bize emânet edilen bütün cihâzâtımızı Ellah yolunda kullanmaktır. Başka çâremiz yok. Onun dergâhından başka bir dergâh yoktur ki gidip ona mürâcaât edelim. Varsa söyleyin. Hâşâ yoktur.
  • Akıllı, iyiyi alıp kötülüğü atandır.
  • Risâle-i Nûr iki ma'nâ üzerine söylettirilmiştir:
  • İlm-i Hakìkat. Yani bir mes'elede o mes'elenin hakìkatını, iç yüzünü ilim yoluyla isbâtlayıp halletmektir.
  • Sülûk-i velâyet. Yani bir mes’elede veyâ bir mevzû'da tefekkür yoluyla esmâ ve sıfat-ı İlâhiyyeye vukûf peydâ edip kurbiyyet-i İlâhiyye’ye ihlâsı nisbetinde nâil olmaktır.
  • Risâle-i Nûr, işkenceli bir hayâtın mahsûlüdür.
  • Harf düşmanlığı, Kur'ân’a kadar gider. Arap düşmanlığı, Hazret-i Resûlullah (s.a.v)’e kadar gider.
  • Bir mahkemenin “Hâkim-i Âdil”i Halık-ı Zülcelâl ola ve “şâhidleri” de mükevvenât ola, o mahkemede ne iltimâs ve ne de zerre kadar bir hak kaybolmaz.
  • Fikren mâlâyâniyat ile meşgûl olan, ma'nen zarâr etmek ihtimâli var. Nefesler boşa gittiğinden de zarârdadır.
  • Da'vetlere icâbet eden şahsın mîdesine giden gıda, nutfe olarak rahm-ı mâdere intikàl edeceğinden o lokmanın helâl veyâ harâm olması çocuk üzerine müsbet veya menfi te'sîr eder.
  • Zâhirde kör; görmez, tanımaz ve garîb kimsedir. Hakìkatta ise kör, câhil olan kimsedir.
  • Bozulmamış kalb: Ellah’ın muhabbetinden başka muhabbetin girmediği kalbtir.
  • İnsanların imtihân için en müşkil zamânı, en musîbetli ve hiddetli ânındaki hâlidir. Hakìkì Müslümanın, elinden ve dilinden kimseye zarar gelmez.
  • Dünyâ hayâtı, âhiret hayâtını te'mîn etmek için zâhiren fenâ bulan bir çiçeğin tohumu gibidir.
  • İhsân ve ikrâm-ı İlâhî, insânın acz ve fakrı ile ihlâsı ve teveccühü nisbetinde gönderilir.
  • Her gün bedenden ayrılan zerrât, o şahsın günlük ameline göre şehâdet ederler.
  • Bismillâh demekle ni’mete bereket düşer.
  • Bir kimsenin kıymeti, emr-i İlâhî’yi başına taç ve kalbine nûr yapması nisbetinde olur.
  • Kur'ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hakk’ın, “Biz” diye zikrettiği âyetler, saltanat-ı haşmetinin ulûhiyyet-i icrâatına işârettir. Yâni, “Sizin her fiil ve hareketinizi, me'mûrlarım olan melâike ve kâinâttaki sizinle alâkalı olan mevcûdâtla tesbît ettiriyorum; tâ ki onlar âhirette size şâhid olsunlar” ma’nâsını ihsâs ettirmek içindir.
  • Dünyâ, âhiretten daha fazla bir ehemmiyet kesbettikçe şahısların ıslâhına ve ictimâî adâleti te'mîn etmeye imkân yoktur.
  • Vazîfede muvaffakiyet, gönül birliği ile olur.
  • Kabrin yalnızlığını giderecek iki arkadaş var: Biri Kur'ân, diğeri de amel-i sâlihdir.
  • Îmân yakìne kavuşursa, o iman hem kendi sahibini nûrlandırır; mâhiyetini anlar; kendini okur. Hem de kâinâttaki san'atların iç yüzlerini ve mâhiyetlerinde tecellî eden Esmâ-i İlâhiyyeyi okur.
  • Malı yığıp küllî veyâ çok bir servete sâhib olmak hüner değildir. Asıl hüner, tasarrufunda bulunan malı yerinde kullanarak şükrünü edâ etmektir.
  • Akıllı adam ona derler ki; her an Rabbinin huzûrunda olduğunu bilip ona göre hareket eder.
  • Hükûmeti idâre edenler, evliyâdan olurlarsa hükûmetin en ücrâ köşelerine kadar adâleti te'mîn edebilirler. Eğer idâreciler evliyâdan olmazsa, milyonları harcarlar, gizli teşkîlâtlarla bu işi yâni boşluğu doldurmaya çalışırlar.
  • Velâyet-i suğrâ: Kendi kesbleriyle tarikat berzahına uğrayan velîlerin yoludur.
