بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Evvelâ: Böyle hakíkatli, nûranî, bürhânî ve i‘câzî eserlerin vücûda gelmesinde bizleri istihdâm eden Cenâb-ı Hakk’a lâ-yüadd ve lâ-yuhsá şükürler olsun. Bu nev‘í hakáikı bizlere ta‘lîm buyuran Resûl-i Ekrem (sav)’e ve onun âl ve ashâbına da hadsiz salât u selâm olsun. Ümmet-i Muhammed (asm)’ın fesâda girdiği böyle bir zamânda, en büyük lütuf, doğrudan doğruya eczâháne-i Kur’âniyyeden bu asır insânlarının ma‘nevî yaralarına devâ olacak reçete ve edviyeleri alıp Müslümânların istifâdesine sunmak, i‘tikádî ve amelî konularda onlara yardımcı olmak, izn-i İlâhî ile onları âhirzamân fitnesinden muhâfaza etmek için sa‘y u gayret göstermektir.
Sâniyen: Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, haşr-i cismâniyye dâir “Dokuzuncu Şuá”ın “Mukaddime”si’ni tevfîk-ı İlâhî ile yazmış, bu eserin bir “Mukaddime” ile “Dokuz Álî Makám”dan ıbâret olduğunu beyân buyurmuş ve o makámlara da işâret etmiştir. O makámları bir kaç def‘a kaleme almaya teşebbüs etmişse de, muvaffak olamamıştır. İşte, bu eser, Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri’nin “Dokuzuncu Şuá‘” nâmındaki eserinin tekmîline bir mâsadak olmak niyyetiyle kaleme alınmış, bu husústa rahmet-i İlâhiyyeden istimdâd edilmiş, rahmet-i İlâhiyye de refîk olmuştur. Bu eser, Rûm Sûresi’nin 17-27. âyet-i kerîmelerinin bürhânî ve i‘câzî bir tefsîridir. Üstâd Hazretleri’nin ta‘kíb ettiği bir tefsîr şeklidir.
Sâlisen: Bu eserimiz, haşr-i cismânînin isbâtına dâir “Dokuz Álî Makám”dan ıbârettir. Her makám, iki ana bölümde ele alınmıştır: Birinci Bölüm: Âyet-i kerîmelerin meâli, önceki âyetlerle irtibâtı, varsa sebeb-i nüzûlü, lügavî ma‘nâları ve tahlîlleri, tefsîri, Kur’ân’ın vech-i i‘câzını isbât eden usûl ve üslûblarla tefsîri, âyet-i kerîmelerde mevcûd olan nükteler ve edebî san‘atlardan müteşekkildir. İkinci Bölüm: “Dokuz Álî Makám”ın tereşşüh ettiği âyet-i kerîmelerin îzáhı ile tevhîd ve haşr-i cismânînin isbâtı şeklinde teşekkül etmiştir. Bu bölümde evvelâ, tevhîd-i İlâhî isbât edilmiş, daha sonra haşr-i cismânî hakíkati, o tevhîd hakíkati üzerine binâ edilmiştir. Zîrâ, tevhîd, haşirsiz olmaz. İşte, başta sahâbe-i kirâm olmak üzere ehl-i tahkíkın, Kur’ân tefsîrinde ta‘kíb ettikleri usûl ve üslûb da budur. “Risâle-i Nûr” da bu usûl ve üslûbu ta‘kíb etmektedir.
Râbian: Asrımızın Müceddidi ve Kur’ân’ın müfessiri olan Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, zamân bulamadığından, eski müfessirîn-i ızám gibi Kur’ân’ı baştan sona kadar kelime kelime, cümle cümle, âyet âyet tefsîr edememiştir. Belki, bu asra bakan ve bi’l-hássa îmânî hakíkatlere dâir olan âyât-ı Kur’âniyyeyi ma‘nevî olarak tefsîr etmiştir. Zîrâ, ehl-i küfür, bu asırda doğrudan doğruya îmânın temellerine saldırıyor, o kaleleri yıkıyor, bid‘atları ihdâs ediyor. Bu sebeble, Ümmet-i Muhammed (asm), bu asırda böyle bir tefsîre daha ziyâde muhtâcdır. Bununla berâber, Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, “İşârâtü’l-İ‘câz” adlı eserini, ehl-i tefsîr gibi kaleme almıştır. “Bütün Kur’ân’ı böyle tefsîr ederim” diye temennî etmiştir. Ancak, buna muvaffak olamamıştır. İleride böyle bir tefsîr-i Kur’ânî, bir hey’et-i ilmiyye tarafından yazılacağını müjdelemiştir. Böyle bir tefsîr-i Kur’ânî’yi yazacak bir hey’et-i ilmiyyenin teşekkülünü rahmet-i İlâhiyyeden niyâz ederiz.
Hâmîsen: Kitâbın hacmi fazla olmasın diye konu ile alâkalı pek çok âyet-i kerîmeyi metin ve meâlleriyle berâber zikretmedik. Sûre ve âyet numaralarını, dipnot olarak belirttik. Bu husúsun nazar-ı dikkate alınmasını ve mes’elenin vuzúhla anlaşılabilmesi için o âyetlere de mürâcaat edilmesini okuyucularımızdan ricâ ediyoruz.
ve Elláh’dan mağfiret talebinde bulunmuşlardır?
dîn nâmına teşrîk-i mesâí yapılabilir mi?