NÛRUN BİRİNCİ TALEBESİ EL-HÂC İBRÂHÎM HULÛSÎ BEY’İN ÜSTÂD BEDÎÜZZAMÂN HAZRETLERİNE GÖNDERMİŞ OLDUĞU MEKTÛBLARIDIR.
Mektûb No : 1
Hulûsî'nin birinci fıkrasıdır.
بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَائِنَاتِ اَبَدًا
Eyyühe'l-Üstâdü'l-Muhterem!
Kendilerini fakír ve hakír görmekte zevk alan zevât-ı âliyye gibi değil, belki olduğu gibi görünmek isteyen ve “talebem, kardeşim, birâderzâdem” unvânlarıyla taltîf buyurduğunuz bendeniz, hakíkatte ma’nen düşkün bir vaz’ıyyette ve cidden duânıza muhtâc bir hâldeyim. Serapâ nûr olan Kur'ân-ı Mu’cizü'l-Beyân’ın hak ve hakíkatini, bu asır insânlarının, bilhâssa fırak-ı dâllenin gözlerine sokacak derecede, ba’zı Kur'ân lemeâtının zâhir olmasına murâd-ı İlâhî taallûk etmiş ve bu emr-i mühimme, felillâhilhamd, muhterem Üstâdımız vâsıta olmuştur.
İşte, hiç ender hiç olan bu talebenize de, yine lütuf ve fazl ve inâyet-i İlâhî ile bu âlî me’mûriyyetini ifâ eden azîz ve muhterem hocasına ve Hazret-i Kur'ân hesâbına pek cüz'î bir hademelik yaptırılmıştır. Bundan dolayı ne kadar şükretsem azdır; fahre zerre kadar hakkım yoktur. Belki şu hademelikte yapmış olmaklığım muhtemel hatîât ve kusûrâttan dolayı affımı niyâz ve istirhâm ediyorum. Fenâ şahsiyyetimi ta’rîf eylemekliğim gerçi ma’nâsızdır. Fakat, mürâsele ve mülâkatta bu bâbda pek çok büyük iltifâtlarınızı gördüğümden mütehassıl hicâb sevkıyle ufak bir tasdîde bulundum. Son iki mektûbunuzda suâl buyurulan husûsa cevâb vermekliğim ısrârla emir buyuruldu. سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا Fakat, bu ağır suâle, acz ve fakrın en müntehâsında bulunan bu kardeşiniz hak ve hakíkate muvâfık ve mutâbık bir cevâb verebilmek için inâyet ve kerem-i İlâhî ve meded-i rûhaniyyet-i Peygamberîye ilticâ eyledi. Şöyle ki:
Mübârek Sözler şübhesiz Kitâb-ı Mübîn’in nûrlu lemeâtıdır. İçinde îzâha muhtâc yerler eksik olmamakla berâber, küll hâlinde kusûrsuz ve noksânsızdır. Beşerin her tabakası kendi fıtrî anlayışları nisbetinde hisse-mend ve fayda-mend olurlar. Şimdiye kadar tenkíd olunmaması, her meslek ve mezheb ve meşreb ehline hoş gelmesi ve mülhidlerin dil uzatamayıp ebkem kalmaları, kanâatimizin sıhhatine delâlet etmeye kâfîdirler.
Vazîfenizin bitmediğine dâir düşünebildiğim bürhânlar:
Evvelâ: Bid'atların çoğaldığı bir zamânda ulemânın sükût etmemeleri lâzım geldiğine dâir beyân buyurulan hadîsteki emir ve zecir.
Sâniyen: Peygamberimizin ittibaına mükellef olduğunuzdan, onlar gibi müddet-i hayâtınızca vazîfeye devâm mecbûriyyeti olduğu.
Sâlisen: Mâdem bu hizmet münhasıran re’yinizle değil, istihdâm olunuyorsunuz; nasıl Mübelliğ-i Kur'ân, Fahr-i Cihân, Habîb-i Yezdân sallâllahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri bir gün اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دينَكُمْ fermân-ı celîlini teblîğ buyurmakla aynı zamânda vazîfe-i risâletinin hitâmına remzen işâret eylemişti. Muhterem Üstâdın da hizmeti kâfî görülürse, bildirilir kanâatindeyim.
Râbian: Sözler hakkında bugüne kadar sükût edilmesi ve tenkíde cür'et edilmemesi, ilâ nihâye bu hâlin devâm edeceğine delîl olamaz. Hâl-i hayâtınızda muhtemel hücûmlara evvelen ve bizzât zât-ı fâzılâneleri cevâb vereceksiniz.
Hâmisen: Dünyâyı unutmak isteseniz, başka hiçbir sebeb olmasa dahi, yalnız bu mübârek Sözler'le râbıta peydâ eden insânların ricâ edecekleri îzâhatı vermek isteyecek ve cevâbsız bırakmayacaksınız.
Sâdisen: Allah için sizi sevenlere ve sizden istizahta bulunanlara yazdığınız pek kıymetli yazılarla meclis-i ilminizde takrîr buyurduğunuz mütenevvi ve Sözler'e bile geçmeyen mesâil kat’ıyyetle gösteriyorlar ki, ihtiyâc da, hizmet de bitmemiştir.
Birkaç ma’rûzât: Nûrlu Sözler'i cemâate okumak nasîb olduğu zamânlarda, bende ba’zı hissiyyât hâsıl oluyordu; şurada arza müsâadenizi ricâ edeceğim.
Evvelâ: Muhterem Üstâdıma ma’rûzâtta bulunmak için kalemi elime aldığım zamân, rûhumda büyük bir inkişâf hissediyor ve ihtiyârsız kalemim o andaki muvakkat duygularıma tercüman olduğunu görüyorum.
Sâniyen: Şöyle düşünüyordum: Eğer yalnız adüvv-i ekber olan nefsin hîlesinden ve cin ve ins ve şeytânların mekrinden emîn olayım diye herkes başını karanlığa çekse ve kendisi kûşe-i nisyâna çekilse veyâ çekilmek istese ve âlem-i insân ve âlem-i İslâm mühmel kalacak, kimsenin kimseye faydası olmayacak bir zamân olsa; ben dîn kardeşlerime bu nûrlu hakíkatleri iblâğ edeyim de, Allâhu Zülcelâl nasıl şe'n-i ulûhiyyetine yaraşırsa öyle muâmele eylesin. Nefsimi düşünmekten kat'-ı nazar etmeyi yine o zamânlarda çok faydalı görüyordum. Bundaki hikmet nedir?
Sâlisen: Esmâ-i Hüsnâdan Rahmân ve Rahîm isimleri en a’zam mertebede olduklarından mı, yoksa başka sebeb ve hikmetle mi بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ kelimesi içine dâhil olmuşlardır? Bu da şu mektûbu yazarken kalbime geldi, ben de soruyorum.
Azîz ve muhterem Üstâdım!
Sizin vücûdunuza yalnız bizler değil, bütün âlem-i İslâm muhtâctır. Çünkü, mü'minlerin îmânına kuvvet veren, gáfilleri uyandıran, dalâlete düşenlere râh-ı hidâyeti gösteren, hükemâ-yı felâsifeyi beht ve hayrette bırakan Kur'ân-ı Mübîn’den nebeân ve lemeân eden o kudsî Sözler'in vücûduna vâsıta oldunuz. Hemen Cenâb-ı Erhamürrâhimîn azîz Üstâdımızı sıhhat ve âfiyette dâim ve ümmet-i Muhammed üzere káim buyursun. Âmîn, bihürmeti Seyyidi'l-Mürselîn.
