بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri eserlerinin muhtelif yerlerinde, “Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olacak pek çok tarîkat bulunduğunu”, “bütün hak tarîklerin Kur’ân’dan alındığını”,bununla berâber “tarîkatların ba’zısı ba’zısından daha kısa, daha selâmetli ve daha umûmî olduğunu” beyân buyurmuştur. Bu asırda ise “acz, fakr, şefkat ve tefekkür”esâslarına dayalı bir tarîkı, Kur’ân’dan ders aldığını ve kendisinin bu tarîkın müessisi olduğunu, bununla berâber Risâle-i Nûr’un tarîkattan ziyâde “hakíkat ve şerîat” olduğunu sarâhaten ifâde etmiştir. Kezâ, bu tarîkın evrâdını; “ittiba-ı sünnet, ferâizi işlemek, kebâiri terk etmek, bi’l-hássa namâzıta’dîl-i erkân ile kılmak ve namâzın arkasındaki tesbîhâtı yapmak”şeklinde sıralamıştır.
Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, Risâle-i Nûr vâsıtasıyla tarîkat ve tasavvufta tecdîd yapmış ve Risâle-i Nûr’un on iki hak tarîkatın hulâsası olduğunu beyân buyurmuştur.
İmâm-ıRabbânî, İmâm-ı Gazâlî, İbrâhîm Hakk’ı, Üstâd Bedîuzzamân gibi ulemâ-i záhir ve bâtının tesbîti ile, Elláh’a yaklaşmanın ve ma’neviyyâtta seyr u sülûk etmenin en râhat ve en kısa yolu “kurb-i ferâiz”dir ki; o farzların başında “beş vakit namâz” gelir. Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretlerinin “Telvîhât-ı Tis’a” adlı eserini te’lîf etmesinin en büyük gáyesi; şâkirdlerinin nazar-ı dikkatlerini ferâiz-iİlâhiyyeye, husúsan beş vakit namâza celbedip, Asr-ı Saádet’teki gibi başta namâz ıbâdeti olmak üzere ferâizle makámât-ı kurbiyyette uçmalarına vesîle olmaktır.
Risâle-i Nûr, sahâbe mesleği olduğundan, şâkirdlerini álem-i imkânın seyr u sülûkune mecbûr ettirmeden, doğrudan doğruya hakíkate vâsıl etmektedir.
Risâle-i Nûr, Kur’ân ve ehâdîs-i Nebeviyyenin işâretine, İmâm-ı Ali, Gavs-ı Geylânî, Şâh-ı Nakşibendî gibi zevât-ı áliyyelerin iltifâtına mazhar olmuştur.
Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, “Telvîhât-ıTis’a” adlı eserini yazmasının bir sebebi de, Hacı Hulûsí Bey, Hoca Sabri, Hasan Feyzi, Hâfız Ali gibi ba’zı şâkirdleri ile tâ kıyâmete kadar gelecek zevât-ı áliyyenin seyr u sülûk-i akliyye ve kalbiyyede bulunurken istikámeti muhâfaza etmeleri ve şatahâta girmemeleri içindir.
Kezâ, Risâle-i Nûr, ehl-i kelâm ulemâsı gibi sâdece akıl ile veyâ ehl-i tasavvuf erbâbı gibi sâdece kalb ile seyr u sülûk dersini vermediğini; belki akıl ve kalbin imtizâciyle álem-i imkân ve álem-i vücûbu berâber ders vermek sûretiyle tecelliyyât-ıesmâyı her şeyde göstermekle şâkirdlerini hakíkata vâsıl ettiğini beyân etmek içindir.
Kezâ, Üstâd Bedîuzzamân Hazretleri bu eseriyle, şâkirdlerine “tarîkat, tasavvuf, velâyet ve seyr u sülûk”un “ru’yâlardan, hayâllerden, keşf ü kerâmetten”ibâret olmadığını ifâde etmektedir.
