بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Cenâb-ı Hak ve Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri, hayırlı işlerle meşgúl olanların muín ve muhâfızıdır. Bu meyânda dürûs-i îmâniyye ve Kur’âniyye ile meşgúl etmek súretiyle bizleri hıfz ve inâyetine mazhar eden Rabb’imize hadsiz şükürler olsun. Îmân ve ilimde, amel-i sálih ve takvâda biz ümmetine hakíkí ma‘nâda mürşidlik ve rehberlik vazífesini yapan Habîb-i Ekrem (asm)’ına da nihâyetsiz salât ü selâm olsun.
Bizler, -lillâhi’l-hamd- Nûr’un birinci talebesi olan Seyyid İbrâhîm Hulûsí YAHYÂGİL’e áid ba‘zı yazı ve mektûbları, “Mektûbât-ı Hulûsıyye” adlı eserimizde neşrettikten sonra, bu def‘a da o zâta áid hutbe, münâcât ve şiirleri, “Hıtábât ve Münâcât-ı Hulûsıyye” adlı bu eserimizde derleyip siz kıymetli kardeşlerimizin istifâdelerine arz etmeği münâsib gördük.
Hakíkate geçmiş ve hakíkatteki hakíkí zevkı bulmuş olan bu zât-ı nûrânî, Risâle-i Nûr’un hakíkatlerini her sâhada neşretmek husúsunda büyük bir sa‘y ü gayret göstermiştir. Üstâd Bediüzzamân (ra) Hazretleri, onun bu gayretini şu vecîz cümlesiyle şöyle ifâde etmiştir:
“Ben, onu dâimâ kalem elinde, Risâle-i Nûr’un işi başında biliyorum.”
Hacı Hulûsí Bey merhûmun bu neşir husúsundaki gayretlerinden birisi de, Risâle-i Nûr Külliyyâtından hulâsa ederek yazmış olduğu hutbeleridir. Bu hutbeleri, vazífeli olduğu memleketlerde, bâ-husús Kars’ta bulunan imâm-hatíblere vermek súretiyle okutmuştur. Bu hutbeler, Üstâd Bediüzzamân Hazretleri’nin ifâdesiyle, Şimâl’den gelen büyük bir tehlikeye karşı ma‘nevî bir sed vazífesi görmüştür. Bu hutbeleri okuduğumuz zamân, şu kanâate varmak mümkündür:
Birincisi: O zât, Risâle-i Nûr hakíkatleriyle mezcolmuştur.
İkincisi: O zât, Risâle-i Nûr’un Müellif-i Muhtereminde fânî olmuştur.
Üçüncüsü: O zât, gáye-i hayâtını Risâle-i Nûr’u neşretmek ve muhtâc olanlara o hakíkatleri anlatmaktan ibâret bilir. Üstâd’ına yazdığı bir mektûbunda bu hakíkati şöyle ifâde etmiştir:
“Sevgili Üstâdım!
“Evvelce arz ettiğim vechîle ben artık bir şey için yaşadığımı zannediyorum. O da, Üstâdım olan Dellâl-ı Kur’ân’ın vazífe-i me’mûre-i ma‘neviyyesini îfâda kendilerine pek cüz’î bir yardım ve Kur’ân hesâbına cüz’î bir hizmetkârlıktan ibârettir.”
Dördüncüsü: O zât, Risâle-i Nûr’un tarz-ı ifâdelerini muhâfaza edip hemen hemen aynısını hulâsa etmek súretiyle biraz daha kolay bir üslubla dinleyicilere aktarmıştır.
Beşincisi: O zât, Risâle-i Nûr’a kemâl-i ihlâs, kemâl-i metânet ve kemâl-i sadâkatla bağlı kalmış, istikámeti muhâfaza etmiş, pek çok tazyîkáta ma‘rûz kalmasına rağmen Risâle-i Nûr Mesleğinden aslâ ta‘vîz vermemiş ve sarsılmamıştır. Böylece, Risâle-i Nûr’un Müellif-i Muhtereminin meşrebi olan “Hakíkat Mesleği”nde sâbitu’l-kadem etmiştir. Üstâd Bediüzzamân (ra) Hazretleri, bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Elhâk o kardeşimiz, dâimâ fevka’l-áde sadâkatını ve nûrlara kuvvetli alâkasını muhâfaza ediyor.”