Hulûsî
Mektûb No : 2
Risâle-i Nûr mektûblarından bu mektûbunuzun bendeki te’sîrlerini hulâsaten arz edeyim:
Sıhhat ve âfiyetinizin devâmı, şükrümü; bu gibi mesâilin hâllini isteyenlerin vücûdu, ümidimi; nazarımda ilim sayılacak herşeyi sizden öğrendiğim için, bu vesîleyle hakíkat sahasındaki ma’lûmâtımı; hasbe'l-beşeriyye fütûr hâsıl oluyorsa, şevkımi; hasta bir talebeniz olduğumdan Kur'ân'ın eczâhânesinden verdiğiniz bu ilâclarınızla sıhhatimi; matbaha-i Kur'ân'dan intihâb buyurduğunuz bu gıdâlarla bütün hâsselerimin kuvvetini; hayâtın beş derecesini de ta’lîm, mevtin i’tibârî bir keyfiyyet olduğunu tefhîm, i’dâm-ı ebedînin mutasavver olamayacağına kalbimi takvîm buyurduktan sonra; Allah için muhabbetin herhâlde bu hayât derecelerinde de devâm ederek hayât-ı bâkıyyede bâkí meyvesini vereceğini işâret buyurmakla müddet-i hayâtımı nihâyetsiz arttırmaya sebeb olmuştur.
Risâle-i Nûrla ihdâ buyurduğunuz duâlar, zâten hergün sevgili Üstâdı düşünmeye kâfî gelmektedir. Kur'ân'ın nihâyetsiz füyûzâtından, tükenmez hazînesinden inâyet-i Hak'la edindiğiniz ve teblîğe me’zûn olduğunuz ma’nâları, cevherleri göstermekle, bildirmekle de bu bîçâre ve müştâk talebe ve kardeşinize sonuna kadar ders vermek istediğinizi izhâr ediyorsunuz ki, bu sûretle de ebeden ve teşekkürle gözümün önünden, hayâlimden ayrılmamaklığınız te’mîn edilmiş oluyor.
اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى
Hulûsî
Mektûb No : 3
Muvâsalatımın ilk gecesi pederimin misâfirlerine tahsîs eylediği odaya devâm eden zevâta, mütevekkilen alâllah, akşamla yatsı arasında Risâle-i Nûr'u okumaya başladım.
Sevgili Üstâdım,
Evvelce arz ettiğim vechile, ben artık birşey için yaşadığımı zannediyorum. O da, Üstâdım olan Dellâl-ı Kur'ân'ın vazîfe-i me’mûre-i ma’neviyyesini îfâda kendilerine pek cüz'î bir yardım ve Kur'ân hesâbına cüz'î bir hizmetkârlıktan ibârettir. Orada bulunduğunuz müddetçe Hazret-i Kur'ân'dan hakíkat-i îmân ve İslâm hesâbına vâkı’ olacak istihrâc ve tecelliyâttan mahrûm bırakılmamaklığımı hâssaten istirhâm ediyorum.
İnşâallah, müstecâb olan duânızla Allâhu Zülcelâl, Risâle-i Nûr hizmetinde ümit ve arzu ettiğim netîceye vâsıl, merhûm ve mağfur Abdurrahmân gibi âhir nefeste îmân ve tevfîk ve saâdet-i bâkıyyede iki cihân serveri Nebiyy-i Ekremimiz Muhammedeni'l-Mustafa (sallâllahu teâlâ aleyhi ve sellem) Efendimize ve siz muhterem Üstâdımın arkasında ve yakınında komşuluk vermek sûretiyle âmâl-i hakíkıyyeye nâil buyurur.
Risâle-i Nûr gerçi zâhiren sizin eserinizdir. Fakat, nasıl ki, Kur'ân-ı Mübîn Allâh’ın kelâmı iken Seyyid-i Kâinât, Eşref-i Mahlûkát Efendimiz nâsa teblîğe vâsıta olmuştur; siz de bu asırda yine o Furkán-ı Azîmin nûrlarından bugünün karma karışık sarhoş insânlarına emr-i Hak'la hıtâb ediyorsunuz. Öyleyse, O Hakîm-i Rahîm, size bu eseri yaptırtan, o nûrları ayak altında bıraktırmaz. Elbette ve elbette fânîlerden, belki de hiç ümit edilmediklerinden sâhibler, hâfızlar, ikinci, üçüncü, hattâ onuncu derecede mübelliğler, nâşirler halk buyurur i’tikádındayım.
Hulûsî
Mektûb No : 4
Evet, İslâmiyyet gibi bir âlî tarîkatım, acz ve fakrı Allâh’a karşı bilmek gibi bir meşrebim, Seyyidü'l-Mürselîn gibi bir rehberim, Kur'ân-ı Azîmüşşân gibi bir mürşidim, bir dakíkada mertebe-i velâyete erişmek gibi ulvî bir netîce almak mümkün olan askerlik gibi bir mesleğim var.
Üstâdım bana ve dinleyen her zevi'l-ukúle, “Tarîkat zamânı değil, îmânı kurtarmak zamânıdır. Beş vakit namazını hakkıyla edâ et; namazın nihâyetindeki tesbîhleri yap; ittiba-ı Sünnet et; yedi kebâiri işleme” dersini vermiştir. Ben gerek bu derse, gerek Risâletü'n-Nûr'la verilen derslere, Kur'ân'dan istinbât buyurarak gösterdiği hakíkatlere karşı Allâh’ın tevfîkıyle cân ü dilden belî dedim, tasdîk ettim ve bana böylece hakíkat dersini veren bu zâta da ömrümde ilk def’a olarak “Üstâd” dedim. Hatâ etmedim, isâbet ettim.
Hulûsî
Mektûb No : 5
Bu kere irsâl buyurulan Mektûbâtü'n-Nûr zeyilleri, emsâli gibi hoş, güzel ve bedî’dir. Eserlerin Nûr ism-i azîminin tecellîsi olduğuna, ihtiyâca ve hâl-i âleme göre yazdırıldığına bence aslâ şübhe kalmamıştır. Bunu küçük bir misâlle te’yîd etmek isterim. Mülhidler çok ileri gidiyorlar. Meselâ: . . . ilâ âhir.
İşte bu ahmakların hezeyânına ve her nev’i iğfâllerine ve zâhiren süslü lâflarına kanmayarak, îmân ve i’tikádlarında sâbit-kadem olmaları için erbâb-ı îmâna kuvvet ve zümre-i tuğyâna kahır ve şiddetle ders-i ibret verecek pek münâsebetli sözler, mevzû-ı bahis âsârda ayân-beyân görülmektedir.
Hayfâ ki, bu nûrlar şimdilik 69 (Hâşiye) lihikmetin pek mahdûd sahada ve ancak mü'minler içinde neşredilebilir.
وَالصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ * اِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
Hulûsî
Mektûb No : 6
Otuz İkinci Söz’ün Üçüncü Mevkıf’ını da Hakkı Efendi kardeşimizle merâk ve dikkatle okuduk. Cidden çok âlî mefhûmu var. Tavsîfe bu âcizin kudreti olsa, belki bu ikinci nokta için pek ziyâde rahatsız etmeye cesâret ederdim. Heyhât ki, diğer husûsâtta olduğu gibi, bunda da sıfrü'l-yed bulunuyorum. Yalnız hulûs ve sâfiyyetle ve kısaca derim: Belki diğer bütün Sözler'in daha fevkınde parlayan bir necm-i nûr-efşândır.
