tel tel tel
Kur'an-ı Kerim'den
Kim Ellah’ın huzuruna bir iyilikle gelirse, o kimse için işlediği iyiliğe mukabil, on kat sevab ve mükafat vardır. Kim de bir kötülükle gelirse, o kimse işlediği o kötülüğe mukabil sadece misliyle cezalandırılır. Onlar asla zulme uğramazlar.
(En’am, 6/160)
Hadîs-i Şeriflerden
Bir mü’minin mü’mine karşı durumu parçaları birbirine sımsıkı kenetlenmiş binanın taş ve tuğlaları gibidir.
(Buhari, Salat 88, Müslim, Birr 65)
Dualardan
Cenab-ı Hak, sizi bu hizmet-i nuriyede daima muvaffak eylesin, âmîn. Ve sizden ebeden razı olsun, âmîn.
(Kastamonu Lahikası)
Vecîze
Ey devamı isteyen nefis! Daimî olan bir Zât'ın zikrine devam eyle ki, devam bulasın.
Mesnevî-i Nuriye

Münferit Yapılan Paylaşımlar Hakkında Müellifin Bir İhtarıdır!

10.06.2014

Şerh, izah, tekmil, te’lif gibi isimler altında neşredilen eserler hakkında vaki’ olan itirazlara karşı Müellif’in bir ihtarıdır.

 

            Risale-i Nur hakkında tecelli eden inayet-i Rabbaniye ile alakalı mühim bir hakikati beyan etmek lazım geliyor:

            Risale-i Nur, mahza lütf-u İlahi ile şahsiyete değil, şahs-ı maneviye ehemmiyet verir. Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri konu ile alakalı olarak şöyle buyurmuştur:

            “Ben size nisbeten kardeşim, mürşidlik haddim değil. Üstad da değilim, belki ders arkadaşıyım. Ben sizin, kusuratıma karşı şefkatkârane dua ve himmetlerinize muhtacım. Benden himmet beklemeniz değil, bana himmet etmenize istihkakım var. Cenab-ı Hakk'ın ihsan ve keremiyle sizlerle gayet kudsî ve gayet ehemmiyetli ve gayet kıymetdar ve her ehl-i imana menfaatli bir hizmette, taksim-ül mesaî kaidesiyle iştirak etmişiz. Tesanüdümüzden hasıl olan bir şahs-ı manevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir”[1]

            Üstad Hazretleri, Risale-i Nur’un pek çok yerinde Kur’an hizmeti itibariyle şahsın değil, şahs-ı manevinin ve şahs-ı manevinin üstadlığının kafi olduğunu izhar etmiş ve bu konuda pek çok tahşidatta bulunmuştur.

            Üstad Hazretleri, 21. Lem’a İhlas Risalesi’nde ihlası kazanmak ve muhafaza etmek ve manileri defetmek için, gelecek düsturları rehber edinmemizi emir buyuruyor:

            BİRİNCİ DÜSTURUNUZ: Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı.

            İKİNCİ DÜSTURUNUZ: Bu hizmet-i Kur'aniyede bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nev'inden gıbta damarını tahrik etmemektir.

             ÜÇÜNCÜ DÜSTURUNUZ: Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz.

            DÖRDÜNCÜ DÜSTURUNUZ: Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirane iftihar etmektir.

            Üstad Hazretlerinin emriyle “Tefani-i fi’l-ihvan” düsturumuzdur. Tefani ise; birimizin diğerinde fani olmasıdır. Bu düstura binaen şahıs yoktur. Ne bu haşiyeleri, şerhleri, Dokuzuncu Şua’nın Dokuz Ali Makamı ve Rahman Suresi’nin Tefsiri gibi eserleri yazanın şahsiyeti var, ne de diğer Kur’an hadimlerinin. Belki bu hizmet, mahza inayet-i Rabbaniyye ve lütf-u İlahî ile bir şahs-ı manevinin tasarrufu altında devam ediyor. Herhangi bir şahsın enesi ile buna sahip çıkması yanlıştır. Tefani sırrı ile kardeşlerimizin meziyet ve faziletlerini kendimizde bilmeliyiz. Hepimiz bir şahs-ı manevinin azaları hükmündeyiz. Hıllet makamına ve Mahbubiyet-i Muhammediye (asm) makamına mazharız. Elhamdülillah. Şahıs cümleden edna, şahs-ı manevimiz cümleden a’ladır. Şahsım cümleden edna, hizmet-i imaniye ve Kur’aniye cümleden ala, diyebilirim. Onun için bu konuda şahsa değil, şahsiyet-i maneviyeye ehemmiyet verilmeli ve o şahsiyet-i maneviyyenin üstadlığı ile vücuda gelen eserlere dikkat edilmelidir. O eserlerde hatalar varsa, Müellifin şahsına aittir. İyilikler, inayet ve rahmet-i İlahiye ile o şahs-ı manevinin üstadlığından gelmiştir. O halde tenkid değil, takdir etmek lazımdır. Kur’an şakirdlerinin hadimi olmak itibariyle mahza lütf-u Rabbanî ile Cenab-ı Hak bu hakikatleri bizim vasıtamızla zuhur ettirdi. Bu zuhura gelen manalar, Kur’an, Hadis,   İcma-ı Ümmet, Kıyas-ı Fukaha ve Risale-i Nur hakikatlerine muvafıksa ne ala, muhalif ise bu beş ölçü içerisinde herkesin bunu hem düzeltmek, hem de revaca vermek vazifesidir.

            Bu hizmette herhangi bir şahsın enesi ile ortaya çıkması yanlıştır. Biz de enemizle ortaya çıkmış değiliz. Ancak mahza lütf-u İlahî ile bazı hakikatleri rahmet-i İlahiye yazdırdı. Bütün Kur’an Şakirdlerinin görevi de o şahs-ı manevinin üstadlığı altında noksanları ikmal etmek, kusurata bakmamak, tefani sırrı ile o haşiyelerin, şerhlerin, tefsirlerin cümlesi kendi te’lifiymiş gibi kabul etmek lazım gelir. Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir düsturu olan  “tefani-i fi’l-ihvan” bunu iktiza ediyor; muarazayı değil. Ne Müellifin, ne de bir başkasının bu hakikatlerle muarazaya hakkı yoktur. Ancak vazifemiz, hıllet sıfatı ile birbirimizi desteklemek, muhafaza etmektir. Müellif’e düşen vazife de beş farz namazda o şahs-ı manevinin talebesi ve bütün cemaatin hadimi olarak cemaate dua etmektir.

 

[1] Kastamonu Lahikası s.89

Bu yazi 4910 defa gösterilmiştir.

Yorum yapabilirsiniz :

İsim
Eposta ( Sitede görünmeyecek )
Yorum
Doğrulama Kodu
Gönder

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış.

Muhammed Doğan'ın (Molla Muhammed el-Mûşî el-Kersî) beyanatları Nurmend.com sitesinden başka bir platformda yayınlanmamaktadır. © 2014-2023 | Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Nurmend - Şerhmend
0.106 sn. deSen
↑ Yukarı