بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَبِهِ نَسْتَع۪ينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰ لِهِ وَاَصْحَابِهِ اَجْمَع۪ينَ
TAKDÎM
Evvelâ: “Arabî İşârâtü’l-İ’caz” tefsîr-i âlîsinin meâl ve şerhine bizi muvaffak kılan Rabb-i Rahîm’imize hadsiz hamd ü senâlar olsun. Üstad-ı Mutlak, Muktedâ-i Küll, Rehber-i Ekmel olan Resûl-i Ekrem (asm)’a ve O’nun âl ve ashâbına nihâyetsiz salât u selâm olsun.
Sâniyen: Müellif-i Muhterem, ileride Arabî İşârâtü’l-İ’caz adlı tefsîrin tercüme ve îzâh edileceğini gelecek cümlelerinde tebşîr etmiştir. Bu eserimizin o tebşîrin bir ferdi, bir nümûnesi ve bir mâsadakı olmasını, rahmet-i İlahiyeden ümid ederiz. Müellif (ra), şöyle buyuruyor:
“Bu İşârâtü’l-İ’caz’ı, bir defa daha aynı tarzda ve kerametli bir şekilde tab’ etmek ve Arabistan, Pakistan gibi yerlere gitmek münasib görüldü. Fakat Eski Said’in, îcazdaki i’câzı beyân ettiği en ince münâsebât-ı belağatı beyânı içinde, gâyet ince ve kısa i’cazlı cümleleri bir derece îzâh veya Türkçe tercüme etmek lâzım geliyor. Eski kuvvet ve iktidarım kalmadığı için yalnız kendi başıma yapamayacağım. İnşâellah yakın bir zamanda, Arabî bilen Nûr kahramanlarından üç-dört talebe, eski zamandaki Said’in talebeleri gibi yanıma gelip, eski medresede gibi bir ders verip, onlar da o ders içinde kısmen tercüme, kısmen îzâh sûretinde yazılmasını rahmet ve tevfîk-i İlâhî’den niyaz ediyoruz. Arabî’sini İstanbul tab’ edecek ve yazacağımız tercüme ve îzâhı, Medresetü’z-Zehra erkânları yazacaklar, inşâellah.”[1]
Sâlisen: Neşrine çalıştığımız bu eser, Risâle-i Nûr Külliyâtı’ndan olan Arabî İşârâtü’l-İ’caz adlı tefsîr-i Kur’anî’nin meâli ve asrımızda ilk defa yapılan şerhidir. Bu meâl ve şerh, asrımızın en mühim ulemâsından ve Kur’an’ın ve Risâle-i Nûr’un en ehemmiyetli ve ehliyetli şakirdlerinden olan Molla Muhammed el-Kersî Hoca’mızın riyâsetinde bir hey’et-i ilmiye tarafından kaleme alınmıştır.
Râbian: İşârâtü’l-İ’caz tefsîrinin te’lif edildiği zamana ve mekâna ve Müellif (ra)’ın o andaki hâlet-i rûhîyesine bakıldığı cihetle bu mübârek tefsîr, İslâm Tarihi’nde benzeri olmayan bir tefsîr-i Kur’anî’dir. Müellif (ra), bu eserin te’lif edildiği zamanı ve o andaki hâlet-i rûhîyesini şöyle anlatıyor:
“İşârâtü’l-İ’caz Tefsîri; eski Harb-i Umumî’nin birinci senesinde, cephe-i harbde, me’hazsiz ve kitab mevcûd olmadığı halde te'lif edilmiştir.”[2]
“Eski Said, en dakik ve en ince olan nazm-ı Kur'an’da îcazlı olan i'cazı beyân ettiği için, kısa ve ince düşmüştür. Fakat şimdi ise Yeni Said nazarıyla mütalaa ettim. Elhak, Eski Said'in bütün hatiatıyla beraber, şu tefsîrdeki tedkikat-ı ilmiyesi, onun bir şaheseridir. Yazıldığı vakit dâima şehîd olmaya hazırlandığı için, hâlis bir niyet ile ve belâgatın kânûnlarına ve ulûm-u Arabiyenin düsturlarına tatbik ederek yazdığı için hiçbirini cerhedemedim. Belki Cenâb-ı Hak, bu eseri ona bir keffaret-i zünub yapacak ve bu tefsîri tam anlayacak adamları da yetiştirecek inşâEllah.”[3]
Evet, Müellif-i Muhterem (ra), bu kadar dakîk nükteleri ve ince manaları ihtivâ eden bu mübârek tefsîrini, her an şehîd olmayı beklediği bir zamanda ve böyle bir hâlet-i rûhîye içinde kaleme aldığı için, bu manada bu tefsîrin eşi ve benzeri yoktur, denilebilir.