(Doktordan Mi’râc’ı nasıl bulduğunu sordum. Doktor Kemâl der; “Eserin pek büyük kıymetini takdîr etmek için İslâm olmaya bile lüzûm yok, insân olmak kâfî” cevâbını verdi.)
Hulûsî
Mektûb No : 7
Bizler ki, Elhamdülillâhi teâlâ, âhiret kardeşiniz, Kur'ân hizmetinde âciz hizmetkârınız, esrâr-ı Kur’âniyyenin beyânında, eşşükrü lillâhi teâlâ, “Ashâb-ı Kehf” gibi musâhibiniziz. Liyâkat ve kifâyetimizin çok fevkınde mahzâ bir lütuf ve inâyet-i Samedânî olarak talebeniz bulunuyoruz. Bundaki niam-ı Sübhaniyyeye hamd ve şükürden âciz bulunuyoruz.
Hulûsî
Mektûb No : 8
Otuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıf’ını, Ramazân hediyesini ikmâle muvaffak oldum. Tevfîk-ı Hüdâ yoldaşım olursa, diğerlerini de inşâallah emir buyurduğunuz müddette yazarım. Bu kadar kıymetli ve nûrlu Sözler'in en hüsünlü hat ile ve hattâ altınla yazılması lâyık ve muktazî iken, hasbe'l-kader bu bîçâre kardeşinizin perîşân ve belki ancak okunabilir, hatâlı hattıyla yazılması da, hamd ve şükrümü artırmaya vesîle oluyor ve her vâsıtayla aldığım meserretbahş selâm ve iltifâtât-ı fâzılânelerinin ve herbiri Risâle-i Nûr'a bir zeyil ve tefsîr ve (Hâşiye) makámındaki cihân-değer emirnâme-i ârifânelerinden maddeten dûr bulunacağımdan dolayı çok müteessir olacağım.
Fakat, ma’nevî ciheti böyle düşünmüyorum ve nerede bulunursam bulunayım, inâyet-i Bârî ile, aldığım dersi dinletecek bir muhâtab bulmaya çalışacak ve neşr-i hakíkat yolunda acz ve fakrıma bakmayarak, duânızla elimden gelen her çâreye başvuracağım için mütesellî oluyorum.
Yalnız, dünyevî vazîfelerle uğraşmak ise, fıtraten hoşlandığım ve hakáikıne meclûb olduğum nûrlu Sözler'le iştigálime kısmen mâni’ oluyor. İşte buna müteessifim; fakat elimden birşey gelmiyor. Her geçen gün dünyânın fenâ ve fânî yüzünü daha ziyâde üryânlığıyla göstermekte ve bu hayâtta bâkí ve sermedî hayât için birşey kazanılmadan geçen vakitlere teessür hâsıl ettirmektedir. Sûreten ayrıldığımıza o kadar müteessir değilim. Bilhâssa sevgili Üstâdın son dersi, bu fânî dünyânın en zevkli hâlinden pek çok yukarı derecede bir bâkí hayât olduğunu kat’ıyyetle müjde etmektedir.
Hulûsî
Mektûb No: 9
Gönül isterdi ki, o muazzam Sözler'e sönük yazılarımla biraz uzun cevâb yazayım. Fakat, buna muvaffak olamıyorum. Kábiliyyetimin azlığı, isti’dâdımın kısalığı, iktidârımın noksânlığıyla berâber uhdeme verilmiş olan birkaç maddî vazîfelerin taht-ı te’sîrinde dimağım meşgúl ve âdetâ meşbû olduğundan, o mübârek cevherlerinize mukábil âdi boncuk bile ibrâz edemeyeceğim.
Biliyorsunuz ki, çok ifâdelerimde sizi taklîd ettiğim birinci sebebi, merbûtiyyet-i hâlisânemin; ikinci sebebi, kudret-i kalemiyemin kifâyetsizliğidir. Fakat, mübârek Yirmi Dördüncü Söz’de misâli geçen fakír gibi, ben de derim: Ey sevgili Üstâdım, eğer gücüm yetse, elimden gelse bütün o nûrlu Sözler ayarında kelimelerden mürekkeb cümlelerle size ma’rûzâtta bulunmak isterim. Fakat, biliyorsunuz ki, yok. Niyyetime göre muâmele buyurunuz.
Hulûsî
Mektûb No : 10
Eser, emsâli gibi nûrlu ve hikmetlidir. İnşâallah, temennî buyurduğunuz vecihle ümmet-i Muhammed'in ictimâî ve pek mühim bir yarasına kat'î devâ olur. Doğrudan doğruya nûr-i Kur'ân olan mübârek Sözler'in kasd ve işâret edilmek istenildiğini arz ettim ve makám-ı tasdîkte şimdiye kadar kendisine birkaç Söz’ü de okudum ve imkân buldukça da okuyacağım. Lâyüadd ve lâyuhsâ niam-ı Sübhâniyyesine mazhar olduğum Allâhu Zülcelâl Tebâreke ve Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine hamd ve şükürden âciz, isyânla âlûde iken; zât-ı üstâdâneleri bizi izn-i Rabbânîyle o mübârek münevver Sözler'le irşâd edip zulmetten nûra çıkardınız.
Taharrî-i hakíkatle ömür geçirirken, mukadderât bu âsî bîçâreyi de beş sene evvel Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinden Muhammedü'l-Küfrevî Hazretlerine doğru açılan tarîk-ı Nakşibendîye idhâl eylemişti. Sonra, muvakkat bir küsûf netîcesi olarak yol kaybolmuş, zulmet ve dikenler içinde kalınmış iken, nûrlu Sözler'inizle zulmetten nûra, girdâbtan selâmete, felâketten saâdete çıktım.
اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى
Fermân buyuruyorsunuz ki: Îmânı kurtarmak zamânıdır. عَلَى الرَّاْسِ وَالْعَيْنِ
Hulûsî
Mektûb No : 11
بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ
Bu def’a bu bîçâre talebesine ihsân ettiği hediyeyi, gıyâbî muhiblerinden Fethi Bey ismindeki komşumuzla okuyorum. Baştan başa mu’cize-i kübrâ-yı Ahmediyyeyi i’lân eden On Dokuzuncu Mektûb’un tahsîsen bendelerine irsâli, yeniden hayâta avdet etmiş kadar müessir olmuş ve mütâleası rikkat damarlarımı tahrîk ederek hayli ciddî gözyaşı akıtmaya vesîle olmuştur.
Hulûsî
Mektûb No : 12
Rûhu, fezâ-yı kâinâtta beyne'l-ecrâm seyr-i serî ile seyahat ettirecek tarzda tulû eden manzûme-i hakíkat, bilhâssa bizler için büyük mazhariyettir. Tarîk-ı Nakşî hakkındaki fıkraya mukábil “tarîk-ı acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür”ün hesâbına tulû eden fıkra da pek çok kıymetli bir cevherdir. Bu Sözler altınla yazılsa lâyık iken, nâkıs hattımla istinsâh ettim. O hâlde kıymeti, âciz bir talebenizin yâdigârı olmasındadır.
Hulûsî
Mektûb No : 13
Sâniyen: Şu zamân-ı isyân ve tuğyân ve küfrânda isyan ü tüğyan ü küfranda sh-161 mahz-ı inâyet ve lütf-u Hak olan, ümmet-i İslâmiyyeyi hakáik-i îmâniyyeye sevk ve irşâda me’mûr edilen zât-ı hakîmânelerini, bütün ümmet-i Muhammediyyeyi olduğu gibi, bu âcizi de nûrlu Sözler'le tarîk-ı nûra irşâd buyurduğunuzdan dolayı hürmet ve minnetle dâim yâd eder, dünyevî ve uhrevî murâdlarınızı hâsıl eylemesini Rahîm, Kerîm olan Allâhu Zülcelâl Hazretlerinden abîdâne niyâz ve istirhâm eylerim, efendim.
Hulûsî
Mektûb No : 14
Evet, mütesellî olduğum iki cihet var. Biri: Elimizdeki mübârek Sözler vâsıtasıyla dâimâ sohbet-i ma’nevîde bulunduğumuz. Diğeri: Muhabbetimizin inâyet-i Bârî ile “hubb-i fillâh” mertebesinde olduğuna îmânımızdır. Binâenaleyh, size benim bugün ve yârın en büyük hediyem: Verdiğiniz dersi, nâmınıza olarak vekâleten alâ kadri'l-imkân mü'minlere teblîğ eylemek ve Allâh’ın verdiği hakíkí muhabbeti ebeden taşımak ve buna mukábil Erhamürrâhimîn ve Ekremü'l-Ekremîn, Ahsenü'l-Hálıkîn, Rabb-i Rahîm ve Kerîm Hazretlerinden, hakíkí muhabbetin Otuz İkinci Söz'ün Üçüncü Mevkıf’ında îzâh buyurulan netîcesine mazhar buyurulmaktır. Îmân-ı tahkíkí yolunda buluştuğumuz Hakkı Efendiyle niyyetimiz Hakk’a, sıdka, ihlâsa iştirâkimiz muhakkaktır.
Hulûsî
Mektûb No : 15
Bu mektûbunuzdaki suâlle ve en son yazılmış olan Otuz İkinci Söz’le münâsebet ve müşâbehet nev'inden bu def’aki arîza-i cevâbiyyem üç vakfeli oldu.
Demek oluyor ki, Risâle-i Nûr ma’nevî bir güneş, herbir Söz muhtelif kadirlerden nûrânî yıldızlar ve Otuz İkinci Söz üç mevkıfı ile bu yıldızların hepsinin üstünde parlayan ve enzâr-ı dikkati hâh-nâhâh üzerlerine celb eden hâlis nûrdan vücûda gelmiş birinci kadirden pek nûrlu, erbâb-ı îmâna gülümseyen, ahzâb-ı dalâlete haşmetle bakan, gözlerini kör eden, erbâb-ı gafleti uyandıran pek haşmetli, çok nûrlu birinci kadirden bir kevkeb-i nevvârdır. Ne yapayım, talebenizin dili bu kadar dönüyor. Yoksa bu sönük ifâde o mübârek Sözler için sarf edilmek lâyık olmadığını biliyorum.
Bizden Üçüncü Maksad’ın te’sîrini suâl buyuruyorsunuz. Biz Hakkı Efendiyle ittifâkan deriz ki:
İçindeki hakíkatler cerh edilmez; içinde lüzûmsuz birşey yok, zarârlı bir kayıt mutasavver değil. Dikkatle dinleyenler, Allah tevfîk verirse, îmânını kurtarabilirler. Bu hakáikle Avrupa ehl-i dalâletine de meydân okunur fikrindeyiz. Bu kábil dalâlet ve gaflette olanlar ya mübârezeden mağlûb olurlar, ya ulviyyeti hissedip tegayyüb ederler, yâhut Ebû Cehil gibi hakíkati kabûl etmemekte inâd ederler veyâ dehşetlerinden kulaklarını kapayıp kaçarlar, fikir ve kanâat ve îmânındayız. Sözler'i dinleyenlerin bir sükût-i mestî göstermeleri, izhâr-ı hayret eylemeleri, kudretleri derecesinde takdîrâtta bulunmaları, herhâlde düşündüğümüze kuvvet verir bir keyfiyyettir; ümit ve tahmînimizi tasdîk ediyor.
Hulûsî
Mektûb No : 16
Niyyetim büyük, tevfîk Hüdâ’dan. Yalnız oda cemâatimize Yirmi Beşinci Söz’e kadar okudum. Ve inşâallah devâm edeceğim. Emrinize tebean ve duânıza binâen fütûr getirmiyorum. Maddî vazîfem oradakinden daha ağırdır. Fakat, her umurumda Allâh’a istinâd ettiğim için, ümitsizliğe düşmüyorum. Oradan ayrıldıktan sonraki füyûzâttan istifâde etmeyi cân u yürekten arzu ediyorum. Nâtamâm kalan Otuz İki ve Otuz Üçüncü Sözler'in de itmâmına muvaffak olmanızı eltâf-ı İlâhiyyeden niyâz eylerim.
Hulûsî
Mektûb No : 17
Ben burada inşâallah emânetçi olduğum Sözler'i inâyet-i Hak’la ve duânız berekâtıyla lâyıklı kulaklara duyurabileceğimi ümit ediyorum. Üstâdım, müsterih olunuz, bu nûrlar ayak altında kalamazlar. Onları Dellâl-ı Kur'ân'dan enzâr-ı cihâna vaz’ eden Hálık (Celle Celâlühû) bizim gibi kimsenin ümit ve tahayyül etmeyeceği âciz insânlarla bile neşir ve muhâfaza ettirir. Bu işi ben sa'yimle, kudretimle kazandım diyen huddâm o gün görecekler ki, o mukaddes hizmet, zâhiren ehliyetsiz görünen, hakíkaten çok değerli diğerlerine devredilmiş olur kanâatindeyim. Bu sebeble oradaki kardeşlerimizden Risâle-i Nûr'la çok alâkadâr olmalarını ricâ etmekteyim.
Hulûsî
Mektûb No : 18
Risâletü'n-Nur, Mektûbâtü'n-Nûr'un mütâleası, tahrîr edilmesi, başkalara neşir ve teblîğe alâ-kadri'l-istitâa çalışılması gibi emr-i hayr-i azîme havl ve kuvvet-i Samedânî ve inâyet ve lütf-i Rabbânîyle muvaffak olduğum zamânlar ki, bu evkátta evvelen ve bizzât bu fakír istifâde, istifâza, istiâne etmiş oluyor; bu i’tibârla mezkûr saatleri çok mübârek tanıyor, firâkına acıyor, o yaşayışın devâmını, tekrârını, kesilmemesini ez-cân ü dil arzu ediyorum.
Fakat ne çâre ki, iğtinâm edebildiğim kısacık vakitlerde zihnimi sâfîleştirip nûrların karşısına, dolayısıyla Kur'ân'ın mu’cizeleri mecmûasına ve azîz, muhterem Üstâdımın medresesine ve ol Seyyidü'l-Kevneyn Peygamberimiz Efendimiz (asm) Hazretlerinin ravza-i saâdetlerine ve nihâyet Rabbü'l-Âlemîn Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin huzûr-i lâmekânîsine çıkıyorum. Bu sebeble cidden “O nûrlarla iştigál etmediğim zamânlar, keşki enfâs-ı ma'dûde-i hayâttan olmaya idiler” diyorum.
