Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, gelecek ifâdelerinde ise bu “Dokuz Álî Makám”ın ileride te’lîf edileceğini müjdelemiştir:
“Evet, Risâle-i Nûr size mükemmel bir me’haz olabilir. Ve ondan erkân-ı îmâniyyenin her birisine, meselâ Kur’ân kelâmulláh olduğuna ve i‘câzî nüktelerine dâir müteferrik risâlelerdeki parçalar toplansa veyâ haşre dâir ayrı ayrı bürhânlar cem‘ edilse ve hâkezâ; mükemmel bir îzáh ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir. Zannederim ki, hakáik-ı áliyye-i îmâniyyeyi tamâmıyla Risâle-i Nûr ihâta etmiş, başka yerlerde aramaya lüzûm yok. Yalnız ba‘zan îzáh ve tafsíle muhtâc kalmış.Onun için vazífem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazífeniz devâm ediyor. Ve inşâelláh vazífeniz, şerh ve îzáhla ve tekmîl ve tahşiye ile ve neşir ve ta‘lîm ile belki ‘Yirmi Beşinci’ ve ‘Otuz İkinci Mektûb’ları te’lîf ile ve ‘Dokuzuncu Şuá‘’ın ‘Dokuz Makám’ını tekmîl ile ve Risâle-i Nûr’u tanzím ve tertîb ve tefsîr ve tashîh ile devâm edecek. Risâle-i Nûr’un samîmî, hális şâkirdlerinin hey’et-i mecmûasının kuvvet-i
ihlâsından ve tesânüdünden süzülen ve tezáhür eden bir şahs-ı ma‘nevî, size bâkí ve
muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir.”[1]
“Nûr fabrikası sáhibi Hâfız Ali’nin haşr-i cismânî hakkındaki hátırına gelen mes’ele ehemmiyyetlidir ve mektûbun âhirindeki temsîli gáyet güzel ve ma‘nidârdır.O hátıra ile ‘Dokuzuncu Şuá’ın ‘Mukaddime-i Haşriyye’den sonraki dokuz bürhân-ı haşriyyeyi istiyor diye anladım. Fakat, maatteessüf bir-iki senedir te’lîf vazífesi tevakkuf etmiş. ‘Resâili’n-Nûr’un mesâili; ilim ile, fikir ile, niyyet ile ve kasdî bir ihtiyârla değil; ekseriyyet-i mutlaka ile sünûhât, zuhûrât, ihtárât ile oluyor. Bu dokuz berâhine şimdi ihtiyâc-ı hakíkí kalmamış ki, te’lîfe sevk olunmuyoruz.”[2]
“Risâle-i Nûr’da îmân-ı billâh ve îmân-ı bi’l-yevmi’l-âhir olan iki kutb-i îmânî,tam biribirine müsâvî gelecek bir derecede isbât edilmiş. Yalnız, bu kadar var ki,haşr-i cismânî kısmen sarîhan ve kısmen zımnî ve tebeî isbât edilmiş. Çünkü, bu Álem-i Şehâdet, Sáni’ıni gáyet sarîh ve záhir gösteriyor ve haşri zımnî ve perdeli haber verir. İnşâelláh bir zamân, Risâle-i Nûr’un şâkirdlerinden birisi veyâ birkaç tânesi, o ‘Dokuz Makám’ı ve berâhini te’lîf edecek ve ‘Mukaddime-i Haşriyye’nin başındaki âyât-ı a‘zamın dokuz fıkrasının hazînelerini, Risâle-i Nûr’da münteşir haşr-i cismânî berâhiniyle ve kalblerine gelen sünûhât ve ilhâmât ile açıp; ‘Dokuzuncu Şuá’ı, ‘Onuncu Söz’den daha parlak, daha kuvvetli bir tarzda tekmîl edecek.”[3]
İşte, bu eserin, Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri’nin ileride te’lîf ve tekmîl edileceğini müjdelediği eserin bir ferdi, bir mâsadakı, bir nümûnesi ve bir misâli olmasını rahmet-i İlâhiyyeden ümîd ederiz. Bu eser, “Dokuz Álî Makám”dan ıbârettir. Bu “Dokuz Álî Makám”ın tereşşüh ettiği âyât-ı Kur’âniyyenin esrârını çözmek ve beyân etmek için dünyânın ağaçları kalem, denizleri de mürekkeb olsa; ağaçlar ve denizler tükenir, ancak bu âyâtın esrârı bitmez. Zîrâ, kelâm-ı İlâhî, nihâyetsizdir. Bizim bu eserde beyân ettiğimiz esrâr ve hakáik, ancak Kur’ân denizinden süzülüp gelen bir kaç damladır.
[1] Kastamonu Lâhikası, s. 56.
[2] Kastamonu Lâhikası, s. 210.
[3] Kastamonu Lâhikası, s. 211-212.