Hâmisen: Müellif (ra) Hazretleri, bu eserle alâkalı bazı mühim esasları beyân etmiş; o esaslar, Türkçe İşârâtü’l-İ’caz kitabının mukaddimesine dercedilmiştir. Biz de o beyânâtlardan bazı ifâdeleri, bu takdîmimizde aynen nakledeceğiz. Şöyle ki:
“İ’caz vücûhundan olan i’caz-ı nazmîyi beyân ettiği gibi, ….”[4]
Müellif (ra)’ın bu ifâdesi gösterir ki; İşârâtü’l-İ’caz, Kur’an-ı Mu’cizu’l-Beyân’ın nazmı (dizilişi) i’tibariyle olan i’cazını tefsîr etmektedir. Yani, sûrelerin, âyetlerin, cümlelerin ve cümlelerdeki kelimelerin ve hey’etlerin birbiriyle olan vech-i münâsebetlerini, cihet-i irtibâtlarını hârika bir tarzda beyân etmiştir.
“Belki inşâellah, şu cüz’î tefsîr ve altmış altı aded, belki yüz otuz aded "Sözler" ve "Mektubat" Risaleleriyle beraber me'haz olursa, ileride bahtiyar bir hey’et, öyle bir tefsîr-i Kur'anî yazsın, inşâEllah…”[5]
Müellif (ra), bu cümlesi ile de ileride bahtiyar ve mütehassıs bir hey’et-i ulemânın, Risâle-i Nûr’u, bahusus İşârâtü’l-İ’caz Tefsîri’ni me’haz alarak parlak ve câmi’ bir tefsîr-i Kur’anî yazacağını müjde sûretinde bildirmiştir.
Demek İşârâtü’l-İ’caz, ileride yazılacak olan tefsîrin bir nümunesini teşkîl etmektedir.
Sâdisen: Aslı Arapça olan İşârâtü’l-İ’caz Tefsîri, daha önce Müellif’in kardeşi Molla Abdulmecîd Efendi tarafından Türkçe’ye terceme edilmiştir. Peki, neden tekrar baştan sona kadar bu eserin hem meâline, hem de şerh ve îzâhına ihtiyaç hâsıl oldu? Bu husus, mühim birkaç esasa müsteniddir.
Birinci Esâs: Müellif (ra), bu eserin tercemesi hakkında diyor ki: “Türkçe’ye tercümesi, Arapça’daki cezâlet, belâgat ve hârika kıymetini muhâfaza edememiş. Bazan da muhtasar gitmiş. İnşâEllah Arabî tefsîr, bu tercümenin âhirinde bir mâni' olmazsa neşredilecek, tercümedeki noksanlarını izâle edecek.”[6]
Müellif (ra) Hazretleri’nin bu cümlelerinde birkaç mühim noktaya dikkat çekilmiştir:
Birincisi: Türkçe terceme, Arapça’daki cezalet, belâğat ve hârika kıymetini tam muhâfaza edememiştir.
İkincisi: Mütercim, muhtasar gitmiş; bazı yerleri terceme etmemiş veya mücmel giderek îzâh etmemiştir.
Üçüncüsü: Müellif (ra), Arabî Tefsîr’in, tercümenin âhirinde neşredilmesini arzu etmiştir. Tâ ki, aslına bakılarak tercemedeki noksanlıklar telâfi edilsin.
İşte bu mübârek eserin meâlini vermek ve şerh ve îzâhını yapmak sûretiyle, tercemeden kaynaklanan eksik ve noksanları telâfi etmek; eserin tam olarak muhtevâsını muhâfaza altına almak, bu eseri kaleme almamızın maksadlarından birisidir.
Sâbian: Bu eserin meâlini verirken ve şerh ederken, şu esaslara riâyet ettik:
1. Baştan sona kadar, hiçbir cümle, hiçbir kelime eksik kalmamak üzere Arabî İşârâtü’l-İ’caz Tefsîrine meâl verildi.
2. Eserde bazı mücmel ve muğlâk olan metinleri, biraz açarak o metne meâl verdik. Fakat bunu, aslını aynen muhâfaza etmek, Müellif’in murâd ve merâmına riâyet etmek sûretiyle metinlerin meâl-i icmâlisiyle ifâde ettik.