Kezâ o zât’ın münâcâtları; ulvî bir hakíkat, fıtrî bir niyâz ve tazarru‘, ciddî ve samîmî bir arz-ı hâl, küllî ve umûmî bir duá, çoğu me’sûr lafızlarla yapılan bir münâcât olduğunu, her kalb-i selîm sáhibi okuduğu zamân kabûl eder.
Evet, ferdî ve umûmî, áilevî ve ictimâí, dünyevî ve uhrevî dert ve sıkıntıları, belâ ve musíbetleri ve bunlardan kurtulmak çârelerini ihtivâ eden bu münâcâtlar, şâyet ehlince okunup Rabb-i Rahîm’e ilticâ edilirse, kabûle karîn olduğu ve hayırlı netîceleri verdiği görülecektir. Bu münâcâtlarda hemen hemen dünyevî ve uhrevî bütün müşkiller ümmet adına Cenâb-ı Hak’tan istenilmiş ve niyâz edilmiştir. Böylece o zât, bu husústa da ümmete rehberlik etmiştir.
Hem bu münâcâtlar, o zâtın dergâh-ı İlâhîye ne kadar takarrub ettiğini ve münâcâtta ne kadar ma‘nevî haz ve lezzet bulunduğunu da göstermektedir. Zîrâ, duá, azím bir sırr-ı ubûdiyyettir, gáyet şîrîn bir zevk-ı rûhânîdir.
Kezâ o zâtın şiirleri; yüksek hakíkatlerin tercümânı, kalbine sünûhât nev‘ınden gelen ma‘nâların nazım súretinde ifâdesi, dinleyicilerin kulağına ve kalbine hıtáb eden derûnî hislerin şiir şeklinde tezáhürüdür.
Evet, Cenâb-ı Hak, mâhiyyet-i insâniyyede nüveler şeklinde ayrı ayrı kábiliyyetler derc etmiştir. Her bir kábiliyyetin inkişâfı ayrı ayrıdır. Bu sırra binâen, merâmını, anladığını ve hissettiğini nazım ve şiir şeklinde dile getirmek, insânda ayrı bir kábiliyyet olduğu unutulmamalıdır. İşte bu zâta da, Elláh tarafından böyle bir kábiliyyet bahşedilmiştir. O da o şiir kábiliyyetini ba‘zı mısra‘larla ifâde etmiş ve ba‘zı hakíkatleri ve ma‘nâları o şekilde dîn kardeşlerine teblîğ etmiştir. Üstâd Bediüzzamân (ra) Hazretleri, Hacı Hulûsí Bey merhûmun bu kábiliyyetini şöyle ifâde etmiştir:
“Sonra senin yazdığın, ‘Bak kitâb-ı kâinâtın safha-i rengînine, ilâ âhir..’ olan rengîn ve zengîn şiir hátırıma geldi. O şiir ile semânın yüzündeki yıldızlara baktım. ‘Keşki şâir olsaydım, bunu tekmîl etseydim’ dedim. Hâlbuki, şiir ve nazma isti‘dâdım yokken yine başladım, fakat nazım ve şiir yapamadım; nasıl hutúr etti ise, öyle yazdım. Benim vârisim olan sen, istersen nazma çevir, tanzím et.”
Cenâb-ı Hak, bizleri böyle hakíkat-bîn zevât-ı kirâmın âsâr ve beyânâtından hakkıyla müstefîd olan kullarından eylesin. Onların gösterdiği sırât-ı müstekímden bizleri ayırmasın. Nefis ve Şeytán’ın tuzağına düşürmesin. Her şerden ve her şerlinin şerrinden bizleri ve bütün Ümmet-i Muhammediyye (asm)’ı muhâfaza buyursun. Âmîn.
وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدٰى وَالْمَلاَمُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهَوٰى