بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bu ilk ile, Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın mühim bir tefsîri olan Risâle-i Nûr Külliyâtının bir başka cebheden îzâhının örneklerini sunmaya çalışacağız.
Bedîüzzamân Hazretlerinin ilk talebelerinden Emekli Albay merhûm Hacı Hulûsî Bey’in Risâle-i Nûrların anlaşılması ve anlatılması husûsunda ortaya koyduğu tarzın ses kaseti çözümü mahsûlleri, bu çalışmamızın temelini teşkîl edecektir. Ayrıca o zâtla ilgili ileriye yönelik çalışmalarımızda, yazılı olarak sorulan sorulara onun verdiği cevâblarla, merhûmun kendisiyle ilgili hâtıralarına da yer vereceğiz inşâallah.
Hacı Hulûsî Bey’in yakınında olanlar ve derslerinde bulunanlar iyi bilirler ki; o zât-ı merhûm, Risâle-i Nûr’u mütefekkirâne ve müdakkikáne okumaya çok ehemmiyet verirdi. Bu eserleri berâberce okumaktan son derece haz duyar ve bunu etrâfındakilere nükteli ve samîmî ifâdeleriyle de hissettirirdi. Onun derslerinde bulunanlar, vaktin nasıl geçtiğini pek anlamazlardı. O zât-ı muhteremin sohbetine bir gelen, bir daha kolay kolay bu sohbetlerden ayrılamazdı.
Açıklamaları sırasında cemâatteki rehâveti dağıtmak için latîfeler anlatır, cemâatin sevdiği ve kendisinin de yârânı olan kimselere iltifâtlarda bulunurdu. Böylece rehâvet dağılır ve dikkatler tekrâr sohbet konusu üzerine toplanırdı.
Hacı Hulûsî Bey, derslerinde yeri geldi mi bir hâdiseye atıfta bulunup bir nükteye temâs ederken; zihinlerde, “Konunun bu anlatılanlarla ne alâkası var?” gibi istifhâmlar belirmeye başlardı. Ancak, hemen arkasından öylesine ustalıkla taşı gediğine koyardı ki, anlatılan konu bir daha unutulmayacak şekilde zihinlere kazılırdı.
O zât-ı muhterem, derslerine mutlaka “besmele, hamdele ve salvele” ile başlardı. Dersin başında Üstâd Bedîüzzamân Said Nursî Hazretlerinin şu gelecek cümleleriyle takdîr buyurduğu salevât-ı şerîfeyi okurdu:
“Yazdığın salevât-ı şerîfe ise, onun husûsunda birşeye rastgelmedim. Fakat, ondaki letâfet ve nûrânîyyet gösteriyor ki; o onun hakkında zikredilen sevâba ve fazîlete lâyıktır.”1
Ders esnâsında Mushâf-ı Şerîf, Tefsîr, Hadîs ve Fıkıh kitâbı bulundurarak, duruma göre birkaç âyet meâli ve tefsîri, hadîs meâli veyâ fıkıhtan bahisler okur veyâ okutur ve îzâhâtta bulunurdu. Derslerin başında ekseriyyetle hadîs okumasının sebebini ise, “bu sâyede Rasûl-i Ekrem (asm) başta olmak üzere enbiyâ ve mürselîn (aleyhimüsselâm), sahabe-i güzîn (radıyallâhu anhüm), evliyâ ve asfiyâ (kaddesEllahu esrârehüm)’ün rûhâniyyetlerinin bu meclisten haberdâr ve feyze medâr olmalarını temennî etmek” şeklinde ifâde ederdi.
Ekseriyyetle dersi, okuması düzgün olan birisine okutur; arada okuma hatâları olursa mutlaka düzeltir; hızlı bir şekilde okuyan kimseyi, “Kardeşim, herkes senin gibi zekî ve anlayışlı değildir. Benim gibi ihtiyârlar, gençler ve çocuklar da var. Hele bir anlayalım. Yavaş yavaş, kelime kelime oku” diye durdurur ve gerekli îzâhâtı yapardı.