3. Eserin meâlini verirken ve şerhini yaparken, şöyle bir metod takib ettik:
Evvela: Arapça metin, orijinaliyle sahife başında verilmiştir.
Saniyen: O metnin meâl-i icmâlisi, hemen altında verilmiştir.
Salisen: O metne aid hem bazı kelimelerin lügavî ve ıstılahî manaları, hem bazı ifâdelerin tahlilleri, hem de şerh ve îzâhları, hemen o meâl-i icmâlisi altında yazılmıştır. Tâ ki, kâri’ (okuyucu), metnin aslı ile bütün bu şerh ve îzâha aid kısımları beraber görüp karşılaştırma imkânına sâhib olsun.
4. Şerh ve îzâh yaparken, Müellif-i Muhterem’in diğer eserlerinden istifâde ettik ve bu kısımları, aynen naklettik.
5. Bu meâl, şerh ve îzâh çalışmamız, Kur’an-ı Azimuşşan’ın tefsîrine aid olduğundan elbette bu hususta lüzumlu olan ulûm-u Arabiye’den; Sarf ve Nahv kâidelerinden; Belâğat ve Fesâhât ilminden; Beyân, Bedi’ ve Meânî ilimlerinden; Mantık ilminden; Usûlu’d-Dîn ve Akâid ilimlerinden; Usûlü’l-Fıkıh ve Usûlü’t-Tefsîr ilimlerinden; ehâdis-i Nebeviye ve Fıkıh kitablarından ve hâkeza gerekli olan bütün ulûm-u İslâmiye’den istifâde ettik. Böylece Arabî İşârâtü’l-İ’caz Tefsîri, Ellah’ın inâyeti, Kur’an’ın feyzi ve Üstad’ımızın himmetiyle inceden inceye tedkîk edilerek bu eserin meâli, şerh ve îzâhı yapılmıştır.
Rahmet-i İlahiyeden ümid ederiz ki; bu meâl, şerh ve îzâh, Üstad’ımızın aşağıdaki cümlesine mâsadak olsun, inşâEllah!
“Belki Cenâb-ı Hak, bu eseri, O’na keffaret-i zünub yapacak ve bu tefsîri de tam anlayacak adamları yetiştirecek, inşâEllah...”[7]
6. Bu eserimizde metnin aslı muhâfaza edilmiş; asla bağlı kalınmış; müşkil, muğlak ve îzâha muhtaç olan cümleler ve hey’etler, şerh ve îzâh edilmiştir. Evet, bu şah-eserde hakîkaten mevcûd olan gâyet ince ve dakîk belâğat nükteleri, yine gâyet ince ve dakîk bir sûrette şerh ve îzâh edilerek vüzûha kavuşturulmuştur. Müellif (ra), bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“Eski Saîd, en dakîk ve en ince olan nazm-ı Kur'an’daki îcazlı olan i'cazı beyân ettiği için, kısa ve ince düşmüştür.”[8]
Bu tefsîr-i âlînin ve âcizâne yaptığımız şu meâl, şerh ve îzâhların anlaşılmasını, kalblerde te’sîrinin halk edilmesini, Alîm-i Mutlak ve Feyyâz-ı Mutlak olan Cenâb-ı Hak’tan dua ve niyaz ederiz.