Hulûsî
Mektûb No : 19
Geçen hafta muhtelif iki cemâate Yirmi Dördüncü Mektûb’un Birinci ve İkinci Zeyil’lerini okudum. Dinleyenler hayrân ve bu fakír de o parlak i'câz-ı Kur'ân'dan âdetâ gaşyoldum. Bu eserinizi Risâle-i Nûr ve Mektûbâtü'n-Nûr'un en münevverleri safında mütâlea ediyorum. Bugün Cuma idi. Komşumuz Fethi Bey’e on bir ve on üç numaralı Sözler'i okudum. Dünyevî işlerden tahlîs-i nefîsle iğtinâm edebildiğim vakitlerde, o mübârek nûrlu pencerelere koşuyorum. Rûhî ve ma’nevî gıdâmı almaya ve bulabildiğim böyle bir muhâtabı da hissedâr etmeye çalışıyorum.
Hulûsî
Mektûb No : 20
Yirmi Altıncı Mektûb’u büyük sevinçle aldım. Def’aatle, dikkatle, merâkla, muhabbetle, lezzetle okudum ve netîcede, “Duânız olmazsa ne değeriniz var?” fermân buyuran Zât-ı Zülcelâle ubûdiyyetle intisâbım hasebiyle ve abdiyyetin tazammun ettiği lisânla, kemâl-i acz ve fakr ve şevkle, tamâmen hasbî, bütün ma’nâsıyla Allah nâmına, bütün vuzûhuyla ehl-i îmân ve Kur'ân nef' ve hesâbına olan maddî, ma’nevî, zâhirî, bâtınî, dünyevî, uhrevî hidemâtınızın mükâfâtını lütuf ve kerem-i bînihâyesine münâsib bir tarzda ihsân ve ikrâm buyurmasını ve Zât-ı Üstâdânelerini her iki cihânda azîz etmesini ol Hálık-ı Rahîm ve Kerîm Hazretlerinden âbidâne tazarru’’ ve niyâz eyledim. Ümidim ادْعُونى اَسْتَجِبْ لَكُمfermânının tecellî edeceğindedir.
Muhterem Üstâd,
Zâten sizin, biz bîçârelerden beklediğiniz yalnız duâ değil mi? Mübârek Sözler hakkında şimdiye kadar mektûblarımda mevcûd olan ihtisâsâtımı nâtık, sönük ifâdâtımı Risâletü'n-Nûr'a takrîz yapmak husûsundaki niyyet-i Üstâdânelerine birşey demeye hakkım yok. Fakat, benim o perîşân ifâdelerim, güneşin yanına mum yakmak kábilinden olacak ve muhtemelen hakíkatteki sönüklüğüne rağmen o nûrların komşuluğundan, aynadârlığından hisse-mend olarak nisbî bir parlaklık arz edebilecektir.
Risâletü'n-Nûr'un müstemi’leri arasında, Sultân Abdülhamid'in devrinde Kerbelâ'da senelerce müderrislik hizmetinde bulunmuş olan Hacı Abdurrahmân Efendi nâmında 88 yaşında bir hoca vardır. Her def’aki mütâleadan büyük memnûniyyet göstermekte, “Çok istifâde ettim, Allah râzı olsun” demekte ve çok duâ etmektedir. Yirmi Altıncı Mektûb’un Üçüncü Mebhas’ını gayr-ı ihtiyârî muhtelif rütbede mühim zâtlara okudum. Hepsi, “Çok doğru, çok güzel” dediler.
Evet, bu fakír çok tecrübe ettim ve yakín hâsıl ettim ki, وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ (ilââhiri'l-âye) âyetinin lâyemût mu’cizesi vardır. Bu def’aki mektûbları birkaç def’a muhtelif küçük cemâatlere okumak nasîb oldu. Bunların birinde mühim bir âlim de vardı. Cümlesi hayret ve takdîrlerini izhâr ettiler. Benim fikrime gelince:
Bütün Risâletü'n-Nûr ve Mektûbâtü'n-Nûr, ihtiyâc-ı zamâna göre her sınıf erbâb-ı dîn ve hattâ müfrit muannid olmamak şartıyla, dînsizleri bile ilzâm ve iknâ edecek derecededirler. Fakat, -dünyâ bu- sevk-i menfaat, hırs-ı câh, küfür ve inâd, gaflet ve kesel, şirk ve dalâl gibi ilâcsız hastalıklara tutulanlar için, bu nûrlara karşı göz yummak, görse bilse kabûl etmemek, gördüğünü inkâr etmek, hak ve hakíkati reddetmek gibi dîvânelikler istib'ád edilemez. Ma’lûm-i fâzılâneleri, Allâh’ın şu muvakkat misâfirhânesinde insân sûretinde hayvânları eksik değildir. Bu nûrlar intişâr etseydi, elbette böylelerinin bugün istidlâlen dermeyân edilen dîvânelik hezeyânları da açık olarak görülürdü.
Hulûsî
Mektûb No : 21
Şu fıkra Hulûsî'nindir.
Esâsen siyâset anlamadığım bir iş; şunun bunun âmâline hizmet, menfûrum. Zilletle yaşamak, tahammül edemediğim hâllerdir. Felillâhilhamd, Allâh’ımız bir, Peygamberimiz bir, kitâbımız bir, dînimiz bir, ilâ âhir. Bu bir birler, bize yekdiğerimizi Allah için sevmek kaydını sağlamlaştırmakla berâber; rûhî, kalbî, ebedî, lâyemût bir birlik te’mîn etmektedir. Hamd ve şükürler olsun, mü'miniz. Hayâtta tesâdüf edeceğimiz binlerle musîbet ve acılara ¡مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَر gibi çok müessir devâmız var. Yine idrâk ediyoruz ki, burada vazîfeleri nihâyet bulanlar için, ebedî mev'ûd bir hayât başlıyor. Biz de bu yolun yolcusu, bu hanın misâfiri, bu fabrikanın muvakkat bir amelesi olduğumuz için, er-geç o káfileye iltihâk edeceğiz. Kısa, müz'ic, dağdağalı, elemli, hüzünlü, firâklı ve ancak o sermedî hayâtın mezraası olan bu fânî ve kararsız âlemde başlayan garazsız, ivazsız, pürüzsüz ve kimsenin arzusuna tâbi’ olmadan, sırf hasbî ve ciddî, hâlis ve muhlis arkadaşlığımızın meyvesini ve her türlü saâdeti câmi’ hayâtta idrâk edeceğiz.
Ümit ve îmân gibi pek âlî sermâyemiz var. Hoca efendi hazretlerinin âlî tavsiyeleri: Beş vakit namazını ta’dîl-i erkânla kıl; yâni başka ibâdete gücün yetmez. Namazın nihâyetindeki tesbîhleri yap; yâni başka zikri yapamadım diye teessüf etme. Yedi kebâiri terk et; çünkü sagáiri arayacak zamânda değiliz. İttiba-ı sünnet et; zîrâ bu zamânda arkasında gidilecek ve harekâtı taklîde değer, saf, hâlis ve muhlis bir hâdi -ki, o da seni yine bu yola götürecektir- maalesef bulamayacaksın. Belki bu yola çıkaracaklar vardır; fakat kömürle elması kim fark edecek? Öyleyse, sen çalış, ondan daha iyi kılavuz bulamazsın. Derslerinden birinde ki, her vakit zikrettiğim ¡مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَر şefâatbahş vecîzesi hâtırımızda varken, şübhesiz her musîbet ve her elem hoş karşılanacaktır.
Azîz kardeş,
Zamân olur ki her şey, herkes, her muâmele kalbi incitiyor. Fakat, işte tiryâkı:
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظيمِ
Her zamân söylüyorum: Biz bu fânî hayât için dostluk yapmıyoruz. Bu kısa hayâta vedâ’ etmek, indimizde ve i’tikádımızda ebedî bir hayâtın mukaddemesidir. Öyleyse, müteessir olmayalım. Nice ki, o hayâta başlamadık. İşte mürâsele ile muvâsalayı te’mîn edelim. Allâh’a güvenelim, O’ndan medet dileyelim.
اْلحَمْدُ لِلّهِ الَّذِى هَدَينَا لِهذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ لَوْلاَ اَنْ هَدَينَا اللّهُ لَقَدْجَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِاْلحَقِّ
اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَى اْلاَبَدِ عَدَدَ مَا فِى عِلْمِ اللّهِ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمْ
Hulûsî
Mektûb No : 22
Hulûsî Bey’in fıkrasıdır.
Maddeten uzak düşen bu bîçâre talebenizi yakından temsîl eden Hâfız Sabri Efendiyle diğer zevâtın nûrlar hakkındaki ihtisâsları çok kıymetli ve yüksek ve lâyıklı bir sûrette ifâde edilmiştir. Bir mektûbunuzda Muallim Cûdî'nin kasîdesi münâsebetiyle buyurduğunuz vecîzeyi burada tekrâra münâsebet geldi.
وَمَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتِى وَ لكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى بِمُحَمَّدٍ sırrınca, güzellik yazılarımızda değil, belki i'câz-ı Kur'ân'dan olan nûrlu Sözler'e ve Mektûbât'a âittir. Her ferd-i mü'min, derece-i fehim ve zevkıne göre, aslında güzel olan birşeyi ta’rîf eder. Acz ve fakrdaki lezzet, şefkat ve tefekkürdeki ulviyyet, hakíkaten hiçbir şeyle kábil-i kıyâs değilmiş.
Hâl-i âlem müsâit olsa da, hazîne-i hâssa-i Kur'ân'dan çıkararak ta’bîr-i âlînizce dellâllığını yaptığınız elmasları çok gözler görse! Görse de, sarhoşlar ayılsa, mütehayyirler kurtulsa, mü'minler sevinse; mülhidler, kâfîrler, müşrikler îmâna, insâfa, dâire-i akla gelseler! Ve bu mes’ûd ve ulvî netîceyi bizlere idrâk ettirmesini eltâf-ı İlâhiyyeden tazarru’ ve niyâz ediyorum. Âmîn.
Muhterem Üstâd,
Allah Zülcelâl Hazretlerine ne kadar müteşekkir bulunsanız yeridir. Acz ve fakr tezkeresiyle girmeye muvaffak olduğunuz saray-ı Kur'ân'ın hâs hazînesinden, gözler görmemiş, kulaklar işitmemiş cevherleri görüyor ve me’zûn olduğunuz mikdârını necim necim çıkartarak evvelâ kendiniz bakıyor; sonra “Eyyühe'l-insân! İşte bakınız, bu misâfirhâneyi açan, âlemleri rahmetiyle yaratan, sizi hikmetiyle halk buyurup bu âleme gönderen Sultân-ı Kâinât, bin üç yüz küsûr sene evvel, büyük bir elçisi Habîb-i Ekremi (asm) vâsıtasıyla, size hılkatteki hikmeti, buraya gelmekteki maksadı, ubûdiyyetin iktizâ ettiği hizmeti, ilh, bildirmişti. Bu âlî teblîgátı, o kudsî ahkâmı sizin anlayacağınız lisânla anlatıyorum, dinleyiniz. Eğer aklınız varsa, gözünüz görüyorsa, insânlığınız varsa hakíkati anlar ve îmâna gelirsiniz” diye beyânâtta bulunuyorsunuz. Bizler, hasbelkader, felillâhilhamd, bu kudsî beyânâtı yakından dinlemek, görmek ve göstermek iştiyâkını gösterdik. Siz de o elmasları gösterip bizi uyandırdınız. Hakíkati anlatıp, yolumuzu doğrultmaya vesîle oldunuz. Allah sizden ebeden râzı olsun. Nefs-i emmârenin zebûnu, cin ve ins şeytânlarının hedefi olmaktan kurtulamadık ise de, bu hasbî ve Kur'ânî hizmetten zevk alıyoruz; lâyıkıyla yapamıyorsak da yolunda bulunuyoruz.
اِنَّمَا اْلاَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ
Hulûsî
Mektûb No : 23
Bu uzun fıkra Hulûsî Bey’indir.
بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ الْمَلَكِ وَاْلاِنْسِ وَالْجَانِّ
Eyyühe'l-Üstâdü'l-Azîz,
Yirmi Sekizinci Mektûb’un Dördüncü Mes’ele’sini dört gün evvel, İkinci ve Üçüncü Mes’ele’sini ve melfûflarını dün almakla bahtiyâr oldum.
Evvelâ: Muhterem Sabri Efendi’nin, hakk-ı âcizîde ibrâz buyurduğu azîm teveccüh ve takdîr-i Üstâdâneleriyle de müsbet tevâzu’ları münâsebetiyle birkaç söz söylemeye müsâadenizi ricâ ediyorum. Şöyle ki:
Bu fakír-i pür-taksîr kardeşinizde, çok mükerrem ve muazzez tanıdığı Üstâdının ba’zı hasletlerinden denizden katre nisbetinde vardır. Bu cümleden olmak üzere üç hâlimi arz edeceğim:
Birisi: Tâ küçük yaştan beri lütf-i Hak’la Kur'ân'ın hakíkatine merâk etmiş ve taharrî-i hakíkat yolunda bulunmuş. Nihâyet aradığımı Eğirdir'de Üstâd-ı Muhteremimin neşre vâsıta olduğu Sözler unvânlı Nûrlarda bulmuşumdur. Bu buluş, beni evvelemirde çirkâbdan selâmete, felâketten saâdete, zulmetten nûra çıkardığı için, nûrlara ve Hazret-i Kur'ân'a ve bu nûrların izn-i Hak’la nâşiri, mübelliği, vâizi, dellâlı olan Üstâdıma o andan i’tibâren rûhumda lâyetezelzel bir muhabbet ve bir alâka ve bir merbûtiyyet hâsıl olmuştur. Yüz bin kere hamd ve şükürler olsun. Nûrlarla alâkadâr olduğum zamânlarda, dünyevî bütün lezzetlerin fevkınde büyük bir zevk ve havâssımda azîm bir şevk hissediyorum.
İkincisi: Ubûdiyyetin iktizâ ettiği ve bu nûrlardan aldığım derslerin delâlet ettiği vecihle bütün kusûrları, tekmîl fenâlıkları nefsimden ve iyilikleri, iyi şeyleri Allah'tan biliyorum. Nûrlara ve Kur'ân'a hizmeti hasbî olarak arzu ediyorum ve neşrine muvaffak olamadığım için mü'minler hesâbına çok müteessir oluyorum. Bu hâlime de şükürler olsun.