  • Velâyet-i vustâ: Meleklerin makamatına ulaştıran velilerin yoludur.
  • Velâyet-i Kübrâ: Büyük velilerin, yani sırr-ı veraset-i Nübuvvete girenlerin yoludur.
  • Ni’met, şükrü görmezse gider.
  • Sû-i karînin en tehlikelisi gazetelerdir.
  • Risâle-i Nûr, zikirlerin en efdali olan tefekkürü esâs olarak almıştır.
  • İhlâs bir sırdır. Ona ne şeytân, ne de melâike müttali olur.
  • İki şey düşünülür. Biri: Rızâ-i İlâhî. Diğeri: Gadab-ı İlâhîdir. Her ikisi de gizli olduğu için ona göre hareket etmek lâzımdır.
  • Kur'ân’ın sırr-ı i’câzı bitmemiştir, delîl her asırda yazılan tefsîrlerdir.
  • Makàmât-ı Evliyâ içinde en yüksek makàm, Makàm-ı Mahbûbiyyettir.
  • Kur'ân okuyan, ma'nâya âşinâ ise okuduğu zamân dinleyicilere de te'sîr eder.
  • Her velî, bir Peygamberin sîreti üzerine halkolunmuştur.
  • Cihâdı terk eden millet, zillete düşmeye mahkûmdur.
  • Siyâsete burnunu sokanlar, ya İslâmiyet’ten fedâkârlık edecekler veyâ siyâsetten fedâkârlık edecekler. Lâf ile İslâmiyet olmaz.
  • Ben Ellah’a karşı aczimi biliyorum. Câmi'ye gidecek güçte değilim. Bununla beraber evden çıkıyorum ve bakıyorum hiç tanımadığım birisi; ‘Sizi câmi'ye kadar götüreyim.’ diyor ve götürüyor. Demek Cenâb-ı Hak, aczime karşı bana merhamet ediyor.
  • İnsânların minnetini çekmektense, yüksek dağlardan taş taşımak daha iyidir.
  • Mü’mine düşen vazîfe; hakkı hak ve bâtılı bâtıl olarak bilip ona göre hareket etmektir.
  • Risâle-i Nûr’la ya okumak veyâ yazmak veyâhut okutmak sûretiyle meşgúliyet; kalbe ferah, rûha rahat, rızka bereket, vücûda sıhhat veriyor.
  • Risâle-i Nûr’u okuyanlar, herhangi bir vesîle ile Risâle-i Nûr hizmetini bırakırlarsa; o memlekete belâ gelir.
  • Ben burada Risâle-i Nûr’dan söylüyorum. İsteyen kabûl etsin, isteyen etmesin.
  • Hüner, kesrette vahdeti bulmaktır.
  • Başkasının ayıbıyla meşgûl olan, kendi ayıbıyla meşgûl olamaz.
  • Ellâh’ın dostuna dost, düşmanına düşman olan velîdir.
  • Üstâdımızla diz dize oturup görüşmemiz az oldu. Fakat muhâberemiz vefâtına kadar devâm etti. Ba'zan bakıyorum bu mes'ele, Risâle-i Nûr’da yok. Hemen eve gidip Üstâd’a yazayım diyorum. Eve döndüğümde bakıyorum ki, masanın üzerinde bir zarf. Üstâd’dan gelmiş bir mektûb. Üstâd ba'zı mes’elelerden bahsettikten sonra zihnimi meşgûl eden mes'eleye de cevâb veriyor. Talebeliğe kabûl ettiği kimseyi boş bırakmıyor.
  • Cenâb-ı Hak, bizlere Besmele-i Şerîf, Kelime-i Tevhîd ve Salevât-ı Şerîfe nasîb eylemiş. Biz bunların şükrünü nasıl yerine getireceğiz?
  • Bir şey duyduğunuz zamân, fâideli ise kitâbetle not ediniz ki zâyi’ olmasın.
  • Ben Üstâd’ın yanında iken bir aşr-ı şerîf okudum. Onun da hoşuna gitti. Bana; “Kardaşım sen hâfız olmalıydın!” dedi. Ben kendimi toparlayıp himmet buyurun da olayım diyemedim. Ama Risâle-i Nûr’un hâfızı oldum. Cenâb-ı Hak hiç onu unutturmuyor. Her ne kadar başımdan hâdiseler geçti ise de o güzel hâtıralar canlanıyor. Elhamdülillâh.
  • Risâle-i Nûr’un hizmetinde bulunmak, bir amel-i sâlihtir.
  • Cenâb-ı Hak, bize Üstâd’ın sözlerine muhâlif tarzda hâller zuhûr ettirmesin.
  • Kemâl-i îmân istiyorsak, kardeşlerimizin nefislerini nefsimize tercîh edelim.
  • Unutmayalım, arkamızda İmâm Ali ve Gavs-ı Geylânî Hazretleri’nin mübârek elleri var. Onlar bizim hâmîmizdirler.
  • Son nefeste îmânla gitmek gáyet ehemmiyetlidir. İşte o gün insânın bayramıdır, bayram günüdür.

Cenâb-ı Ellah bir kulunu severse, o kulunun yüzü suyu hürmetine o memlekete rahmet nazarıyla bakar. Eğer Cenâb-ı Ellah, bir kulunun hatâsı yüzünden bir memlekete Kahhâr ismiyle muâmele ederse, o memleket harâb olur ve nitekim olmuştur. (Erzincan, Bingöl, Varto gibi)

Evet, içimizde çok kötü insânlar vardır, fakat ne yapalım? Cenâb-ı Hak isterse bu zamân, bu dakìka kıyâmeti getirir. Hiç kimse diyemez ki: “Niye bu nizâm-ı âlemi bozdun?” O’nun işine karışılmaz. O, yaptığını çekinmeden yapar. Âmennâ!

“Cenâb-ı Hak, bu kadar musîbeti bize gönderiyor da, kâfirlere niye göndermiyor?” diye sorulsa, cevâb olarak diyebiliriz ki: O, kâfirleri dergâhından sürmüş ve kovmuştur. Cenâb-ı Hak, bize gelen bu âfetleri bizleri uyandırmak için gönderiyor. “Hele bakayım, kullarım Bana şekvâ ediyor mu?” diye bizi imtihân ediyor. Zât-ı Zülcelâl, mülkünde istediği gibi bizi istihdâm eder ve dilediğini yapar. Bu dünyâ ücret yeri değil; dârü’l-imtihândır. Hasta iyi olsa, “Doktor beni iyi muâyene etti” der. Gazetelere i'lân verilip doktora teşekkür edilir.

Yâ Rabbî! Tahammül edemeyeceğimiz şeylerle bizi terbiye etme. Bizi rahmetine lâyık gör. Başımıza gelecek belâları üstümüzden kaldır. Bizleri hâinlerden eyleme. Bizlere hâin damgasını vurma. Yâ Rabbî, o günde insânların bir kısmı ak, diğer kısmı kara yüzlü olacak; bizi yüzleri ak olanlardan eyle, kara olanlardan eyleme.

Yâ Rabbî! Bizi dînde musîbete uğratma, dînde musîbete uğratma, dînde musîbete uğratma! Dînimizle uğraşanları, îmânımıza ilişmek isteyenleri, Yâ Rabbî, Senin azametine havâle ediyoruz. Ancak Sen onların hakkından gelebilirsin. Onları yerle bir et! Onların şerlerinden Ümmet-i Muhammediyye (asm)’ı muhâfaza eyle. Yâ Rabbî! Aramızdaki nifâk ve şikàkı kaldır. Bizi yine bir araya getir. Tek vücûd hâline getirip aramızdaki dargınlığı ortadan kaldır, birlik ve berâberlik içinde yaşayalım, âmîn.

***

NOT: Hacı Hulusi Bey’in derslerinden alınan diğer notları, Tahşiye Yayınevi’nin neşrettiği Makalat-ı Hulusiyye (1-2) adlı eserde bulabilirsiniz.

Bu yazi 17046 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

çok güzel notlar hakikatler
23.01.2021 17:08 ömer faruk

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.294 sn. deSen
↑ Yukarı