Sâminen: Bizi, bu meâl, şerh ve îzâha sevk eden bir sebeb de Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin İşârâtü’l-İ’caz Tefsîri hakkında söylediği şu sözleridir:
“Bir şey tamamıyla elde edilemediği takdîrde o şeyi tamamıyla terketmek caiz değildir” kâidesine binâen, acz ve kusurumla beraber; Kur’an’ın bazı hakîkatlarıyla, nazmındaki i'cazına dair bazı işâretleri tek başıma kaydetmeye başladım. Fakat Birinci Harb-i Umumî'nin patlamasıyla Erzurum'un Pasinler'in dağ ve derelerine düştük. O kıyâmetlerde, o dağ ve tepelerde fırsat buldukça, kalbime gelenleri, birbirine uymayan ibarelerle, o dehşetli ve muhtelif hallerde yazıyordum. O zamanlarda, o gibi yerlerde, mürâcaat edilecek tefsîrlerin, kitabların bulunması mümkün olmadığından; yazdıklarım, yalnız sünûhat-ı kalbiyemden ibaret kaldı… ilh.” [9]
“Maahâza kaleme aldığım şu İşaratü’l-İ'caz adlı eserimi, hakikî bir tefsîr niyetiyle yapmadım; ancak ulema-i İslâm’dan ehl-i tahkîkin takdîrlerine mazhar olduğu takdîrde, uzak bir istikbâlde yapılacak yüksek bir tefsîre bir örnek ve bir me'haz olmak üzere o zamanların insanlarına bir yâdigâr maksadıyla yaptım.”[10]
Müellif (ra) Hazretleri’nin yukarıdaki ifâdelerinden de anlaşılacağı gibi; bu tefsîr-i âlî, çok ince, çok dakîk esrâr-ı belâğatı ve hakâik-i Kur’aniyeyi hâvî olmakla beraber, Müellif’in harb cebhesinde olması; yanında hiçbir tefsîr ve kitabın bulunmaması ve her an şehîd olmayı beklemesi; böyle bir hâlet-i rûhiye içinde bulunduğu bir zaman ve zeminde olması hasebiyle Müellif, fazla tafsîlat verememiş; dolayısıyla bu tefsîr, mücmel kalmıştır.
Hem “Yalnız sünûhat-ı kalbiyemden ibaret kaldı.” ifâdesi gösterir ki; bu mübârek tefsîrdeki i’caz ve nüket-i Kur’aniyenin daha iyi anlaşılabilmesi için, sâir tefsîrlere mürâcaat etmek ve bazı mesâilini şerh ve îzâh etmek ihtiyacı hâsıl olmuştur.
Hem “Uzak bir istikbâlde yapılacak yüksek bir tefsîre bir örnek ve me’haz olmak üzere o zamanların insanlarına bir yâdigâr maksadıyla yaptım.” cümlesinde geçen “uzak bir istikbâlde yapılacak…” ifâdesi, Kur’an şakirdlerine bir müjde olup, o müjdenin zaman ve zemininin geldiği kanaatindeyiz. Zira bu tefsîrin te’lifinden şu ana kadar, tam yüz seneden fazla bir zaman geçmiştir. Elbette bu zaman, uzak bir istikbâl sayılır.
İşte İşârâtü’l-İ’caz Tefsîri ve O’na yapılan şerh ve îzâhlar, inşâellah, yakın bir zamanda ehliyetli, muhakkik ve mutehassıs bir ulemâ hey’eti tarafından, Kur’an’ın baştan sonuna kadar yapılacak olan parlak ve câmi’ bir tefsîrine me’haz ve örnek teşkîl edecektir.
Tâsian: Kitabın hacmi büyük olmasın diye, konu ile alâkalı âyet-i kerîmelerin numaralarını dipnot olarak verdik. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, bu âyetlere mürâcaat edilmesi isabetli olur.
NETİCE-İ KELÂM:“İşârâtü’l-İ’caz” diye tesmiye edilen bu mübârek tefsîrin, ulemâdan müteşekkil bir hey’et-i nûrâniyenin, Kur’an-ı Mu’cizu’l-Beyân’a yapacakları tefsîre bir me’haz, bir menba’, bir rehber olmasını rahmet ve tevfîk-i İlahiden niyaz ederiz.
اَلسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدٰى وَالْمَلَام ُعَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهَوٰى
[1] Yirmi Yedinci Mektûb, Tahşiye Yayınları
[2] İşârâtü’l-İ’caz, Tenbîh, s. 5.
[3] İşârâtü’l-İ’caz, Tenbîh, s. 5.
[4] İşârâtü’l-İ’caz, Tenbih s. 5.
[5] İşârâtü’l-İ’caz, Tenbîh, s. 5.
[6] İşârâtü’l-İ’caz, Tenbih, s. 6.
[7] İşârâtü’l-İ’caz, Tenbih, s. 5.
[8] İşârâtü’l-İ’caz, Tenbih, s. 6.
[9] İşârâtü’l-İ’caz, İfade-i Meram, s. 9.
[10] İşârâtü’l-İ’caz, İfade-i Meram, s. 9.
Hazırlanıyor...