Bu zâtla ilgili olarak yapacağımız yayınlar, işte böyle bir anlayışın, böyle bir tarzın ve böyle bir metodun mahsûlüdür. Ancak, ne yazık ki, bu güzel derslerin bir çoğunun ses ve not kaydı ya yapılmamış veyâ yapılanların bir çoğu da kaybolup gitmiştir. Hacı Hulûsî Bey’in derslerindeki kasete alınan îzâhâtını -konunun özüne dokunmadan- kitâb üslûbuna döktük. Ses kayıtlarının çoğu sağlıklı bir şekilde kasete alınmadığı için, anlaşılmayan yerleri kaydetmedik. Tekrârları, tek cümle hâlinde ifâde ettik. Konu ile ilgisi olmayan dinleyici müdahâleleri ve mecbûren verilen cevâblar, çalışmalarımızda yer almamıştır. Bunlardan gerekli görülenler, başka çalışmalarımızda yer almak üzere muhâfaza altına alınmıştır. O günün aktüel konuları ile mahallî ta’bîr ve hâdiselerin özüne dokunulmadan kitâb üslûbuna dökülmesinde a’zâmî gayret ve hassâsiyyet gösterilmiştir.
Kasetten çözümünü yaptığımız derslerde bulunan zevât, o derste geçen ba’zı cümleleri veyâ cümlenin bütününü bu kitâbta bulamazlarsa; bunun yukarıda zikredilen unsurlardan kaynaklandığını dikkate alarak bize ta’n u töhmette bulunmayacaklarını ümit ve temennî ederiz.
Bu çalışmamızda âyet ve hadîs meâlleri ile Risâle-i Nûr’dan okunan yerler “metin”başlığı altında yer almıştır.Hacı Hulûsî Bey’e âit ifâdeler de “îzâh” başlığı altında yer almıştır. Dolayısıyla, asıl olan metnin aynen muhâfazasına a’zâmî dikkat ve i’tinâ gösterilmiştir.
Bu arada, ellerinde Hacı Hulusî Bey’le ilgili olarak ses ve görüntü kaseti, not, hâtıra ve benzer dokümanlar bulunanların bunları bizlere ulaştırmaları, Kur’ân’a hizmet nâmına istirhâm olunûr. Hatâ ve noksanların en aza indirilmesi için, yazılı dokümanlar CD ve diskete kayıtlı olarak tarafımıza ulaştırılırsa, yayın husûsundaki zamân kaybı da en aza indirilmiş olacaktır.
Hacı Hulûsî Bey’in Risâle-i Nûr’daki yerine ve Risâle-i Nûr Müellifinin birinci muhâtabı olduğuna dair Risâle-i Nûr’da geçen ba’zı cümleleri zikrettikten sonra takdîmimizi bitirmek istiyoruz. Böylece bu zâtın ders, mektûb, sohbet ve hâtırâlarının kitâblaştırılarak ilim dünyâsına kazandırılmasındaki niyet ve gáyemize bir nebze ışık tutmak ve bu eserleri mütâlea eden zevâtın, nasıl bir şahsiyyetin îzâhlarını okuduğuna dikkatleri çekmek arzusundayız.
Erbâbı tarafından bilindiği ve Risâle-i Nûr’un pek çok yerinde ifâde edildiği gibi, başta “Mektûbât” isimli eser olmak üzere, bir çok eserler merhûm Hacı Hulûsî Bey’in sorularına cevâb olmak üzere kaleme alınmıştır.
Hiç şüphesiz, Bedîüzzamân Hazretlerinin pek çok talebesi ve hizmetkârı vardır. Bunlarla ilgili olarak Nûr Risâlelerinde pek çok ifâdeler, beyânlar ve iltifâtlar vardır. Ellah onların hepsinden râzı olsun. Ölenlere rahmet, hayâtta olanlara sıhhat, âfiyet, bereketli ve îmânlı uzun ömürler versin.