Üçüncü hâl ve hakíkí şahsiyetim: Bunu ta’rîf etmeye cidden hicâb duyarım. Hemen Cenâb-ı Allah'tan dilerim, beni ve bütün kardeşlerimizi nefis ve cin ve ins ve şeytânların mekirlerinden muhâfaza eylesin ve dalâlete sapanlardan eylemesin. Âmîn.
Benim kardeşlerim,70 (Hâşiye) Üstâdımın kardeş ve talebeleri olan zâtlar, şübhesiz birinci ve ikinci hâli rûhlarında hissederler. Öyleyse, beşerde, bilhâssa mü'minlerdeki hâsselerin inkişâfı tahdîd edilemeyeceği için, tevfîk-i Hüdâyla bir kere bu yola girenler, nefis ve şeytânlarına bu âciz, fakír ve bîçâre kadar mağlûb olmayacakları cihetle, terakkí ve istifâdeleri de o nisbette ziyâde olur. Muhterem Üstâdım bu kusûrlu talebesine teveccühü, insânlara, mü'minlere, mü'minlerin bilhâssa benim gibi muhtâclarına derece-i şefkatine ve benim ihtiyâcımın en çok olduğuna delîl ve misâldir.
Hulâsâ: Bana liyâkatimin çok fevkınde hüsn-i zan eden ve teveccüh gösteren azîz ve muhterem ve mütevâzı’ Sabri kardeş, bil ki çok günâhkâr, çok âciz, fakír, müflis, ümmet-i Muhammed (asm)’den bir abdim. Duâlarınıza çok muhtâcım. Acz ve fakr arz hâlini kabûl ettirerek hazîne-i hâssa-i Kur'ân'dan âleme muhtelif nâm ve tarz ve şekillerde cevherler teşhîrine muvaffak olan dellâl-ı Kur'ân'ın kudsî hizmetinde kendisine yardım en büyük emelim ve en ciddî temennîm, en mukaddes niyyetimdir. Bu niyyetim sebebiyle nûrlarla meşgúl olmak saâdetine mazhar olduğum dakíkalarında, hılâf-ı me’mûl ba’zı sözler kendiliğinden kalbime ve kalemime gelmektedir ki, bu ma’rifet benim değil, elbet, muhakkak ve mutlak Hazret-i Kur'ân'dan lemeân eden nûrlara aittir. Öyleyse, asıl üstâd Kur'ân'dır. Üstâd-ı Muhteremimiz, elyâk ve elhâk muarrifi, mübelliği ve müderrisidir. Biz muhtâclar fırsatı ganimet bilmeli, cevherleri almalı, kalbimize, dimağımıza nakşetmek, dâreynde medâr-ı saâdetimiz olacak olan bu nûrları alâ kadri't-tâka neşre çalışarak muhâfazasını kuvvetleştirmeliyiz.
وَمِنَ اللّهِ التَّوْفِيقُ
Sâniyen: Mektûbât'ın küçüklerinden on üçünü hâvî husûsî mektûblar mecmûasını aldım. Bu vesîleyle de mâzîyi hâl yerine koyarak, derin ma’nâlı, şirin sohbetinizi bir kere daha şevkle dinlemiş oldum. Zâten ben o vakitlerin mâzîde kalmasına râzı değilim; her vakit hâl gibi mütâlea ediyorum. Mâzî, hâl, müstakbel –bunlar da i’tibârî birer taksîm değil mi? Ehl-i zevk için bu taksîme ihtiyâc kalmıyor.
Sâlisen: Yirmi Sekizinci Mektûb’un Sekiz Mes’ele’sinden Birinci’si, bana âit ru’yâ hakkında kıymetli bir ders vermiş. وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا âyetine güzel bir tefsîr, nihâyet ma’nâsı zâhir olmuş ru’yâya hoş bir ta’bîr olmuştur. Nevme âit âyeti pek âlî ve münâsib bir sûrette tefsîrinizle, başta herkesten ziyâde muhtâc Hulûsî'niz olduğu hâlde bütün Risâle-i Nûr ve Mektûbâtü'n-Nûr müstemi’lerine ve kárîlerine faydalı, zevkli, esâslı, ciddî, vecîz ve belîğ bir ders daha vermiş oldunuz.
Şuraya bir işâret etmek isterim: Kur'ân'ın kerâmetîne bir nokta, bir zerre daha ilâve ediyorum. Gerek Eğirdir'de, gerek burada ba’zan zihnime birşey gelir ve kendisiyle hayli meşgúl ettirir. Hemen ilk mektûbunuzda benim zihnimi işgál eden bu şeyin cevâbını bulurum.71 (Hâşiye) Bu birde, beşte kalmadı, çok taaddüd etti. Onun için diyorum ki, kerâmet-i Kur’âniyyedendir.
İkinci mes’ele, güzel ve ilmî bir ders olmakla berâber bir cihet daha hâtıra geliyor. Hizbü'ş-şeytânın avenesi tâ buralardan dolaşarak sahte ve şaşırtıcı hareketlerle arkadan çevirmek istemeleridir. Bu sebeble şifâhâne-i Kur'ân'ın anahtarı, inâyet-i İlâhiyle elinde bulunan sevgili Üstâdımızın bu zehirlere de ilâc yetiştirmesi ve silâhhâne-i Kur'ân'dan aldığı acîb silâhlarla mübâreze etmesi nev'inden güzel ve bedî üslûbla ve hârika temsîlâtla bulunuşu hakíkaten şâyân-ı menn ü şükrândır. Allah sizden çok râzı olsun.
Üçüncü mes’ele, hakíkaten çok güzel, çok hoş, çok vâzıhtır. Bu mes’eleyi beş noktaya ayırmakla sanki İslâmın beş rüknünü hâtırlatmış, selâmet için beş esâsı göstermişsiniz. Hem bunu dostlarınıza ve kalben sizden birşey bekleyenlere, suâl-i mukaddere cevâb nev'inden kaleme almışsınız. Fakat, hüsn-i zanna mesağ veriyorsunuz. Niyyetle me'cûr ve fâide-mend olacağını ihtâr ediyorsunuz. Sâil buna da râzı. Otuz İkinci Söz’ün Üçüncü Mevkıf’ı zâten bu derde ilâc vermekte, bu yaraya merhem vurmakta ve bu arzuya çâre bulmaktadır.
Sözler'le kuvvetü'z-zahr olduğunuz mü'minler, bataklıktan çıkardığınız mütehayyirler, ayılttığınız sarhoşlar, iâde-i şuûr ettirdiğiniz dîvâneler, şu zamânda Kur'ân'dan daha iyi mürşid olamayacağına inandırdığınız hakíkaten müştâk insânlar, ilzâm ettiğiniz münâfıklar, mülhidler, hattâ kaçırdığınız şeytânları her gözü olan ve bakan gördü, akıldan nasîbi olan anladı, kalbi bozulmayan inandı. Bu azîm muvaffakıyyâtın sırrı, acz yolunun rehberi olan Kur'ân'ın ve nûrların dellâlının gösterdiği hakíkí acze karşı Hálık’ın ihsânındadır.
§ وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍٍâyet-i celîlesine istinâden, her ne matlûbunuz varsa Kur'ân'dadır. Buna muvaffak olmak için, nûrlarla alâkadâr olmak, Kur'ân'a hâdim olmak, Allâh’a karşı haddini ve acz-i tam içinde bulunduğunu anlamak ve bunu bütün mevcûdiyyetiyle kabûl etmekle olur diye mütemâdiyyen mü'minleri bu kestirme, selâmetli ve saâdetli yola çağıran Üstâdımızdan Allâhu Zülcelâl Hazretleri ebeden râzı olsun. Dünyevî, uhrevî bütün murâdlarını hâsıl etsin. Ümmet-i Muhammed (sav)'e bağışlasın. Âmîn, bihürmet-i Seyyidi'l-Mürselîn.
Duânızın cümlemiz muhtâcı ve duânızda bulunmak hepimizin borcudur. Sabri Efendi kardeşimiz ne güzel takdîr etmiş; mâşâallah, mâşâallah! Kimin haddidir ki, bu nûrlarda yanlışlık bulsun. Evet, ba’zı ibâreler belki edebiyat denilen şeye tam muvâfık düşmüyormuş. Bunda da isâbet var. Çünkü, edebiyat satılmıyor, Kur'ân'dan nûrlar gösteriliyor. Bu fakír kardeşiniz bu Sözler'i okuduğum zamân Üstâdımı temsîl eder bir hâl alıyorum. Ta’bîrâtınızla, şîvenizle okumak bana o kadar zevkli, lezzetli geliyor ki, ta’rîf edemem. Onun için bir harfe dokunmayı azîm bir günâh işliyor telakkí ediyorum. Ba’zan verdiğiniz salâhiyetin ma’nevî kuvvetiyle nâmınıza olarak bir harfin yerini değiştiriyor veyâ kaldırabiliyorum. İşte bendeki telakkí ve te’sîr bu mâhiyyettedir.
Bu mektûbu müsvedde ettiğim vakit tam bu anda müezzin minârede “Allâhu Ekber” demişti. Ben de, “Allâhu Ekber (Celle Celâlühû)” ile mukábele etmiştim. Bu hâl, işteki kudsiyyete açık bir işâret değil mi?
Dördüncü husûsî mes’ele: Eski Said lisânıyla da olsa ne kadar muvâfık isti’mâl-i silâh ediyorsunuz, bârekâllah! Ma’nevî taşlarınız وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلكِنَّ اللّهَ رَمَى âyet-i kerîmesinde işâret buyurulduğu üzere hedeflerine isâbet ettiğine kániim. Allah böylelerinin şerlerini kudret kılıcıyla kessin. Böylesi hâin ve zâlimleri Kahhâr ismine tevdi’ ederiz. Hizmette fütûrum yok; fakat mâni’lerin hadd ü pâyânı yok. Fakat, dünyâyı sırtıma yükleseler, her tarafımı ateşle sarsalar, bu ulvî düşünceme mâni’ olamazlar. Ammâ, buna gönül râzı değil, çok şeyler arzu ediyor. Ne çâre, nefis ve cin ve ins şeytânları müthiş topuzlarla karşıma dikildiklerinden, ister istemez mücâdeleye mecbûrum, hakíkí hizmetten geri kalıyorum. Buna ne kadar müteessif olsam azdır.
وَ آخِرُ دَعْوَيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Hulûsî
Mektûb No : 24
Hulûsî Bey’in fıkrasıdır.
Eyyühe'l-Üstâdü'l-Muhterem,
Bu kere Yirmi Dokuzuncu Mektûb’un Dört ilâ Dokuzuncu Nükte’lerini hâvî mübârek mektûbunuzu, Yirmi Sekizinci Mektûb’un Yedinci Mes’ele’sinin sırr-ı azîm-i inâyet beyânındaki hâtimesi nâmını verdiğiniz ve mu’ciz-nümâ Ramazân’ın hikmetlerini beyân eden Yirmi Dokuzuncu Mektûb’un İkinci Kısmı’nı ve münevver hâtem-i i'câzı kemâl-i şükrânla aldım. İştiyâkla, lezzetle, zevk-ı ma’nevîyle def’aatle okudum. Fakat, iki haftaya yakındır ki cevâb yazamadım. İşte bu mübârek Cuma günü, hem nûrlardan aldığım feyizleri, tesellîleri, hem kalbî teessürâtımı icmâlen arz maksadıyla, bu varak-pâreyi tahrîre lütf-i Hak’la başladım.
Evvelen, Yirmi Dokuzuncu Mektûb’un altı nüktesiyle Kur'ân'ın hakíkí tercümesi kábil olmadığını, îmândan zerre kadar nasîbi olana, Yirmi Beşinci Söz’deki bürhânlar zeylen isbât ediyor. Ve şeâir-i İslâmiyyeyi gáyet güzel bir üslûbla ta’rîf ve mütâlea etmekle berâber, ulemâüs-sû’ ashâbına çok mükemmel ve ma’nevî tokat aşk ediyorsunuz. Ve nihâyette, mektûbtaki hakíkatlerin Kur'ân'dan geldiğine aklı takvîm için, onun belâgat-ı i'câz ve îcâzına imtisâlen,
لاَ يَسْتَوِى اَصْحَابُ النَّارِ وَاَصْحَابُ اْلجَنَّةِ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْفَائِزُونَ
âyet-i kerîmesini nazara vaz’ ediyorsunuz. Bu bîçâre duâcınız, talebeniz, ibrâz ve irsâl buyurduğunuz nûrların mütâleasında, müsbet ve menfî iki te’sîr altında ne yapacağını ve ne edeceğini şaşırıyor. Çünkü, ma’nevî vazîfemizi îfâ edemiyoruz. Çok az ve dar bir muhîte neşredebiliyoruz. Bid'at ve dalâlet hergün artmakta, ahkâm-ı İslâmiyyeye, sünnetlerden başlayarak ve Kur'ân hedef tutularak, çok insâfsızca hücûm edilmekte olan böyle bir zamânda ve tam bu yaralara münâsib merhem olacak, bu nûrlu ve şifâlı eserlerin mahdûd eşhâs arasında ve yalnız bu zavallıların ümit ve îmânlarını takviye edecek vaz’ıyyette kalması teessürü artırmakta ve dergâh-ı İlâhiyyeye ilticâdan başka çâre bırakmamaktadır.
Evet, kat'î kanâat hâsıl olur; hattâ dikkatle bakılsa görülüyor ki, bu saray-ı âlem inkırâza hatve-behatve yaklaşmakta. Her saat çatısından tuğla, duvarından bir kerpiç, sıvasından bir parça kopmakta, hattâ lâmbasının ışığı azalmaktadır. Eksilmez, yıpranmaz, yıkılmaz, değişmez zannolunan bu kervansaray elbette eskiyecek, yıpranacak, yıkılacak ve değişecektir.
İşte, beşere, bilhâssa Müslümanlara ârız olan ve ale’t-tevâlî artmakta olan zaaflar, bu netîceyi ta’cîl ediyor mütâleasındayım. Fakat, irşâd buyurulduğu üzere, mâdem ki netîceyle değil, hizmetle mükellefiz; o hâlde, ümidimizi kesmeyerek, sabır ve sükûnla duâ ve niyâzla dergâh-ı İlâhiyyeden yalvarmalıyız. “Muhît ilim ve zevâlsiz ve nihâyetsiz kudret sâhibi olan Hálık’ımız iyi yapar, iyilikler halk buyurur inşâallah” de
İsim | |
Eposta ( Sitede görünmeyecek ) | |
Yorum | |
Doğrulama Kodu | |
Gönder |