بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰ لِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَع۪ينَ
TAKDÎM
Evvela: Ahirzamanın en büyük ve dehşetli fitnelerinin hâkim olduğu bir dönemde, Kur’an’ın bu asırda manevî bir tefsiri olan Risale-i Nur gibi bir eseri okumak ve anlamak; ilim içinde hakîkate vâsıl olmak; enfüs ve âfâkta tecellî eden esma ve sıfat-ı İlahiyeye mazhar olmak; istikameti muhafaza etmek; “hakîkat” ve “Sahâbe Mesleği” olan böyle bir eser ile Dîn-i Mübîn-i İslam’a hizmet etmek noktalarında bizi, bir fie-i kalîle olduğumuz halde muvaffak ve muhafaza eden Rabb’imize lâ yuad ve lâ yuhsâ hamd ü senâlar olsun.
Sâniyen: Sünnet-i seniyyesi ile bize râh-ı hakkı ta’lîm buyuran Resul-i Ekrem (asm)’a hadsiz salât u selâm olsun.
Sâlisen: Şu mübârek eser, hakîkate giden ve Cenab-ı Hakk’a vâsıl olan tarîk-i Kur’anînin esâsâtını, o yolda atılan adımları ve ondaki seyr u sülûkün keyfiyetini beyan etmektedir.
Râbian: Risale-i Nûr’un gösterdiği ve ta’rif ettiği Kur’anî tarîk, hakka ve hakîkate götüren tarîklerin en kısası, en rahatı, en selametlisi, en umûmîsi olmakla beraber, bütün tarîkatların hulasası ve meziyetlerini câmi’ olan bir cadde-i kübra-i Kur’anîyedir.
Evet, Tasavvuf ve Kelâm ilimlerinde de tecdîd yapan Risale-i Nur, “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” esaslarına dayalı bir tarîk ile Kur’anî bir cadde açan; ehliyetli ve müstaîd tâlibini, kırk dakikada, doğrudan doğruya zâhirden hakîkate vâsıl eden bir râh-ı haktır. Nûr’un birinci talebesi Merhûm Hacı Hulûsi Bey (rh)’in, Risale-i Nur dairesindeki mevkîi, bu davanın şâhididir.
Risale-i Nur, ehl-i kelâm uleması gibi sadece akıl ile veya ehl-i tasavvuf erbabı gibi sadece kalb ile seyr u sülûk dersini vermiyor. Belki akıl ve kalbin imtizaciyle âlem-i imkân ve âlem-i vücûbu beraber ders vermek suretiyle tecelliyât-ı esmâyı her şeyde göstermekle, şakirdlerini hakîkata vâsıl ediyor.
Demek Risale-i Nur, şakirdlerini âlem-i imkân ile meşgul ettirmeden “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” denilen dört hatve ile tecelliyât-ı esmâ ve sıfata mazhar ettiren bir tarîk-i hakîkattir. Buna da vasıl olmanın en kısa ve en kestirme yolu, ihlastır.
Evet, hakikate vasıl olmak isteyen bir sâlik veya tâlib, iki noktayı üssü’l-esas edinmelidir.
Biri: İhlas,
Diğeri: Muhabbettir.
Bu iki kanatta arıza varsa, sâlik, terakkiyat-ı maneviyeyi elde edemez, makamattan geçemez, hakîkate vâsıl olamaz. İhlas, muhabbetten daha evvel gelir. Çünkü ihlas olmazsa, riyakârlık varsa, muhabbet fayda vermez. Müellif (ra) şöyle buyuruyor: “En kısa bir tarîk-ı hakîkat, ihlastır.”[1]
Hâmisen: Risale-i Nur’un Mesleği, tefekkür mesleği olup kurb-u ferâizle maksada kavuşmayı esas almıştır. Hususan bu kudsî daireye girmek isteyen bir tâlib, beş vakit namazı ta’dîl-i erkân ile kılması, çok mühimdir. Keza sünnet-i seniyyeye a’zamî derecede müraat etmek, bu dairede çok ehemmiyetli addedilmiştir. Bu iki mühim noktayı kema-hüve ihya etmek, Risale-i Nur tâlibinin en başta gelen vazîfesidir. Bu tarîkin diğer evrâdı ise şunlardır; bid’alara tarafdar olmamak, kebâiri terk etmek ve namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.
Sâdisen: Bu kudsî dairenin şahs-ı mânevîsi, “ferdiyet makamı”na mazhardır. Tâlib, sırr-ı verâset-ı nübüvvet tarîki ile hakîkate urûc eder.
Sâbian: Risale-i Nur dairesine giren bir tâlib-i hakîkat nazarında, bir tek ayet-i kerimenin ta’lîm ve taallümü, binlerce kerâmât, mevâcid ve ezvâktan daha ehemmiyetlidir. Bundan dolayı tâlib-i hakîkat, ta’lîm ve taallüm vazîfesini, her şeye tercih eder. Zira sırr-ı verâsetin en ehemmiyetli noktası, Resul-i Ekrem (asm)’a tebliğ ve irşad hususunda ittiba’ etmektir. Böylece tâlib, me’hazdaki kudsiyete nazarları çevirip kendini ve ümmeti, başka zâid şeylerle meşgul ettirmeden en kısa ve en selâmetli bir yol ile maksada kavuşup kavuşturur.
Sâminen: Risale-i Nur’da geçen hakâik ve mesâili doğru anlamak lâzımdır. Murâd-ı Üstadaneleri ne olduğu hususunda tahkîk ve tedkîk etmek elzemdir. Evet, Risale-i Nur, bu asırda Kur’an’ın manevî bir tefsiri olup O’nda öyle mesâil vardır ki; pek çok ilimde mütehassıs olmayan, bu mesâili halletmesi mümkün değildir. Bu noktada “Risale-i Nur’da şerh ve îzah mes’elesi”, ne kadar büyük bir ehemmiyet arzettiği, ehlince müsellem ve musaddaktır ve bu vazîfe, Üstad-ı Muhterem tarafından Risale-i Nur talebelerine tevdi’ edilmiştir. Şöyle ki:
“Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşâallah vazifeniz, şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve ta’lîm ile belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektubları te'lif ile ve Dokuzuncu Şua'ın Dokuz Makamını tekmil ile ve Risale-i Nur'u tanzim ve tertib ve tefsir ve tashih ile devam edecek.”[2]
İşte bizler, bu maksadın tahakkuku için şerh ve îzah mes’elesini bir vazîfe telakkî edip Risale-i Nur Külliyatı’ndan anlaşılması zor olan bazı risaleleri şerh ve îzah ettik. Bahusus “Yirmi Altıncı Söz’ün Zeyl ve Hâtimesi” ile “Beşinci Mektûb” adlı eserler, Risale-i Nur’un Mesleği’ni îzah etmesi sebebiyle, bu eserlerin şerh ve îzahına daha ziyade ihtiyaç hâsıl olmuştur. Bizler de tevfîk-i İlahînin refîk olmasıyla bu eserleri şerh ve îzah ettik. Kaleme aldığımız bu eserin, rıza-i İlahi’nin celbine vesîle ve istifadeye medar olmasını, rahmet-i İlahiyeden niyaz ederiz.
.وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدٰى وَالْمَلاَمُ عَلٰى مَنِ التَّبَعَ الْهَوٰى
[1] Lem’alar 159
[2] Kastamonu Lahikası 56
Hazırlanıyor . . .