Burada bahse konu Hacı Hulûsî Bey merhûm olduğu için, onunla ilgili olarak yüzlerce ifâdeden bir kaç tânesini burada zikredeceğiz:
“Hulûsî Bey, benim ‘yegâne ma’nevî evlâdım ve medâr-ı tesellîm ve hakíkí vârisim ve bir dehâ-yı nûrânî sâhibi olacağı muhtemel olan’ birâderzâdem AbdurRahmânın vefâtından sonra, Hulûsî aynen yerine geçip o merhûmdan beklediğim hizmeti, onun gibi îfâya başlamasıyla; ve ben onu görmeden epey zamân evvel Sözleri yazarken, onun aynı vazîfesiyle muvazzaf bir şahs-ı ma’nevî bana muhâtab olmuşcasına, ekseriyyet-i mutlaka ile temsîlâtım onun vazîfesine ve mesleğine göre olmuştur. Demek oluyor ki, bu şahsı, Cenâb-ı Hak bana hizmet-i Kurân ve îmânda bir talebe, bir muîn ta’yîn etmiş. Ben de bilmeyerek onunla, onu görmeden evvel konuşuyormuşum, ders veriyormuşum.”2
“Aziz âhiret kardeşim ve hizmet-i Kurânda gayretli arkadaşım ve ders-i esrâr-ı îmânîde zekâvetli ve ferâsetli talebem. VE VEFÂTIMDAN SONRA SADÂKATLİ VÂRİSİM, BİRÂDERZÂDEM...”3
“Benim vârisim olan sen!”4
“Cemâata Sözler’i okumak zamânında, sendeki hissiyyât-ı âliyye ve fazla inkişâf ve fedâkârâne hamiyyet-i dîniyye galeyânının sırrı şudur ki: Velâyet-i kübrâ olan verâset-i nübüvvetteki makám-ı teblîğin envârı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı Kurân Saidin vekîli, belki ma’nen aynı hükmüne geçtiğin içindir.”5
“İkinci ru’yân ise: Sana ve Müslümanlara büyük bir beşârettir. Ve sarıklılara ehemmiyetli bir itâbdır. Onuncu safta iken imâmetin çok ma’nidârdır. İnşâallah, Cenâb-ı Hak seni, âlî bir mertebe olan İmâmlık Mertebesine mazhar eder. Sizi yanımda hâzır edip, sizinle şimdilik bir kaç kelime konuşacağım.”6
“Sizin gibi hakíkata yetişmiş ve hakíkattaki hakíkí tesellî ve esâslı sevinci bulmuş zâtlara, envâr-ı îmâniyyenin ve esrâr-ı Kur’âniyyenin neşirlerine karşı ehl-i dalâletin ve şeytânların desâisle tehâcümünden neşet eden müşkilât ve gam ve kedere karşı sabır ve metânet ve hüzün ve ‘Merak etme!’ demeye ihtiyâc hissetmem.”7
“Aziz kardeşim, çendan Abdülmecid benim nesebî kardeşim ve yirmi sene talebemdir. Fakat, ne o, ve ne hiç birisi ‘BENİM HULÛSÎM’e yetişmiyor. O mektûblar (ekseriyyet-i mutlaka) senin nâmınla yazılmış ve sana gönderiliyor.”8
“Bütün mektûblarımda ‘Aziz sıddîk kardaşlarım’ dediğim zamân, muhlis HULÛSÎ saff-ı evvel muhâtabların içindedir.”9
“Birden ânî bir nükte kalbe geldi. Kurâna ve îmâna âit her şey kıymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun, kıymetçe büyüktür. Evet, saâdet-i ebediyyeye yardım eden, küçük değildir. Öyleyse, ‘Şu küçük bir nüktedir; şu îzâha ve ehemmiyete değmez’ denilmez. Elbette şu çeşit mesâilde en birinci talebe ve muhâtab olan ve nüket-i Kurâniyyeyi takdîr eden İbrâhîm Hulûsî, o nükteyi işitmek ister. Öyleyse dinle…”10
“Aziz, sıddîk, muhlis, hâlis kardeşim!