Kezâ, Üstâd Bedîuzzamân Hazretleri, bu eseriyle şâkirdlerine “tarîkat, tasavvuf, velâyet ve seyr u sülûk”un tezellülden ibâret olan “tabasbus” ma’nâsındaki “tevâzu’”olmadığı gibi, “fahr, naz, şatahât, teveccüh-i nâsı taleb etmek, merciıyyeti istemek”gibi nefse ve dünyâya áid zevk ve lezzetlerden de ibâret olmadığını; belki en yüksek mertebe olan “ubûdiyyet-i Muhammediyyeye imtisâl etmek, makám-ı mahbûbiyyete uçmak, ubûdiyyetin” esâsı olan “niyâz,şükür, tazarru’, huşû’, acz, fakr, halktan istiğnâ” gibi secâyâ-yı áliyye ile kemâle kavuşmak olduğunu beyân etmektedir. Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri bu konuda şöyle buyuruyor:
Kezâ, Üstâd Bedîuzzamân Hazretleri bu eseriyle “tarîkat, tasavvuf, velâyet ve seyr u sülûk”un asıl gáyesi, Kur’ân’da bahsi geçen hakáik-ı îmâniyyeyi te’vîlâtsız bir şekilde kabûllenmek olduğunu; sırr-ı verâset-i nübüvvete mazharİmâm-ı Rabbânî gibi ba’zı ehl-i tasavvufun bu hakíkati keşfettiğini; ve bu asırda Risâle-i Nûr’un doğrudan doğruya hakáik-ı îmâniyyeyi keşfetmek sûretiyle bu cadde-i kübrâ-yı Kur’âniyyeyi şâkirdlerine ders verdiğini beyân etmektedir.
Kezâ, Üstâd Bedîuzzamân Hazretleri, “tarîkat, tasavvuf, velâyet ve seyr u sülûk”un Kur’ân’da mevcûd olduğunu ve Kur’ân’dan alındığını; “teklîfî ve tekvînî” bütün ahkâmın esmâ-i İlâhiyyenin tecelliyyâtından geldiğini; “tekvîn” ve “teklîf”in biribirinden ayrılmayacağını; ve “tekvîn” denilen hakíkatin “teklîf”denilen şerîatın bir parçası olduğunu; Risâle-i Nûr şâkirdlerinin seyr u sülûk esnâsında cevz u levz hükmünde olan keşfiyyât ve kerâmete aldanmayıp doğrudan doğruya gözlerini hakáik-ı îmâniyye olan Kur’ân’ın hakíkatlerine çevirmeleri lâzım geldiğini beyân etmek için bu eseri kaleme almıştır.
Cenâb-ı Hakk’ın tevfîk ve inâyetiyle şerhini yaptığımız “Telvîhât-ıTis’a” adlı bu eser, gerek Üstâd Bedîuzzamân Hazretlerinin zamânında yaşayan, gerekse Kıyâmete kadar gelecek olan Risâle-i Nûr’un hakíkíşâkirdlerinin, ve tasavvuf yoluyla hakíkate geçmek isteyen ehl-i tarîkın, - “Ayetü’l-Kübrâ” adlı eserde îzâh edildiği gibi- “âfâkí” ve “enfüsî” sülûkları esnâsında; Kitâb ve Sünnet mîzânıyla tartılmayan keşfiyyât ve kerâmete saplanmadan, ve Kur’ân’ın hakíkatlerini te’vîl ve tağyîr etmeden, sahâbe mesleğinden ayrılmadan, kahramancasına Kur’ân’ı müdâfaa ederek hakíkatü’l-hakáika geçmeleri için yazılmış bir şâheserdir.
“Telvîhât-ı Tis’a” adlı eserin asıl muhátabları, Risâle-i Nûr şâkirdleridir. Üstâd Bedîuzzamân Hazretleri, bu eseri kendi şâkirdleri için te’lîf etmiştir. Dolayısıyla ehl-i sülûk ve ehl-i tasavvufun isftifâdelerine sunmuştur. Ehl-i sülûk olmayanlar ve tecelliyyât-ıesmâ ve sıfatta terakkıyyâta başlamayanlar, hakíkatü’l-hakáikta sülûk edemeyenler, ya’nî “Âyetü’l-Kübrâ, Münâcât Risâlesi, Haşir Risâlesi, Hasbiyye Risâlesi, Mu‘cizât-ı Kur’âniyye Risâlesi, Pencereler Risâlesi, 22. Söz, 32. Söz, 29. Söz ve Mesnevî-i Nûriyye”gibi eserlerde ifâde ve ta‘rîf edilen, Üstâd Bedîuzzamân Hazretlerinin “seyr u sülûk-i akliyye ve rûhâniyye”si gibi bir seyr u sülûka mazhar olmayanlar, bu eserden tam istifâde edemezler. Bununla berâber, hissesiz de kalmazlar.
Bizim bu eserişerh etmekteki gáyemiz, “Risâle-i Nûr”vâsıtasıyla “hakíkatü’l-hakáik”a vâsıl olmak isteyen Risâle-i Nûrşâkirdlerinin şatahâta girmemeleri gerektiğini, seyâhat-ı akliyye ve kalbiyyede istikámeti muhâfaza etmeleri, ya’nî Kitâb ve Sünnetten ayrılmamaları lâzım geldiğini ifâde etmek; ve himmetlerini hakáik-ı îmâniyyenin inkişâfına teksîf etmeleri, ya’nî “eserden fiile, fiilden isme, isimden sıfata, sıfattan şuúna, şuúndan tecelliyyât-ıZâtiyyeye” mazhariyyete kadar olan “seyâhat-ı akliyye ve kalbiyye”de bulunmaları içindir. Zâten, Risâle-i Nûr eserlerinin te’lîf edilmesindeki asıl gáye ve hikmet de budur. “Risâle-i Nûr şâkirdi” ise, böyle bir seyâhat-ı akliyye ve kalbiyyede bulunan kimsedir.
Risâle-i Nûr’un ba’zı yerlerinde geçen “seyr u sülûk” ta‘bîri, tasavvufî bir ta‘bîrdir. Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, son zamânlarda kaleme aldığı eserlerinde bu ta‘bîri, “hareket-i fikriyye, seyâhat-ı fikriyye, seyâhat-ı kalbiyye, inkişâfât-ı rûhiyye, akıl ve kalbde seyâhat” gibi ta‘bîrlerle tebdîl etmiştir. Risâle-i Nûr’da seyâhat-ıma’neviyye, sâdece “kalb” ile değil; akıl ve kalbin berâber hareketiyledir. “Âyetü’l-Kübrâ Risâlesi, Haşir Risâlesi, Mi’râc Risâlesi, 2. Şuá, Arabî Tefekkürnâme ve Hulâsatu’l-Hulâsa” gibi eserler, bunun şâhididir.
Bu eserinşerhinde ba’zı şiddetli ta‘bîrlere rastladığınız zamân, biliniz ki; muhátabım umûm Risâle-i Nûr şâkirdleri olmadığı gibi, Risâle-i Nûr dâiresi háricindeki ehl-i sülûk da değildir. Ancak, muhátabım benim zálim nefsimdir, dolayısıyla benim yakínımda bulunan ve az da olsa Risâle-i Nûr’dan ma’nevî zevk alan kardeşlerimdir.
Kezâ, “Telvîhât-ı Tis’a” adlıeseri şerh etmemizin bir gáyesi de; -Risâle-i Nûr’un, hakáik-ı îmâniyye ve İslâmiyyeyi isbât ettiği şekilde- ileride Üstâd Bedîuzzamân, İmâm-ı Rabbânî ve İmâm-ı Gazâlî gibi seyr u sülûkla Risâle-i Nûr dâiresinde hakíkatü’l-hakáika geçecek zevâtın ve Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretlerinin mesleğini muhâfaza edecek ve ileride gelecek Risâle-i Nûr şâkirdlerinin o Kur’ânî derslerin hakáikıne nüfûz etmek sûretiyle seyr u sülûk-i akliyye ve kalbiyyede bulunurken onlara bir rehber olması ve esnâ-i sülûkta bir kısım ehl-i tasavvufun hâle mağlûb olarak ifrât ve tefrîte düştüğü gibi ifrât ve tefrîte girmemeleri, istikámeti muhâfaza etmeleri içindir.
- Hazırlanıyor...
- Hazırlanıyor...
- Hazırlanıyor...