Kardeşimiz Abdülmecide ayrı mektûb yazmadığımın sebebi, size yazdığım mektûbları kâfî gördüğümdendir ki, Abdülmecid, benim için Hulûsîden sonra kıymetdâr bir kardeşim, bir talebemdir. Her sabah akşam Hulûsî ile berâber, ba’zan daha evvel duâmda ismiyle hâzır oluyor. Size yazdığım mektûblardan, evvel Sabri, sonra Hakkı Efendi istifâde ediyorlar. Onlara da ayrı mektûb yazmıyorum. Cenâb-ı Hak seni onlara mübârek büyük bir kardeş yapmış. Sen benim yerime Abdülmecid ile muhâbere et, merak etmesin, Hulûsîden sonra onu düşünüyorum.
“BİRİNCİ SUÂLİNİZ: Cedlerinizden birisinin imzâsı ‘es-Seyyid Muhammed’ e dâir mahrem suâliniz var.
“Kardeşim, buna ilmî ve tahkìkì ve keşfî cevâb vermek elimde değil. Fakat, ben arkadaşlarıma derdim ki: ‘Hulûsî ne şimdiki Türklere ve ne de Kürtlere benzemiyor. Bunda başka bir h âsîyet görüyorum.’ Arkadaşlarım da beni tasdîk ediyordular. "Dâd-ı Hak râ, kabiliyyet şart nîst" sırrıyla, ‘Hulûsîde büyük bir asâlet tezâhürü bir dâd-ı Hak’dır’ derdik. Hem kat’ıyyen bil ki; Rasûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın iki âli var. Biri, ‘nesebî âl’dir; biri de, ‘şahs-ı ma’nevîsi ve nûrânîsinin risâlet noktasındaki âli’ var. Bu ikinci âlde kat’ıyyen sen dâhil olmakla berâber, birinci âlde dahi delîlsiz bir kanâatim var ki, ceddinin imzâsı sebebsiz değildir.”11
Hulûsî ise, Şâh-ı Geylânî, İmâm-ı Rabbânî ve Şâh-ı Nakşibend gibi nice zevât-ı mübârekenin mâzîden şiddetle bastıkları adımlarının kuvvetiyle istikbâlde coşup fışkıracak olan menâbiu’l-envârı, mumâileyh ayrı bir meslek, bir meşrebde olduğu hâlde, her türlü vezâife tercîh ederek, ‘Dahîlek yâ Dellâl-ı Kur’ân!’ nidâ-yi âşıkáne ve müştâkánesiyle dehâlet etmesi; fevkalâde bir tefeyyüze mahzar olduğuna ve olacağına yegáne delîl ve hüccettir. Onun içindir ki, Risâletü’n-Nûr ve Mektûbâtü’n-Nûr’a birinci muhâtablığı hakkıyla ihrâz etmiştir.”12
Burada konu ile alâkalı nakil ve îzâhlarımızı bitirip merhûm Üstâdımız ve Hacı Hulûsî Bey’e Hálık-ı Rahîm’imizden rahmet, mağfiret ve rıdvân temennî ederken; yayınlamış olduğumuz bu ve müteákıb eserlerin hayırlara vesîle olmasını Rabbimizden niyâz eyleriz.
Gayret bizden, tevfìk ise Ellahu Teâlâ’dandır.
2. Barla Lâhikası, s.8.
3. Barla Lâhikası, s.271.
4. Mektûbât, s.20.
5. Barla Lâhikası, s.255.
6. Barla Lâhikası, s.378.
7. Barla Lâhikası, s.263.
8. Barla Lâhikası, s.321.
9. Barla Lâhikası, s.26.
10. Mektûbât, s.322.
11. Lem’alar, 9.Lem’a, s.76-77.
12. Barla Lâhikası, Tenvîr Neşriyât, s.198-199.